Kendi görüşlerim var -sağlam görüşler-, yine de her zaman onlara katılmıyorum. -G. Bush |
|
||||||||||
|
Mardin, dünyada eşi az bulunur bir hoşgörü, huzur ve barış şehridir. Bu korkunç facia için Mardin’inin seçilmesi bir şansızlıktır. Mardin bunu hak etmiyor ve aynı zamanda bu olay, bölgeye karşı çok kalleşçe bir tuzaktır. İnsanlıktan nasibini almayanlar, bukalemun gibi her renge bürünüp, Kürtlerin tarihini, kültürünü, örfünü, adetini, töresini ve yöresini, “olağanüstü hal” koşullarında, çok olağanüstü çabalarla, tüm hile ve tuzaklarıyla iğdiş edip, tüm maddi- manevi varlıklarımızı alt-üst ettiler. Bölgeye düşman olanlar, Kürdün yüce seciyesini kendilerine sahiplenirken; kendi kirli ve barbar ahlakını, sanki Kürtlerinmiş gibi, tv haberlerinde yarattıkları “şok” haberlerle; %99 bölgemizle ilgisi olmayan uydurma senaryolarda, işledikleri hayali “töre” konularıyla, hem kitlelerin bilincini bulandırıp, hem de bu yoldan kazandıkları haram paralarla köşe oluyorlar. Tahribatları bilinçli ve şovencedir. İşte bu egemen zihniyetin eseri olan Mardin’inin, Mazıdağı (Şemrex) ilçesine bağlı, (Kürtçe adı Zanqırt olan) Bilge Köyündeki vahşetinin asıl nedenini ve müsebbiplerini gizleyerek, olayı Kürt halkına hakaret anlamına varan “töre” , aşiretçilik vb. yalanlarda dolandırarak, halkımızı aşağılık kompleksiyle boğmaya ve onları, kendilerinden nefret ettirmek için baskılamaya çalışıyorlar. Kürt bölgesinde, devlet eliyle, yaşatılan toprak ağalığı ve buna bağlı olarak varlığını sürdürebilen aşiretçilik ve (kırılmasına rağmen) yer yer uç örneklerine rastladığımız kimi “töre” kalıntıları olsa da; bu köydeki olay ve vahşi katliamının asıl nedeni bunlar değildir. Belki, bunlarmış gibi görünsün diye, süsleme malzemesi olarak kullanılmak istenmektedir. Bu bilinçli bir senaryo ve kalleşçe bir oyundur. Belki olayın müsebbipleri, bu senaryoyu bilinçli olarak, piyasaya yaymak ve halkları bununla kandırmak, kamuoyunu uyutmak istiyorlar.. Kanalları için sahte Tv dizilerine yeni malzemeler çıkarıyorlar. Bilge/Zankırt köyünde ağalık var mıdır ki, töresi olsun; bir kere bu olayların failleri ve kurbanları olan şu an ki köylüler, bölgeye koruculuğu silah zoruyla dayatan devletin, silahlı çeteleri ve bu köyü işgal edenleridirler. Devlet, zamanında bunları da yanlarına alarak, köyün asıl sakinlerini, koruculuğu kabul etmedikleri için, zorla köylerinden göç etmelerini sağlamışlardır. Gerçekte bu köy, bitişiğinde “Sultan Şeyhmus” adıyla bir evliya yatırı ve ziyaretgâhı bulunan bir mesire yeri olup, Kürdü, Arabı, Çeçeni, Süryanisi bir arada piknik yaptığı bir barış ortamına sahiptir. Bölgenin en yeşillikli alanlarındandır. Koruculuk o mekanı da kirletmiştir. “Töre” ve namus diye bir uydurma bahane attılar ortaya; kim niye attı, aslında bellidir, gerçekleri saptırmak amaçlıdır. Önceleri, öldürülenlerden bir gencin deniyor;(kim bu genç, bari bir isim de uydursalardı(!)), saldırgan taraftaki bir kıza deniyor;(hangi kız; ona da bir ad bulamadılar(!)) tecavüz etmiş de, gelin adayı kızcağızı bunun bedeline istemişlermiş de, kavgasını sürdürmüşlermiş de, iş buraya gelmişmiş!.. Yalan. Şimdi de “Şıh Mehmet”in hanımıyla 2 yıl boyunca yasak aşk yaşanmış da (kim onunla yasak aşk yaşamış; bir kadını ve kocasını rencide ediyorsunuz da, failin adını gizlemek mi ahlakınıza zor geliyor(?)) ve güya bu “Şıh Mehmet” o hırsla; “herkesi öldürün, kimse sağ kalmasın” demişmiş!.. Yalan. Eğer “Şıh Mehmet” bunu söylemişse, söyleme bahanesini değil de, asıl nedenin ne olabileceğini sorgulayarak olaya yaklaşmak gerekir. Bu yavan bir gerekçedir çünkü. Bu olayın, içine maydanoz olsun diye, “kızı karşıya verdirmeme” da olsa, tecavüz de olsa, kişisel rant da olsa, asıl nedeni başka olmak zorundadır; çünkü olayın çapı ve kapsamı bu bahanelerin toplamını aşacak ölçüde, bölge karakterine uymayan adet dışı ve insanlık dışı vahşi bir politikayı barındırıyor. Bu bir inkâr ve imha politikasıdır; hakları inkâr; varlıklarını imha amaçlıdır. Bu olayın, Kürt sorununda barışçıl girişimlerden söz edildiği, PKK’ nin 1 Haziran’a kadar ateş kestiği, Federal Irak Kürdistan’ında çok geniş katılımlı ve sonuç alıcı karakter sergileyen bir “Kürt Konferansı”nın gündeme geldiği bir döneme rast gelmesi, herkesi çok düşündürmelidir. Burada, kadınlar ve çocuklar, tamamen masumdurlar; ancak, öldürülen erkekler gibi, olayın faili diye yakalananlar da masum bir geçmişe sahip olmadıkları ortadadır. Bir kere hepsi koruculuğu kabul edip, köyün topraklarına el koymuşlar ve önceki köy sakinlerini göçe zorlamışlar; kimden destek ve güç aldılar; kimin silahıyla bunu yapabildiler bellidir.. Niye yaptılar bunu; “terör”e karşı gelmek ve devlete sahip çıkmak için miydi? Öyle olmadığı açığa çıkıyor.. Diğer sebeplerden birisi, örneğin; oradan geçen petrol boru hattını delip, petrol çalmak yasal mıdır; devletin ekonomisini baltalamak olmuyor mu? Hem de devletin silahları gölgesinde!.. Edinilen bilgiye göre, vahşi katliamdaki evin sahibi eski muhtar Cemil Çelebi, 2003'te akrabaları ile birlikte köyün hemen yakınından geçen BOTAŞ'a ait Kerkük-Yumurtalık ham petrol boru hattını delip, sattıklarıyla kısa sürede trilyonlara ulaşan bir servet elde ediyor. Cemil Çelebi, vahşi saldırıda ölen Ali Çelebi ve Vahap Çelebi ile birlikte tam 2 ay boyunca boru hattından çaldıkları petrolün tankerini 20 milyar liradan satmışlar. Ham petrolü alan şebekeler, boya fabrikası adı altında açılan fabrikalarda petrolü işleyerek akaryakıta çeviriyorlarmış. Peki bu olaylar, devletin askeri birimlerinden (Jitem vb.den) gizli olması mümkün müdür? Köy yakınındaki karakolun askerleri ve bu korucular, “terörist”lere karşı sürekli keşif ve takipteyken, koca petrol borularını gizlice delmek, köy yerinde kocaman tankerlerle motor gürültüsüyle taşımak ve ancak, zorunlu olarak asfalt yolun üzerindeki karakolun önünden geçirmek mümkünken, petrolü satmaya götürmek nasıl açıklanacaktır? Köylüleri kendi aralarındaki bir rant ile mi; yoksa işin arkasında olası daha geniş çaplı başka bir neden ile mi? Bölgede yine kaos yaratmak gibi.. Vahşetin failleri içinde adı geçen M. Sait Çelebi, bu kaçakçılıktan Cemil Çelebi’den daha çok para kazanmak istemişti, deniliyor. Koruculuk yapan M. Sait Çelebi, köyün JİTEM ile irtibatlı tek “derin” korucusu olarak biliniyormuş. Tehdit ve şantajla kaçakçılığa ortak olan Çelebi'nin JİTEM'deki dostları sayesinde kaçakçılığın kendi leyhinde devam etmesini sağladığı iddia ediliyor. İddiaya göre, bir gün bu köyde ortaya çıkan rantın paylaşımı konusunda tartışma çıkmış ve Cemil Çelebi, köyde 1 gecede 350 milyar lira dağıtmış, deniyor. Mardin'de 500'er milyara 3 minibüs hattı alan Cemil Çelebi'nin toplam servetinin 3 trilyona ulaştığı da iddia ediliyor. Rant bu kadar büyüktür. Bu konuda, araştırma ve inceleme yapılıyor mu bilmiyoruz; ancak bütün bunlar, bizleri, olayın asıl nedenlerine de götürebilir.. Kaçakçılık nasıl ortaya çıkıyor; 2003 yılıda M. Sait Çelebi, Cemil Çelebi ile rant paylaşımında sorun yaşamış ve M. Sait Çelebi, bir gece kaçakçılığın yapıldığı noktaya sabotaj düzenleyerek, orayı yakıyor. Yangın nedeniyle olaya müdahale eden yetkililer, ancak o zaman petrol kaçırıldığını tespit edebiliyorlar. Yani deşifre oluyor… Yapılan operasyonda, adı geçen 4 kişi ile birlikte Vahap Çelebi de gözaltına alınırken bir astsubay ve bir yüzbaşı da açığa alınıyor. Ancak, her zaman ki gibi, yeterli delil olmadığından kaçakçılık sanıkları yalnızca iki ay hapis yattıktan sonra tahliye edilmişler o zaman. Bu köydeki korucular, bu vb. rant olayında sadece figüran olabilirler; böyle olaylar çaplarını aşar.. Töre ise, bir başka gülünç bahanedir. Töre, olduğu yerlerde, kız ve oğlan hedef alınır; eğer aileler de karşılıklı çatışmak zorunda kalırlarsa, kesinlikle ( töre kurbanı kız hariç) hiçbir kadın ve çocuklar hedef alınmaz.. Genellikle sevgilisine kaçan Kız ve yasak aşk yaşayan kadın dışındaki tüm kadınlar, (aşiret kültürü geriliğine rağmen) namus ve kutsal sayılır aşiret töresine göre. Örneğin, iki aşiret silahlı çatışmada, birbirlerinden adam öldürdükleri sıralarda bile, iki tarafın kadınları, eşlerine gıda vb. yardım götürebiliyorlar ve değil onlara dokunmak, onlara laf atmak bile her aşiret için onursuzluktur ve söz konusu o aşireti küçük düşürmek sayılır. Ya da iki büyük aşiretin kanlı kavgası arasında, barış için, daha büyük aşiretlerin ileri gelenleri araya girip çözemediği bir durumda, bir tarafın sadece bir kadını, ortaya çıkıp, “kofi”sini (başlığını veya baş örtüsünü) çatışan iki aşiret liderinin arasında yere atarsa iş biter, çatışma son bulurdu. Çünkü, o saatten sonra çatışmayı sürdürmek o kadının şahsında “namus”u ayaklar altına almak olur ki, bu da aşiret kültüründe, o aşireti dışlayıcı rezil bir sona götürür... Diğer bir örnekte, aşiretin öldürmek istediği bir erkek, şayet karısının arkasına saklanır ve ona sığınırsa, öldürülmekten kurtulur. “Töre” denecekse işte Kürt töresi budur .. Yoksa böyle katliamlar töreye girmez, giremez.. Kürt töresi, Türk TV kanallarının uydurma dizilerinde olduğu gibi değildir; o uydurma senaryoları yazanlar kendileri uydurup kendileri oynuyorlar; halkların duygularını sömürüp günü kurtarmaya çabalıyorlar; gerçi bunun da artık cılkı çıktı. Kimi diziler, Kürt bölgesinde ya çekim yapamıyor veya çekilince de film setinde saldırıya uğruyorlar; çünkü yöre halkı, onların senaryolarını kendilerine hakaret sayıyorlar… Peki aynı köyde yaşayıp akraba olan bu insanlardan nasıl böyle canavar figüranlar çıktı, çıkabiliyor?!.. İşte bunun sosyolojik ve psikolojik nedenlerinin köklerine inmek lazımdır. Burada gerçek bilim adamlarına büyük işler düşüyor. Yerinde, onurlu bir araştırma yapıp, doğruları halka açıklamalıdırlar. Her şey, devletin Kürt sorununa bakışında ve icraattaki politikalarında saklıdır. Cumhuriyetin başından beri, demokratik olmayan bu devlet, Kürtlerin tarihine, kültürüne, diline, “inkârcı ve imhacı” yaklaşmıştır. İlkokuldan başlayarak, okullarda, yurtlarda ve kışlada Kürtçe konuşmak Kürtlere yasak edilmiştir. Kürtlerden bahsetmek, Kürdüm demek tabu olarak görülmüş; kurala uymayanlar, baskılara, işkencelere, hapislere maruz bırakılmıştır. Bu bir halkın, tarihine, kültürüne, kişiliğine karşı bir devlet terörü değil de neydi? Şimdi, daha yeni kimi gerçeklerin farkına varanlar oluyor; ancak bazıları da bu gerçekler, onları yanıltsın diye, çözüm yoluna da takos koymaya çalışıyorlar.. Ergenekon davasında görüldüğü gibi.. PKK’nin silahlı mücadelesi başlayınca, önlem olarak başvurulan ”Koruculuk” sistemini yerleştirmek ve yaygınlaştırmak için, köylerde yaşanmadık baskı ve zulüm bırakılmadı. Köyler yakıldı, yıktırıldı; Köylülere dipçik zoruyla baskılar yapıldı. Köylüler, ya topraklarını, hayvanlarını, evlerini bırakıp göç edecekler; ki bu durumda malları, mülkleri, davarları, ekinleri diğer (belki hasım) köylerden olan korucular tarafından ordu gözetiminde talan edilirdi veya kendi halkına karşı, kendileri de korucu olurlardı. Bir çıkmazla karşı karşıya bırakılıyorlardı. Silahı alanlar, pkk’den çok diğer köylerdeki kendilerine katılmayan halka baskı yapmayı görev saydılar.. Diğer köydekilerin birçoğu da ya akrabaları veya önceden dostlukları olan tanıdıklar olurdu. Bu durumda, tanıdıklarına silah doğrultmak zorunda bırakılan korucunun psikolojisi nasıl olabilir?. İğdiş edilen bir kişilik ile iç bunalımlar yaşamazlar mı? Münferit olsa da, kimi köylerde, timler, korucuları nöbete yollayıp, kendi evlerinde namuslarına, kızlarına da el atmışlarmış; evlendirmelerine karar verilmiş kimi kızların, intihara başvurmalarının gerisinde böyle düşürülmüş nedenler de az değildir, denildiğine göre.. Yani korucular, kendi halkına karşı eline devletin silahını alması yetmemiş gibi, gidip kendi köylülerine baskılar yapıyor; o yetmiyor akrabalarını dahi kendileri gibi korucu olmaya zorluyorlar.. Neden; çünkü Kürt halkı, koruculuğu kendisine karşı bir ihanet öngörüyor, onlara “cahş/hain” dedikleri için; koruculuğa mecbur bırakılan korucular da, bu yolda yalnız kalmasın (onları aşağılayacak kimse kalmasın) diye kendi yakın akrabalarını dahi bu işe zorluyorlardı. Bunu yaparken de zaman içinde hiçbir insani kural tanımıyorlardı, her türlü kötülüğe başvuruyorlar... Askerin yanında, sözüm ona “terörist” gizleyebilir bahanesiyle bütün bodur ormanları bile yaktılar.. Başkalarının kızlarına, mallarına, göz dikerken sıra kendi namuslarına gelince, susacak kadar kişilikleri sarsıldı, davacı bile olamıyorlardı.. Koruculuk kalksa bile, onların hepsi belli bir süre terapiden geçmesi gerekir. Dönüşü olmayan bir yolda, imhacı bir canavara dönüştüler kimi korucular... Nitekim bu olayda da, eski muhtarın silahını bırakıp ticarete atılmaya karar verdiği de söyleniyormuş iddialar arasında.. Geride kalacak olan korucuların ve Jitem’ in olası kirli sırlarına sahip olunca, imha edilmelerine karar verilmiş de olabilir. Zaten saldırganlar, çoluk çocuk herkesin öldürülmesinin gerekçesinde, olayı PKK’ nin üzerine atıp konuyu saptırmak istemelerinin asıl nedeni, eski muhtar tarafının koruculuk silahını bırakmak istemeleri de pek ala olabilir… Karakol beş dakikalık mesafedeyken ve silah sesleri orada duyulabiliyorken; üstelik olayın mahiyeti karakola anında haber verilmişken, yanlarında nöbet tutan o köyden bir korucunun ikazına rağmen neden askerler müdahale etmediler ve ancak iki saat sonra olay yerine gidebildiler?!.. Zaten köydeki tüm silahla tarama olayı da on beş dakikalık bir süre içinde son bulmuştu. Karakolu töhmet altında bırakmak istemiyorum ; ama acaba herkesin öldürülmesi ve geride kimsenin sağ bırakılmaması mı beklenilmişti?! Umarım sorgularda karakol aklanır veya onları yanıltan varsa o da ortaya çıkarılır... Soruşturmada örfü adeti, töreyi, kişisel rant vb. dışarıya karşı göstermelik olan saptırma bahaneleri bir yana bırakalım da; belki bunlardan da hareketle çok yönlü sorgulamalarla, olayın asıl nedenlerine ulaşmak gerekir.. Çünkü, bu olayda, eğer geride tanık kalmayıp olay PKK’ in üzerinde kalsaydı, nasıl bir toplumsal kaos gelişecekti ve nasıl bir askeri infial yaratılacaktı, bunu görüp, iyi düşünüp, değerlendirerek, doğru gerekçeleri bulmak için bu olay çok yönlü sorgulanmalıdır.. Bilinmelidir ki, Kürt halkı böyle bir “töre”yi üstlenmiyor; bunu kimler uyduruyorlarsa bu “töre”nin uygulayıcıları da onlardır.. Lanet olsun ve nefretle kınıyorum!.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |