Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
12 Haziran 2011 genel seçimi sürecinde partilerin adayları netleşirken, kimi yerlerde listelerde alt-üst oluşlar yaşanırken, kimi yerlerde de, acaba neler oluyor, diye durumdan anlam çıkarılmaya çalışılıyor herkesçe. CHP ve MHP’yi, bölgemiz açısından pek bir anlam ifade etmediği için, onları es geçiyorum; bizi, direkt ilgilendiren ve etkileyecek olan AK Parti ve BDP cenahında neler oluyor diye, merak edebiliriz biz de. BDP, bu seçimde, ittifaklar konusunda ilginç davranışlar göstermektedir. Yaklaşımları kafa karıştırıcı olsa da, sanki daha fazla Kürdî bir duruşu sergiler görünmektedir. AK Parti ise, geçmişte 75 milletvekili ile Kürtleri daha çok temsil ediyoruz, iddialarının aksine, bu seçimde sanki daha fazla Türkî bir duruşu sergilemeye yönelmiş gibidir. BDP, Türk “sol” gruplarıyla ittifağa girerken, Kürt kitlelerinin yoğun olduğu yerlerde onlara liste başlarında yer (seçilebilme garantisi) verirken, sonuçta, onların “taban”larıyla da ittifak yapmış olmuyor; aksine, tek taraflı olarak Kürt oylarını onlara sunarak onları meclise taşımayı hedeflemiş oluyor. İttifaklar, kitle tabanı olan değişik güçlerin, karşılıklı olarak, ayrı duran güçlerini ortaklaştırmaları için eylem birlikteliği biçiminde bir örgütlenmeyi gerektirmelidir oysa. Peki, BDP’ nin gösterdikleri Türk solu adaylarının, gösterildikleri yerlerde tabanları veya potansiyel kitle güçleri var mıdır acaba? Onları, Kürtlerin oylarıyla meclise taşımanın adı “ittifak” olabilir mi; bunun adı olsa olsa, onlara “hizmet etmek”, demek olabilir ancak. Yani Kürtler, kitlesel olarak yürürken, Türk solu da, onların önünde birkaç kişiyle pankartlarını açarak, yürüyüşü haybeden sahiplenmiş olarak kendi propagandasını yapma olanağını bulabilecek; meydanlarda biz de varız, diye ahkâm kesebilecekler!.. Kürt sorununa öteden beri, hep “derin Kemalizm” penceresinden bakan ve şövenizmden sıyrılamayarak, Kürt ulusunun “kendi kaderini tayın hakkını” (bilince çıkarmadıkları gibi) bir türlü dile de getiremeyen; Kürt devrimcilerine hep tepeden bakmış ve şimdilerde bayağı marjinalleşmiş ve kitlelerden kopuk Türk solcularına bu ikram nedendir? Türk halkı, sadece onlardan ibaret değildir ki!. Neden, dindar kesimlerle diyalog yolları ihmal ediliyor hep? Türban vb. sorunlarında, sistem tarafından kendilerine karşı yapılan büyük haksızlıklar karşısında, onlara destek sunulsaydı, onları, katı milliyetçilerin etkisinden kurtararak, onların dostlukları kazanılarak, Kürt sorunun çözümü konusunda, Türk halkının gönlünü kazanmak belki daha çabuk mümkün hale gelebilirdi. Bu kadar acılar ve sancılar yaşanmayabilirdi ve sorunun barışçıl çözümü, yıllar öncesinden gündeme gelebilirdi. Türk halkının dindar kesimleri, bağnaz milliyetçilikte bu kadar politize olmazdı. Bu diyalogun olmamasında, Kemalist Türk solunun rolü ve ideolojik etkisi küçümsenemez her halde. Kürt solu ve aydınları, din referansını ve misyonunu hep ihmal ettiler; yalnız Türk halkına karşı tek değil, Kürt halkına karşı da bu yönde ihmalkâr davrandılar. Örneğin BDP (geleneği ve çizgisi), bugünkü Cuma namazları eylemlerini, 30 yıl gecikerek gündemlerine koyabildiler. Umarım, dinsel yaşama saygıya dayanan bu yaklaşımlarını, seçimle sınırlı bir söylem olarak bırakmazlar; toplumsal kitlelerle diyalog kurmaya çalışırken, din ve inanç özgürlüğü adına, bu yaklaşımlarında ciddi, samimi ve kalıcı bir referans olmayı benimsemiş olarak sürdürürler. Bu yepyeni tavırlarında, dindar kesimleri de katılıma çağırmaları daha anlamlı olacaktı elbette. Alevi sorunu için dayatılacak olan çözüm şekli, Diyanet Başkanlığının, kurumsal yapısının şekillenmesinde veya yeni bir statüye kavuşturulmasında referans olabilir… BDP’nin, kendi dışındaki Kürtlerle ittifağı konusunda da yeterince ciddi ve kararlı olmadıkları şüphesi vardır sanki. Çeşitli Kürt gruplarının, çok sayıda donanımlı ve dinamik kadroları olduğu kesindir ve bunların tabanları, ya tek başına (gösterebilecekleri) kendi adaylarının kazanmasında yeterli sayıyı bulamayacağı endişesinden veya Kürtlerin oylarının bölünerek heba olabileceği endişesiyle BDP (geleneğindeki) adaylara oy veriyorlardı ve bunlar emanet oylar sayılır. BDP de, bu durumu öngörüp bunca dinamik Kürt kadrolarını mücadeleye çekebilirdi. Kürtlerin arasındaki bu talihsiz ittifaksızlığın sonunu getirebilirdi; böylece atıl duran birçok Kürt dinamikleri harekete geçirilerek tsunami etkisinde bir Kürdî dalga yaratılabilirdi. Kürtlerin en büyük yarası, dar grupçu ve kariyerist duruşları nedeniyle, eleştirilere karşı tahammülsüz ve özeleştiri vermekten aciz zihniyetlerinden kaynaklı, ayrı davranarak ve birbirlerine aykırı düşerek bölük pörçük kalmalarıdır. Bu zihniyet, Kürtler açısından büyük bir talihsizliktir ve buradaki vebalın en büyük payı, her kesime, kendilerine kayıtsız şartsız itaat etmelerini dayatarak, (en büyük temsil gücüne sahip olduğu için) onları dışlayan BDP geleneğinin üzerindedir. Diğerleri de pek masum sayılmaz bu konuda… Her ne kadar Türk solu adayları kadar seçilme garantileri olmasa da; Şerafettin Elçi, Altan Tan gibi tanınmış Kürt aydını politikacılara listelerinde yer vermeleri anlamlı ve önemlidir. Ancak, daha özverili ve esnek davransalardı, diğer tüm ulusal ve dinî Kürt gruplarından da destek ve katılım sağlayabileceklerdi, inancındayım. Ne yazık ki bunu yapmadılar (veya ısrarcı davranmadılar) ve dolayısıyla yaptıkları bu sınırlı yaklaşımın, seçime vitrinlik yaklaşan taktik bir çaba olarak görülmesi gibi bir yanlış anlaşılmaya yol açabiliyor. Kendi dışında kalan Kürt muhalif güçleri bölmek veya etkisizleştirmek amaçlandığı sanılması gibi, kimi çevrelerde şüphe ve kuşku da uyandırıyor ne yazık ki. Umarım, bu ittifak anlayışı, ciddi olarak ve stratejik bir yaklaşım olur ve seçimden sonra da karşılıklı özveriyle devam eder ve giderek tüm Kürtleri kapsayacak şekilde genişler. “Sivil İtaatsizlik” da, sanki “Demokratik Özerklik” gibi, içeriğiyle, anlamına uygun bilimsel bir kavram olmaktan mahrum kalmış gibi yetersiz duruyor. Yeterince izah edilememekten kaynaklı da olabilir. Ancak sivil itaatsizlikten anlaşılması gereken, yönetenlerin mevcut yönetim biçimine karşı gelinerek; mevcut sistemi, var olan biçimiyle reddedici bir kopuşu ve kendilerine dayatılan kanunlarını çiğneme kararına ulaşmayı gerektirir. Dolayısıyla halkın özgücü veya öncü güç; -Dilini yasaklamış eğitim okullarına gitmeyi reddederek, anadilde eğitimde ısrar edici eylemler örgütlemeyi ve bu bağlamda, her yerde sadece kendi diliyle konuşup, egemen sistemin kendisine dayattığı dili konuşmamayı; -Ulusal kimliğini ve ulusal haklarını eşit düzeyde tanımayan bir meclise girmeyerek; alternatif olacak kendi meclisini ve gerekirse sürgündeki hükümetini oluşturmayı; -Devlet denetiminde olan bir Diyanet Başkanlığı kurumunu reddederek, devletin birer memuru durumundaki resmi imamların (onları hedef yapmadan) arkalarında namaz kılmamak ve kendi diliyle hutbe okuyup, kendi diliyle vaaz ederek, devlet dini dayatması gibi varsayılan resmî din kurumlarından ayrışmayı; -Diline, kimliğine, kültürüne karşı inkâr ve imhayı amaçlayarak bu yöndeki haklarını yok sayan tüm devlet kurumlarını reddetmek gibi, gittikçe de beraberinde bir kopuşu getirebilecek bir mücadeleyi gerektirir sivil itaatsizlik. Kısaca, sivil itaatsizlik basite alınacak bir durum değildir. BDP ve DTK de, galiba böyle bir sistematiği öngörmüyor; bir tür basın toplantılı protesto biçimleri gibidir yapılanlar. Bir kopuşu değil bir diyalogu hedefliyor ve sanki seçime kadar yürütülecek bir süreci kapsayacak gibidir. Çünkü, seçime giriyorlar sonuçta. Yukarıdaki nedenlerden dolayı, o zaman bu eylemlerine “sivil itaatsizlik” adını yakıştırmaları yerinde bir tanımlama sayılmamalıdır. Onun için söylem ve pratiğimizle, somut şartların, somut tahliline uygun olacak eylem türlerini seçmek ve uygun kavramlar altında yapılarak; duruşumuzu ve mesajımızı halklara veya ilgili kitlelere doğrudan ulaşabilecek şekilde yeterince anlaşılır, açıklayıcı ve öğretici olmalıdır. AK Parti’ nin ilginçliklerine gelince; saflarına yeni milliyetçilerden adaylar katmaya çabalarken; Kürt sorununda bir geri çekilmeyi benimsemiş gibidir. Bunun nedeni neler olabilir acaba? A.Türkeş’in bir oğlunu ve MHP genel başkanlığına adaylığını da koymuş olan “Efsane Ülkücü” Ramiz Ongun da dahil (adaylığı sonuçsuz kalsa da) kimi milliyetçi ve sağcı adayları listelerine katması MHP tabanına hitap edici olarak varsayarsak; MHP’nin büyümesini frenlemek veya kendilerindeki emanet milliyetçi oylarını muhafaza ederek, onlara kaptırmamayı amaçlıyor olabilir. Peki Kürt bölgelerinden bir çekilmeyi çağrıştıran, tanınmış kimi Kürt vekillerini liste dışı bırakmasını nasıl okumalı ya da bu yaklaşımın anlamı ne olabilir? Abdurrahman Kurt, Dengir Mir Fırat, İhsan Arslan, Haşim Haşimi, M.Halit Demir, M.Emin Ekmen vb. Kürt sorununa duyarlı kişileri es geçip, yerlerine kitle tabanı olmayan; aday oldukları yerde oy potansiyeli bulunmayan veya bölgesinde tanınmayan adayları göstermeleri manidardır. Bunun iki anlamı olabilir: Birincisi; AK Parti, “Kürt açılımını”, “Milli Birlik ve Bütünlük Projesi” seviyesine aşağı çekmişken, sorunu kadükleştirip çözmekten vazgeçmek istiyor olabilir; bunun için 75 Kürt “kökenli” milletvekilinin beslediği oy potansiyeli ortamından/tabanından, her hal-u kârda merkezin emrine amade olabilecek yeterince milletvekili çıkarabileceklerini hayal ediyor olabilir. Asıl öncelikli hedef olarak da, MHP tabına hitap edebilecek ve onlara, milliyetçi yeni oylar tahvil edebilecek adayları baz alarak, söylem değişikliğinde karar kılmış olabilir. İkincisi; perde gerisindeki görüşmelerde belli bir aşamaya gelinmiş de olabilir; bunun için meydanı BDP’ ye bırakarak bölgeden çekilme kararı alınmış olabilir. Buna göre, Kürt açılımına yeni bir ivme kazandırabilmek için, seçimden sonra, sorunun barışçıl çözüm sürecini, Anayasal ve yasal düzeye evrimleştirerek, her tür suiistimale açık zemine sahip Kürt sorununda, söylemi, artık bıkkınlık vermeğe başlayan bu çözüm, hızlandırılmak isteniyor olabilir. Bu ihtimal, doğru varsayılırsa, BDP’ nin kendi dışındaki Kürtlerle ittifağa girmesi de (gerekli bir koşul olarak) bu bağlamda, yeni bir anlam kazanmış olabilecektir. Böyle bir durumda, ordu içindeki Ergenekon kalıntıları ve (olası) dağdaki uzantıları, durumdan huzursuz olup, yoğun operasyonlarla ve karşılıklı çatışmalarla birlikte ortamı gerip, barışçıl gelişmeleri sabote etme gayretine düşmeleri ihtimal dışı olmayacaktır. Her kesimin dikkatli ve uyanık durması gerekir. Umarım, bu anlamlı ve kritik önemde olan 12 Haziran 2011 genel seçimi, barışçıl bir şekilde rahat bir ortamda ve huzur içinde geçer ve sonucunda ortaya çıkacak olan yeni meclis, tüm halkların hayrına ve Kürt sorunu başta olmak üzere, tüm sorunlara barışçıl ve demokratik çözümler üretebilecek bir meclisi ortaya çıkarabilecektir. Her şey gönlünüzce olsun. Selam ve sevgiyle kalın. M.Nazım Güler info@mnazim.com http://www.mnazim.com/konu-sivil-itaatsizlik-ve-genel-secimler-881.html
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |