Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Dımıştad Yatırı Şeyh Maksud’ un asıl adı Seyid Ali’dir. Babasının adı Seyid Muhammed’ tir. Onun sekizinci atası olan Seyid Hasan, kardeşi Seyid Mustafa ve Seyid Halid ile daha önce Dikan Köyünde oturuyorlardı. Ne yazık ki, bu köyün yeri henüz tam tespit edilemedi. Ancak Seyid Halid, Dikan Köyünde kalarak, orada yaşamayı tercih ederken, diğer iki kardeşi Seyid Hasan ve Seyid Mustafa oradan ayrılarak, bilinmeyen bir nedenle Qedişt (Kadışt-Kırım) Köyüne gelip yerleşiyorlar. Seyid Ali, Kadışt Köyüne yerleşen bu iki kardeşten Seyid Hasan ‘ın soyundandır. Yani silsilesi şöyledir: Seyid Hasan oğlu, Seyid Mahmud oğlu, Seyid Hasan oğlu, Seyid Mahmud oğlu, Seyid İsmail oğlu, Seyid Hasan oğlu, Seyid Mahmud oğlu, Seyid Muhammed oğlu, Seyid Ali şeklindedir. Seyid Ali, Qedişt-Kadışt köyünde kendi halinde bir insan olarak, öyle mütevazi bir hayat yaşıyormuş ki, köylüleri, ona, “Aliko” diye hitap ederlermiş. Onun zamanında insanlar, Hac’a, ancak hayvan sırtında gidebiliyorlardı. Bir seferinde, yine bu köyden bir kafile hacı adayı yola düşmüşler. Herkes hac vazifelerini yerine getirip dönüş hazırlıklarını yaparken, kafileden birinin hayvanı orada ölmüş, parası bitmiş olarak kafileden kopmuştur. Kadişt kafilesi arkadaşları da onu arayıp bulamayınca, çaresiz onsuz yola düşmüşler. Yoksa onlar da perişan olacaklardı. Kadişt köylü, sağa sola çaresiz koşuştu, yardım edecek birilerini ararken nur yüzlü aksakallı bir dedeye rastlayınca büyük bir umutla ondan yardım diliyor. Derdini bu nurlu dedeye açıp, burada yabancı olduğunu, kendisine bir yol göstermesi ve yardımcı olması için ona ricada bulundu. Meğer bu nurani yüzlü dede de bir ermiş kişiymiş. Soruyor Kadışt’ lı hacıya; nerelisin, diye. O da; ben, Kadişt Köyündenim, deyip köyün yerini, mıntıkasını tarif ve izah ediyor ona. Nurani yüzlü dede gülümsüyor ve ona diyor ki; senin derdine ancak çare olabilecek bir köylün var burada, sen niye ona gitmiyorsun ki, diyor. Kadıştlı köylü, afalıyor ve diyor ki, benim köylülerimin kafilesi, beni bulamayınca gitmişler, kimse yok ki başka, diyor. Nurani dede, o dediğim zat, sizin kafilenizden değil, adı da Seyid Ali’ dir. Her Cuma Günü köyünden gelir, burada Cuma Namazını kılar ve aynı gün köyüne döner, dedi. Kadıştlı köylü daha da şaşırıyor ve bizim köyde bu isimde bir kimse yoktur ki, diyor. Nurani dede, yine gülümseyerek; tabii, siz orada, ona, ”Aliko” diyorsunuz. Bak sana, ona gidecek yolu da göstereyim, diyor. Kadıştlı köylü şaşkın gözlerle anlatılanları dinliyor. Dede diyor ki; şu karşıdaki ufuk çizgisindeki serap (leylan) ı görüyor musun; o serap(leylan)ın orta yerinde camii gibi bir yükselti görünüyor. İşte o, velilerin camisidir. Bugün de Cuma’dır ve her Cuma Günü, Seyid Ali gibi, her yerden veliler gelirler ve bu camide Cuma Namazını kılarlar. Şimdi sen de erken gitmelisin; o caminin tam karşısında, kumları eşeleyip kendini içinde saklayabileceğin kadar bir çukur aç ve çevreden dikenli çalılardan toplayıp üstünü ört ki, dışardan görülmeyesin. Yerini alıp beklemeye başla; her yerden veliler gelecektir ve en sonda Seyid Ali gelecektir. Yeşil külahlı, beyaz sarıklı, şöyle sakallı, böyle cübbeli, deyip köylüye onu tarif ediyor. Sakın telaş yapmayasın, namazdan sonra en son yine o çıkacaktır, diyor. İşte o anda, yerinden fırlayıp onun ayaklarına kapanıp sıkı sıkıya ona sarılacaksın. O, ne derse desin, sakın onun ayağını bırakma ve ondan, çaresizliğine çare olmasını ısrarla rica edeceksin. O sana yardımcı olacaktır, dedi. Kadıştlı köylü denilenleri yapar. Seyid Ali camiden çıkar çıkmaz ayaklarına sarılır, derdini, çaresizliğini söyler ve ondan ısrarla yardım diler. Seyid Ali, bakar ki, kurtuluşu yoktur; ona der ki, yardım edeyim ama, korkarım sırrımı ifşa edeceksin; bu konuda bana kat’i söz verebilir misin, der. Çok çaresiz ve perişan durumda olan köylüsü, yeminle söz veriyor ona; asla sırrını açıklamayacağım, diyor. Seyid Ali, köylüsüne, kalk, diyor; onu sağ elinden tutarak, ona; sağ ayağını sağ ayağımın üzerine koy ve gözlerini kapatıp besmele çek; sonra gözlerini aç, diyor. Kadıştlı köylü denileni yapıp gözlerini açtığında sağ ayağını Kadışt Köyünün merasına attığını görür. O, köyüne bir adımda gelmiştir. Şaşkınlık, telaş, sevinç gibi karmaşık duygularla evin yolunu tutarken, köylüleri, hacı olarak onu karşılamaya geliyorlar ve o, yanında hayvanı olmadan, nasıl gelebildiğini bir şekilde izah edip durumu kotarıyor. Kimseye inandırıcı gelmese de, o artık bir hacı olduğu için ne dediyse onu doğru kabul ettiler. Aradan yıllar geçiyor. Yörenin en zengini olan bir ailenin bir genci, aileye özgü ölümcül irsi bir hastalığa yakalanıyor. O hastalığa yakalanan tüm gençleri ölmüştür. Zengin aile, bu gençleri de ölebilir telaşıyla çocuklarını, nerede bir hekim ismi duydularsa, her yere götürüyorlar onu, ancak bir çare bulamıyorlar. Bu genç, çok sevimli biriymiş; herkes gibi, o Kadıştlı köylü de onu çok seviyormuş ve ona bir şey olacak diye çok telaşlanıyor. İşte tam böyle telaşlı bir ortamda, bir anda aklına Seyid Ali geliyor ve ona verdiği sözü unutarak, sevinçle gencin ailesine diyor ki; neden Seyid Ali’ye başvurmuyorsunuz ki, o beni bir adımda haçtan köyüme atmıştı, der. Gencin ailesi, buna sevinecek yerde, Seyid Ali’ ye öfkelenirler ve ailemizden kaç kişi bu hastalıktan öldü; nasıl olur da o, elindeki böyle bir imkânı bizden esirgeyip imdadımıza gelmedi, diye kızdılar. Ondan yardım isteyeceklerine, onu, o zamanki Osmanlı mülki amirine şikayet ediyorlar; o, sahtekar bir sihirbaz olup dindar halkı kandırıyor, diye. O anda Seyid Ali, yani köyün “Aliko” su, Dımıştad civarındaki bir tarlasında çalışıyormuş. Osmanlı mülki amiri (Paşa olabilir), beraberinde bir müfreze asker, gencin ailesi ve tüm Kadışt mukimleri ile birlikte, Seyid Ali’ nin tarlasına doğru yürüyorlar. Tabii sırrı ifşa eden köylü, bin pişman olmuştu ama iş işten çoktan geçmişti. Yolda el kol hareketleriyle, telaş içinde çırpınarak; ne olur yapmayın, o bir ermiş zattır, ona zulüm etmeyin, benim yüzümden zarar görmesin, diye kalabalığa yalvar yakar ricada bulunuyordu. Ancak kimse onu duymuyordu bile. Herkes gergin bir vaziyetteydi. Hele hasta gencin ailesi, onu sanki önceki ölen çocuklarının da katili gibi sayacak kadar ona öfkeli ve hırslıydılar. Askerleri de bu duygularla onun aleyhine kışkırtıyorlardı. Kendisine doğru gelen kalabalığı uzaktan seyreden Seyid Ali, kalabalık pek seçilmediği için önce pek bir anlam veremedi. Kalabalığın yaklaşmasını bekleyip, onlara merakla bakıyordu. Kalabalık yaklaştıkça kişiler de net bir şekilde seçilir hale gelince; gördü ki, bu kalabalık öfkeli bir şekilde kendisine doğru geliyor ve kiminin elinde sopa, kiminin elinde kürek, kiminin elinde balta var. Ayrıca gördü ki, sırrını bilen köylüsü de kalabalığın önündekilerin karşısında, bir oraya, bir buraya koşturup el kol hareketleriyle onları teskin etmeye çalışıyor; anladı ki sırrı ifşa olmuştur. Seyid Ali, tarlasından Dımıştad’taki şu andaki kabrinin bulunduğu yere doğru koşmaya çabalar. Sonra, koşmanın gereksizliğini düşünüp, tam da kabrinin olduğu yerde durur ve Allah’a el açarak; ya Rabbi, sırrım ifşa oldu, artık emanetini al, diye yalvardı. O anda hemen yer yarılır ve Seyid Ali sanki bir merdiven basamaklarından iniyormuş gibi o yarığa yavaş yavaş inip kayboldu. O anda kalabalık ta oraya hızla yetişmeye çabaladı; onlar, sandılar ki, Seyid Ali bir geçit bulmuş da ellerinden kaçmaya çalışıyor. Kalabalık tam yarığın başına gelmiştiler ki, yedi renk ışık huzmesi yarıktan dışarıya doğru aktı ve yarık onların gözleri önünde tamamıyla kapandı. Seyid Ali artık yoktu. Osmanlı mülki amiri de, okumuş âlim birisiymiş. Kalabalığa döndü ve “Yazıklar olsun size; bizim devlet-i alimiz böyle büyük zatların himmeti ve duasıyla ayaktadır ve sizler, bizleri de kandırarak böyle veli bir zatın kaybına sebep oldunuz. Yazıklar olsun bize ki, bizler de, sizin bu cahil aklınıza uyup böyle bir zatın kaybına suç ortağı olduk. Allah bizi affetsin. Çok yazık oldu, çok, deyip; yarığın olduğu yerin işaretlenip bu mübarek zatın mezarının belli olmasını ister onlardan. Hac’ da mahsur kalmış bir hacının maksadını ifa ettiği için, yörede, (maksatları, dilekleri yerine getiren şeyh anlamına) ona, zamanla Şeyh Maksud denmeye başlanmıştır. Onun için; “Alî yê Teyar” ya da “Alî yê Mirada” diyenler de olmuştur. NOT: Tabii, köydeki yaşlılar, bu kadar detayı bilmezler; onlara göre, Hac’ dan bir adımda gelen hacıyı karşılamaya koşan köylülere, bu hacı, heyecandan verdiği sözünü unutarak; beni değil, gidin Seyid Ali’yi tebrik edin ki, o zat beni bir adımda Hacdan buraya ulaştırdı, deyince, sırrını ifşa ediyor, diye anlatıyorlar. Asıl öyküsü yukarıda anlatıldığı gibidir. Seyid Ali’nin zürriyeti de şöyle devam etmiştir: Seyid Ali’nin oğlu Seyid Ömer (Mazıdağı-Pir Xetap’ta medfundur), onun oğlu Seyid Heci Mustafa (yê Gozê) öyle meşhur bir hekimdi ki, ahali onun için; Heci Mustafa yolda yürürken, otlar ona seslenip, ben şu hastalığın ilacıyım, dediğini iddia ederlermiş. Çünkü ona giden her hasta iyileşiyormuş. Onun, kendi el yazması bir hekimlik kitabından bahsedilir; ancak ne yazık ki o kitap kayıptır. Onun oğlu Seyid Melle İbrahim müderris bir medrese âlimiydi ve Hac’ da iken vefat ettiğinden orada defin edilmiştir. Onun oğlu Seyid Melle Aziz de müderris bir medrese âlimiyken, Cumhuriyet yönetiminin baskılarıyla medrese yönetememiş sadece kıt imkânlarıyla “feke” ler yetiştirebiliyordu. Kela Zerzevan’ da infaz edilecek kafileler içinde o da vardı. Diyarbakır Yedinci Kolordunun devreye girmesiyle, infaz sırası gelmeyenler içinde o da sağ kurtulmuştu. Mardin ili Kızıltepe ilçesinde Şeyh Selim Mezarlığında medfundur. Onun kardeşleri Muhiddin, Sofi Ali ve Süleymanê Karazî, ailenin geçimini sağlayabilmek adına, ekonomik nedenlerle ilim tedrisi yapamamışlardı. Melle Aziz ise köylerde fahri imamlık yapıyordu ve Nakşi tarikatından Şeyh Ahmedê Şorşibî’ nin halifesiydi. Kızıltepe ve Mazıdağı köylerinde tarikata binlerce murid kazandırmıştı. Âlimliğinin yanı sıra gözüpekliği ve yiğitliği nedeniyle, halk arasında onu yakından tanıyanlar, onun için; Melle Aziz, hem dünyanın, hem ahiretin aslanıdır, derlerdi. Mardin Kızıltepe’de ikamet eden beş tane oğlunun adları, sırasıyla; Melle Münir, Melle Hadi, Reşit, Melle Zahir ve Zakir’dir. İki tane de kızı vardı; Emoşê ve Famê’dir. Melle Münir dışında, diğerlerinin epey çocukları vardır. Kaynak: M.Nazım Güler mnazimguler@gmail.com info@mnazim.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |