İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
Türkiye’de, Türkçe’ den sonra en yaygın olarak konuşulan dil, şüphesiz Kürtçe’ dir; pratik yaşamda böyle iken, yaşanan bu gerçeğin adını resmen koymak, kimilerinin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Bu gerçeği görmek istemeyenlerin bahaneleri, sözüm ona, bölünme korkusunu oluşturuyor; ancak, bu bölünme fobisinin asıl kaynağını yanlış gösteriyorlar. Bu sorunun temelinde, halklar arasındaki güveni sarsan inkâr ve imhacı anlayış yatıyor. Var olan bir dili inkâr edenler, Kürtler değildir; inkârcı taraf, Türkler adına, derin devletteki “Beyaz Türkler” olmuştur hep. Kürtçe’ yi yok sayıp, Kürt kültürünü imhayı dayatmışlardı. Diğer tüm azınlık halkların kültürlerini asimile etmeği amaçlayan bu tarihi komplonun deşifre oluşu ve planlarının bozulması onları müthiş korkutmaktadır. Bu korkularının sebebi de, ne ektiklerini bildiklerinden; (işte, böyle hasat zamanı gelince) neyin biçileceğinin de farkında olmalarıdır. Halkları birbirlerine düşman ederek, dayatmacı, baskıcı ve tekçi bir kültür emperyalizmi yaşatmayı denemişlerdi; maya tutmayınca ve kendilerinin çözülmesini mukadder kılacak, halksal var oluş ve bilinçlenme süreci gelip çatınca, hemen panikleniverdiler. Çünkü, açılım ve demokratik özgürlükler, onların malzemelerini ellerinden almış olacaktır. Açılım ve demokratikleşme süreci, tüm kamuflaj örtülerini üstlerinden kaldırıp, gerçek yüzlerini ortaya çıkaracaktır. Açılım ve demokratikleşmeye olan öfkeleri işte bundandır. Sürece engel olacak her türlü provaktif hile ve oyunlarını sergileyebilmek için her yola başvurmaktan geri durmuyorlar. Fırsat bulurlarsa ve açık gedikler yakalasalar, hiç tereddütsüz ortamı bozmayı amaçlayan çeşitli tezgâhlar düzenlemeye çabalayacaklarını öngörmeliyiz; bunları ihtimal dışı görmemeliyiz. Onlar, fırsat kollamak için hep pusudadırlar. Ülkenin tek hâkimi olmak ve hep egemen kalabilmek için tekçi mantıklarını, devletin her kurumuna öylesine yerleştirmişlerdi ki, devlet ile toplum arasında uçurumlar yaratmışlardı. Aslında onlar için halk/ların hiç bir değeri yoktur; sözüm ona, her şey devlet için derler ve devletin sahipleri olarak da sadece kendilerini gördüklerinden, her şeyin, kendi çıkarları için olmasını istiyorlar. Yani, aslında devlet de, onların örtülü pisliklerini örten bir maskeden başka bir anlam ifade etmiyordu onlar için. Ergenekon davalarında su yüzüne çıkan bu yönlü gayrı meşru vahşetengiz plan ve tezgâhlar, bizim gözlerimizin açılmasını sağlayıcı yeterince bilgi, belge ve donanım sundu bize. Ancak, her şey bitmiş değil; tüm gerçekler daha tam olarak ortaya çıkmış değildir. Adalet, çok yavaş işlediğinden, henüz kesin bir sonuca ulaşılmış değildir. Ergenekon’ un, asker ayağına bağlı olarak solcu ayağı, dinci ayağı ve sözde Kürtçü ayağı açığa çıkartılmalıdır ki, halklar arasında yaratılmış şu sunî güvensizlik, toplumsal barışa, kardeşliğe ve iç huzura doğru hızla evrilebilsin. Artık, toplumsal barış ve halkların kardeşliğini tesis edecek her türlü demokratik düzenlemeleri gerçekleştirmenin ve pratiğe indirgemenin zamanı gelmiştir. Demokratik açılım sürecini yavaşlatıp seçim yatırımlarına feda etmek, çok tehlikeli olacaktır. Ülkemizde yaşayan halkların tümü, birbirlerinin diline, kültürüne, inancına saygılı ve hoşgörülüdür. Bunun tersini iddia edenler, sadece art niyetli derin çeteler ve güruhlar ile onların sesi olmayı kendilerine görev sayan kimi basın- yayın içinde çöreklenmiş, kimi kiralık yazar- çizer takımıdır. Halkların kendilerinde hiçbir sorun yoktur; varmış gibi gösterilen kimi sunî senaryoları da etkisiz kaldığından, halklar arası bir çatışmaya da sebep olamıyorlar. Biz de halklarımızın sağduyusuna güvenmeliyiz ve onları bilinçlendirecek her türlü bilgi ve belgeyi kamuoyuna sunmalıyız. Demokratik süreci, sürekli ve işler halde canlı tutmalıyız. Toplumsal barış ve demokratik açılımların sağlıklı yürüyebilmesi için; ara verilmeksizin demokratik adımlar atılmalı; sürekli açılımlar gerçekleştirerek, kesintisiz ve elle tutulur canlı ve dinamik bir barış süreci yürütülmelidir. Uzun soluklu duraksamalar, süreci provake etmek isteyenlere bahane ve fırsatlar sunmakta ve onların sergiledikleri oyun ve tezgâhları sayesinde, sürecin barışçıl ilerlemesi aksayabilmektedir. Uygulayıcıların, cesur olması ve halklarımızın sağduyusuna tam güvenmeleri gerekmektedir. Hükümet, ürkek davranmadan ve sürece muhalif olanların paranoyak blöfleri karşısında irkilmeden, bu süreci sürdürmek için emin adımlarla ilerlemek durumundadır. Atılması gereken demokratik adımlar atılmaya cesaret edilmediğinden; kimileri, bu süreci çabuk öngördüğünden, hükümetin, atmak üzere olacağını varsaydığı kimi adımları, kendi dayatması haline sokarak, kimi zamansız (erkene alınmış) önermeleri, belki de süreci tökezletmek amacıyla da yapıyor olabilirler. Önümüzdeki seçim sürecine yatırım amaçlı da olabilir. Ancak, hükümetin de bu durumları öngörmesi gerekmez miydi; açılıma ara vererek sürecin hızını kesmekle, karşıya soluk alma imkânı sunmuş olmuş olunmuyor mu acaba? Örneğin, TRT 6/Şeş’i açtınız, onunla ilgili kanununu da geciktirmeden çıkarsanıza; kimi üniversitelerde Kürtçe bölümü açtıysanız; bu dili, eğitim dili haline getirecek kadrolar yetiştirmek amacında olduğunuzu, Kürt halkına müjdelesenize; tek merkezden yönetimin zorlaştığını, bunun için yerel yönetimlerin güçlendirilmesini amaçladığınızı, kimi kültürel hak ve taleplerin süreç içinde peyderpey karşılanacağını ve Kürt halkına inandığınızı; dolayısıyla bu kardeş halkı rahatlatmayı arzuladığınızı dile getirsenize!.. Bu ve benzer adımlar, bu sürecin önünde sonuçta atılması mukadder adımlar değil midir?! Bu insiyatifi, kendiniz kullanmazsanız, başkası bunu öngörüp sizden önce davranıp, kendi önerileriymiş gibi size dayatır elbette. Siz de zokayı yutmuş gibi paniklersiniz ve bu duruma kızıp, tepkisel davranırsanız, kimin ekmeğine yağ sürmüş olacaksınız, hiç düşündünüz mü? Karşıdan (belki zamansız) dayatılan kimi önerilerin gelmesinin bir sebebi de, sizin, (sanki bu açılım sürecinden vazgeçmiş izlemini verecek kadar) demokratik açılımı yavaşlatmanız (veya seçime yatırım ya da seçim kaygısı için ara verdiğiniz anlaşılmış) olamaz mı?! Şu anda, iktidarın yapacağı en sağlıklı yaklaşım, ortamı germek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek yerine, onların; “Biz zaten iki dil üzerinde yoğunlaşmaktaydık; bunun için, öncelikle Kürtçe’ nin kaynaksal ve kadrosal altyapısını oluşturucu olanak sağlama çabası içindeyiz. Hiçbir adım aniden atılamaz; bunun için toplumsal ortamı hazırlamak ve altyapısal kaynakları sağlamak çabası içindeyiz. Sürecin, doğal seyrinde ve barışçıl şekilde ilerleyebilmesi için, Kürt aydınları, Kürt kanaat önderleri ve sivil toplum kuruluşlarından bu yönde bize yardım etmelerini ve sürece destek sunmalarını istiyoruz.” demeleri gerekir. Ancak, bu söylemin inanırlığı olabilmesi için, halkın demokratik açılım şevki kırılmamalı; biraz yavaş da olsa, bu sürecin ilerlemesinde istikrarlı bir süreklilik arz etmelidir. Onun için; iki dil, demokratik özerklik, eyalet sistemi, federasyon ve daha birçok konu üzerinde toplumun, sağlıklı bir üslupla, korkmadan ve çekinmeden konuşabilmesi için, demokratik bir ortamda, demokratik bir mantık ile her şeyin özgürce tartışılabilmesi sağlanmalıdır. Bilim adamlarımız da, dünyamızda, Kürt sorununa benzer yaşayan/yaşamayan; yürüyen/yürümeyen kimi reel çözüm örneklerini gündeme taşıyıp, sorgulayıp, irdeleyerek etraflıca tartışmaları gerekir ki, toplumumuz da bu konuyu, özümseyerek benimseyeceği ve toplumsal yapımıza uygun en doğru çözüm örneğini tercih edebilme olanağını bulabilsinler. Halkların birbirlerinden korkacağı bir nedenleri yoktur; tüm korkular sunî olarak ve halklara rağmen üretilmekte ve gündemimize taşınmaktadır. Doğru zeminde, doğru ortamları sağlamak; herkesi rahatlatacak doğru çözümlere birlikte yürüyebilmek için herkes/ hepimiz, tüm yüreğimizle çabalamalıyız. Elbette, birlikten kuvvet doğar; ancak her birlik, gönüllü birliktelik anlayışıyla ve özgürce alınmış kararlarla oluşursa çok daha anlamlı ve çok daha uzun soluklu bir birlik olur. Herkesin, kendi iradesini özgürce ifade edebilen, kendi kültürünü özgürce yaşayabilen; barış içinde ve kardeşçesine bir arada yaşabilecek bir gelecek umuduyla.. Selam ve sevgiyle kalın. M.Nazım Güler info@mnazim.com http://www.mnazim.com/konu-iki-dil-fobisi-ve-bolunme-korkusu-865.html
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |