En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Cuma akşamı Kıbatek Vakfı Salonunda, Kıbatek tarafından düzenlenen “Edebiyat Sohbetleri”ne katıldım. Konuşmacı, üniversiteden hocam olan Sayın Prof. Dr Şerif Aktaş idi. Sayın Aktaş, şimdi Gazi Üniversitesi’nin bir öğretim görevlisi. Şu anda DAÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nde geçici bir süre için çalışıyor. Prof Dr Şerif Aktaş, bilgi deryası bir ilim adamı. Anlatımıyla, espri ve nükteleriyle, verdiği örneklerle eşsiz bir deha. Onu dinlemek, şu yaşta bile kendilerinden bir şeyler öğrenmek, bizler için büyük bir kazanç diye düşünüyorum. Tabi bu arada verimli ve önemli çalışmalarından dolayı Kıbatek Yöneticilerine ve özellikle Sayın İsmail Bozkurt Bey’e çok teşekkür ediyorum. Çünkü bu alanda gerçekten büyük bir boşluğu dolduruyorlar. Prof. Dr Şerif Aktaş, öyle boş oturup, vakit geçirmeyi hiç sevmeyen biri. Zaten sohbetine de özellikle bunu belirterek başlıyor: “Buraya geldikten sonra çok da rahat durmak istemedim. Ders vermek, eve gitmek, boş durmak çok da hoşuma gitmiyor. Bu nedenle Edebiyat üzerine konuşalım istedik. Böyle bir teklife de sizler için tereddüt etmeden evet dedim.” diyor. Böyle bir girişten sonra hocam, edebiyat ile ilgili kafamıza takılabilecek soruları arka arkaya sıralıyor. Hocayı üniversiteden bilirim. Çok akıcı bir üslubu vardır. Konuşurken bile ağzından sözler, belli bir ahenk ile çıkar. Süzgeçten süzülen çay gibidir. Demli. Tam kıvamında. “Tavşankanı” derler ya. İşte öyle bir şey. Her şey yerli yerindedir. Kendileri için yirmi birinci yüzyılın Yahya Kemal’i diyebiliriz. Çünkü Yahya Kemal de büyük şairliğinin yanı sıra, edip bir kişi idi. Hoşsohbet biri idi. Düşünceleri hala insanların ufkunu açar, onlara yön verir. İşte hocam da böyle biridir. “Sizin isteğiniz önemli. Edebiyat deyince ne anlıyorsunuz? Nedir edebiyat? Akan bir su mudur? Gönüllerde bir tutku mudur? Bir şiir mi; yoksa bir öykü müdür? Yoksa elimize aldığımızda hiç bırakamadığımız büyük bir roman mıdır?” diyor. Önceleri şiir yazdığını; ama daha sonra üniversiteye gidince birçok şeyi edebiyat diye önüne sunduklarını ve bu nedenle hazır yazdıklarından olduğunu belirtiyor. O zamanlar öyküler de okuduğunu, ama maalesef bundan da vaz geçirdiklerini söylüyor. “Edebiyatın ilmi olur mu? Bunu genç bir öğretmen iken sormaya başlamıştım. Hala da soruyorum. Bir alanın ilim olabilmesi için önce maiyet özelliği taşıması gerekir. Böcek diyoruz. Bu, bize çok şeyler düşündürüyor. Doğada milyonlarca böcek var. Hepsinin de kavramları aynı. Oysa edebiyat denince çok farklı bir düşünce ortaya çıkıyor. Beynim böceklendi derseniz, ortaya bambaşka bir anlam çıkıyor. İşte edebiyatın gücü burada ortaya çıkıyor.” Edebiyatın metinsiz olmadığını söyleyerek, edebiyat tarihinden söz açıyor, Prof. Dr Şerif Aktaş. Kendilerine göre, tarihi olmayan hiçbir şey yok. Gerçekten de doğru. Hepimiz belli bir zaman içerisinde yaşıyoruz. Ve bu zaman, su gibi akıp gidiyor. Bizler, vakti gelince göçüp gidiyoruz. Ama bıraktığımız eserler geride kalıyor. Yüzlerce yıl sonra gelenler için artık biz, tarih oluyoruz. “Edebiyat tarihi diyoruz. Peki, neyin tarihi yok ki? İnşaat alanının bile bir tarihi var. Metinsiz edebiyat olur mu? Metin, kendisine özgün bir iletişim aracı. İletişim aracı olmayan bir metin yok. Metin içerisinde göndericinin, alıcıya vermek istediği bir mesaj var. Öyleyse metin, göndericinin alıcıya vermek istediği mesajdır. Benim yanımda ‘Edebi Makale’ denildiği zaman deli oluyorum. Makalenin edebiyatı olur mu? Öğretici yazı ile edebi yazıları birbirleriyle karıştırmayalım. Sanat yazıları ile edebi yazıları birbirinden ayırmak gerekiyor. Uzun hikâye ile kısa hikâyeyi birbirinden ayırabiliyor muyuz? Tarihi roman ile psikolojik romanı birbirinden ayırabiliyor muyuz? Ben ayıramıyorum. Şimdiki edebiyat öğretmenleri, ellerine geçen çocuklara, yazı yazmamaları için ellerinden geleni yapıyorlar. Tutturmuşlar bir “Giriş, gelişme, sonuç” gidiyorlar. Bir yazıya başlarsanız, mutlaka onun bir başlangıcı olacaktır. Başlangıcı olmadan yazı olur mu? Peki, bunlar öğretilebilir mi? Çocuğa yazmayı nasıl öğretebilirsiniz? Yazma işi şoförlüğe benzer. Şoföre araba sürmesini öğretebilir misiniz? Öğretemezsiniz. O, zamanla kendini geliştirir. Direksiyonu tutmadan arabayı kontrol edemez. Gaza basmadan araba gitmez. Araba çalıştırılmadan sürülmez. Şoför bunları zaman içerisinde kavrayarak öğrenir.” Sanat ve sanatçı üzerinde de durarak görüşlerini şöyle aktarıyor: “Edebiyatın varlık sebebi nedir? Edebiyat olmazsa olmaz. İnanmanız gerekir. İnanmazsanız ne olacak? Bu tip sorulara cevap verebilmek için insanı somut olarak ele almak gerekir. Sanatı yapan varlık insandır. Bu nedenle insan edebiyatla ilgilidir. Edebiyat bilgi vermez. Belli bir ideolojinin sebebi değildir. Elbette bunları kullanır. Sanat yapmasanız da insanlık olmaz. Mağarada yaşayan insan resim yapmış. Dağdaki çoban şiir, mani söylemiş. Bir araya gelmişler dedikodu yapmışlar. Dedikodu, edebiyatın temelidir. Edebiyat, konuşma ile anlatma ile ortaya çıkar. Anlatmak önemlidir. Destandan en yeni öyküye, romana kadar anlatmadan yararlanılmıştır. Derdiniz vardır, anlatırsınız. Düşüncelerinizi anlatırsınız. Yaşadıklarınızı anlatırsınız. Bunlar edebiyatın şartlarıdır. Bu şartları yok sayarsanız, edebiyat olmaz. Edebiyatın tarifi yapılabilir mi? Siz istediğiniz kadar yapın, anlatın. Ne kadar güzel tarif ederseniz edin, yanınızda serseri bir yazar çıkar, bir edebi eser meydana getirir. Sizin söylediklerinizin hepsini çürütür. Bu nedenle edebiyatın tarifi yapılamaz.” Edebiyatın çıkış noktasının edebi metinler olduğunun altını çiziyor. Metin için dilin önemini dile getiriyor. “Edebiyat ilmi kendisini ortaya koymuştur. Hareket noktası metindir. Edebi metindir. Edebi olmayanlar da vardır. Onların ayrı olarak incelenmesi gerekir. Kişinin kendisini coşku ile dile getirmesi vardır. Bu, şiirdir. Bir de gösterme vardır. Bu, tiyatrodur. Türlerle fazla uğraşmamak gerekir. Öğrencileri bunlar üzerinde uğraştırıp yormamak gerekir. Edebi metinlerde hukuk öğrenilir mi? Tarih öğrenilir mi? Tıp öğrenilir mi? Filmler izliyorsunuz. Oyuncular ölüyor. Gerçek hayatta bakıyorsunuz hala yaşıyorlar. Tiyatro oyunlarında oyuncuların öldüğünü görüyorsunuz. Ama oyun sonunda bir de bakıyorsunuz, bu oyuncular “Yok, biz sizi aldattık” dercesine selamlamaya çıkıyorlar. Edebi metnin göndergesi yalnız kendi içindedir. Edebiyat ilmi üzerinde çalışan insanlar, metnin bir kurmaca olduğunu kabul edecekler. Sanatkâr, dil ile sanatına, metnine vücut veriyor. Dil, korkunç bir şeydir. Yalnızca bir anlaşma aracı değildir. Biz, dış dünyayı dil ile kavrarız. Kendimizi dil ile şekillendiririz. Dil olmasa ne olurdu? Anlaşma olmasa ne olurdu? Dil, kültür taşımasıdır. Dil, bizim kişisel kültürümüzü yapan asli unsurdur. Dil ile düşünürüz. Dil ile konuşuruz. Dil ile ağlarız… İnsan, sanat eseri ortaya koyuyor. Bunu da dil ile yapıyor. Bunlara dil ilimleri demek yerinde olur. Edebiyat ilminden söz ederken onu nereye yerleştireceğimizi düşünmek gerekir. Edebiyat ilmini kültür alanına koymamız gerekir.” Prof Dr Şerif Aktaş, edebi metinlerin anlamlarının olmadığını, okundukları zaman değer kazandıklarını ifade ediyor. Dilin edebiyatla yan anlamlar sayesinde yeni anlamlar kazandığını belirtiyor. Edebi metnin kendi dönemini yansıtmadığını, temsil ettiğini söylüyor. “Döneminin özelliklerinden yararlanır. Edebi metinler tekten bütünü temsil eder. Bir sistemdir. Metni incelerken dönemini zihniyet bakımından incelemek gerekir. Edebiyat ilmi önce zihniyet üzerinde durmalıdır. Edebi metninin, eskisi-yenisi olur mu? Okursunuz. Beğenirseniz, anlarsanız güzeldir. Güzel sanattan zevk almak için gayret göstermek gerekir. Bir metni okuyorsunuz. Temasını buluyorsunuz. Bir başkası da okuyor. O da buluyor. Ama bulunan temalar, birbirini tutmuyor. Buradan da şu noktaya varacağız: Edebi metinde her şeyden önce zihniyete önem vermek gerekiyor. Onu çözmek gerekiyor.” Bu arada ben bir soru soruyorum. “Siyasetçilerin düşüncelerini yaymak için edebiyata başvurduklarını, bu nedenle edebiyatın bir siyası araç olup olmayacağını” soruyorum. Hoca şöyle cevaplıyor: “İşin içine siyaset girerse ona biz, toplumcu sanat diyoruz. Bütün dönemlerde siyasetçiler sanattan yararlanmıştır. Ama sadece yararlanmıştır. Yaptıkları sanat olmamıştır. Sanatın içine politika girerse sanat değeri azalır. İnsan düşüncelerini dil ile meydana getirir. Siyasi düşüncelerini de şiirle dile getirebilir. Ama o zaman şiirde başka şeyler aramak gerekir. Politika ile edebi değer, gücünü kaybeder.” Sonuç olarak Prof Dr Şerif Aktaş, “ Günümüzde bir edebiyat ilminin ortaya çıktığını, istesek de istemesek de bunun bir gerçek olduğunu” dile getiriyor. “Bu nedenle edebiyatçının işinin edebiyat olması gerektiğini” belirtiyor. Uzun zamandır böyle zevkli, hoş ve doyurucu bir sohbete katılmamıştım. Hele de bu sohbet, hocam Prof. Dr Şerif Aktaş tarafından verilmişse… İşin içine onun bilgisi, tecrübesi, anlatım üslubu ve esprileri girmişse… Unutulmaz bir geceyi daha geride bırakmış olduk. Ağzınıza, dilinize, yüreğinize sağlık hocam. İyi ki de gelmişsiniz… Yenivolkan Gazetesi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |