Bu yazarın henüz günlük girişi yok.
|
Yarım saatlik bir yürüyüşün sonrasında, binlerce yılın ardından artık kayalaşmış toprakla kaynaşan duvarların çevrelediği, minik bir limana gelmiştim. Küçük elipsini çizen duvarlar, denizin içersinde kaybolup gidiyordu.
Okuduklarımdan öğrendiğim kadarıyla bu antik uygarlığın kurulduğu dönemlerde deniz buralara dek gelmediğine göre, üzerinde dolandığım muhteşem duvarların çevrelediği devasa havuz da, liman olmamalıydı aslında.
Ama şimdi, doğanın o erişilmez değişkenliğinin sonucunda, ters çevrilmiş sandal görünümündeki o döneme özgü mezarların içerisinde yüzdüğü, minik bir limandı işte…
Ne çok mezar vardı çevrede. Denizci bir ulus olma gururunun sandal görünümlü taşlarla dile getirildiği, içerisine tıkılmış olanların ekonomik ve sosyal düzeylerini
üzerlerindeki işlemelerle belirten ve her dönemde gidileceği varsayılmış öbür taraf
yolculuğunun rahat geçmesini amaçlayan, ne çok mezar…
Bir zamanlar yeyip içip sıçan, çalıp çırpan veya çalışan, bütün yaşamlarını kendilerine örnek seçtiklerine erişmek veya rakip gördüklerini aşmak için tüketen, sahip olabildikleri artı değerleri hemcinslerine karşı avantaj, karşı cins için de koz olarak kullanan, büyük bir olasılıkla da aradıklarını asla bulamayan, zaten ne aradığını da bilmeyen, yaşları ilerledikçe de göt korkusuyla yeni yaşam şekillerini düşleyen, sonra da geberip giden ve tozu bile kalmamış hiçleri barındıran, ne çok mezar…
Çevredeki kalıntıların en sağlam kalanlarının mezarlar olması, bir rastlantı mıydı acaba? Ölüme verdikleri değerden ötürü mezarları, yaşamlarını sürdürdükleri evlerinden daha sağlam planlanmış olabilir miydi ki? Yoksa sonraki dönemlerin insanları, kendilerinden önce var olanların yaşadıkları yerleri yok etmekte bir sakınca görmezken, ölüme duydukları saygıdan dolayı mezarları, özellikle mi korumuşlardı ki?
İyi ama her iki durumda da, yaşadıkları sürece ne kendilerine ne de başkalarına saygı göstermeyen insanların hiçliğe verdikleri bu değer, mantıklı mıydı?
Ve eriştikleri teknoloji ile övünen günümüz insanlarının, yaşamın tadına varmayı hala öğrenemedikleri halde ömürlerini uzatabilmeleri, bir yandan götlerinin yerden kalkmamasını sağlayacak kolaylıklar bulurlarken, diğer yandan da düzenlerini sürdürebilmek için binlerce yıl önce uydurulmuş varsayımlara inançlarını devam ettirmeleri, cinsler arası ilişki açısından yine binlerce yıldır bir arpa boyu yol alamadıkları için kadın-erkek çelişkisini hala sağlıklı bir ilişkiye çevirememeleri, birlikte olma veya olamama nedenlerini pek ala bilmelerine karşın genlerine kazınmış korkulardan dolayı bir türlü dile getirememeleri, hoşnutsuzluklarından kurtulabilmek için de kendi ters çevrilmiş sandallarının planlarını hazırlayarak hiçliği varlığa çevirebilme umutları, hangi akla hizmetti acaba?
Nereden bilecektim ki? Hem zaten, büyük emeklerle işlenmiş taşlara bakıp “Neden’leri?” değil de, “Nasıl’ları?” düşünmek, daha kolaydı galiba.
“Vay bee…” diyerek söylendim, yüksek sesle. “Nasıl da, uğraşmış herifler!”
|
|