..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Duran Çetin




30 Eylül 2002
Yağ desen yağ değil  
Duran Çetin
Kısa yoldan köşe dönmenin hayaliyle yaptığı işlerin sayısı çoktu. Yapmadıkları ne kalmıştı ki? İki kardeş her şeyi denemiş ama düşledikleri zenginliğe ulaşamamışlardı. Yaptıkları işten dürüstlük ve doğruluktan eser olmadığının farkındaydılar. Başkalarına


:BEEF:

Kısa yoldan köşe dönmenin hayaliyle yaptığı işlerin sayısı çoktu. Yapmadıkları ne kalmıştı ki? İki kardeş her şeyi denemiş ama düşledikleri zenginliğe ulaşamamışlardı.      Yaptıkları işten dürüstlük ve doğruluktan eser olmadığının farkındaydılar. Başkalarına kazık atmanın kendilerine verdiği bir sıkıntı olmadığı gibi, bazı zamanlarda haz duydukları bile oluyordu. Yaptıkları ticarette bol para kazanma ilk hedefleri olduğu için, hak hukuk gibi endişeden uzaktılar.
Yıllarca çeşitli işlerde çalışmışlar, zamanla ellerine çok para geçtiği de olmuştu. Ama bir türlü rahat edememişler; borçtan başlarını alamamışlardı. Tanıdıklarının bile hakaretlerine maruz kalmışlardı sattıkları bozuk ve kalitesiz mallar sebebiyle.
Kendilerine “böyle yapılan ticaretle elde edilen paranın bereketi olmayacağını”, söyleyenlere dudak büküp, gülüp geçmişlerdi. Hatta bu sebeple babaları ile de araları çok iyi sayılmazdı.
Hacı olan babaları çocukları için söylenen “üç kağıtçı, dolandırıcı” gibi sözlere içerliyor; zoruna gidiyordu. Ama zaman zaman uyarmaktan başka yapacağı bir şeyi de yoktu. Çocukları da uyarılarına kulak asmayınca sessizliğe gömülüyordu.
“Oğlum! Az kazanın öz kazanın, ama helalinden kazanın ki bereketi olsun”, cümlesi en çok tekrar ettiği, ama hiçbir zaman karşılık bulmayan sözleriydi.
Bir gün babaları, yine bir akşam vakti eve döndüklerinde kapının önünde karşılamış ve onlar şöyle demişti:
“Oğlum! Bu yaptığınız haksızlık. Başkalarını haklarını alıyorsunuz. Mazlumun ahini almayın; sizi ondurmaz. Yaptığınız iş helâl değil…”
Çocuklarının kendini azarlarcasına verdiği cevaba çok üzülmüştü. Büyük oğlu bir bilge edasıyla:
“Baba! Sen bu işlerden anlamazsın. Biz işimizi biliyoruz, bize karışma!...” cevabından sonra bir daha konuşmamış, kendi iç dünyasının derinliklerinde yalnızlığını yaşamaya başlamıştı. Çocuklarının yaptıklarından duyduğu utançla yaşamıştı.
     Şehirde karşılaştıkları kendileri gibi düşünen, kendileri gibi ticaret yapan birisiyle oturup uzun uzun hesap yaptılar. Büyük kardeş Şevket, yapacakları işten o kadar umutluydu ki, kardeşine döndü:
     “Tamam işte! Bununla zengin olacağız. Çok kârlı iş çok”, dedi.
Kardeşinin yüzünde beliren gülümseme aynı düşüncede olduğunun ifadesiydi. Çok ucuza mal edecekleri bu baldan, üç beş kat kâr etmeleri kesindi. Yaptıkları hesaplar bunu gösteriyordu.
Ellerinde ne var ne yok, hepsini bu işe yatırmaya karar verdiler. Bal koyacakları plastik kapları aldılar. Kendileri için gerekli olan şeker çuvallarının da parasını ödediler. Şehirde anlaştıkları kişiden bal esansını da tedarik ettiler. Bütün işleri tamamdı. Sadece bunun imâl edilmesi kalmıştı geriye. Nasıl imâl edileceğini kendilerine bu işi öneren kişiden en ince detayına kadar öğrendiler.
Artık onlar için çok para kazanmanın zamanı gelmişti. Bir an önce bu işe başlamak gerekiyordu. Vakit geçirmeden malzemeleri kamyonlarına yüklediler ve evin yolunu tuttular.      Böylece kamyona olan borçlarını bitirecekler ve rahat bir nefes alacaklardı. Heyecan ve telaşla evin yolunu tuttular. İki üç günlük bir çalışmanın ardından gelsin paracıklar. Ver elini; o pazar senin bu kent benim, pazarlayacaklardı.
Adamın kendilerine tarif ettiği üzere sulandırdıkları şekeri kaplara doldurdular. Üzerine de bir parmak kalınlığında süzme bal koydular. Böylece hiçbir değeri olmayan bir malı “çok güzel”, “birinci kalite mal” diye, masraflarının çok üzerinde bir fiyatla satacaklardı.
Ertesi günün sabahında, akşamdan yüklemiş oldukları kamyonla hareket ettiler.
Bir yerleşim birimine geldiklerinde kamyonu kenarda, gözden uzakta bir yere, park ediyorlar, ellerine aldıkları bal kovalarını pazarlayıp, başlarına gelecekleri bildikleri için, fazla oyalanmadan daha uzak başka bir yere tekrar gidiyorlardı. Zaten kendi çevrelerinde durumları bilindiği için satış yapmıyorlardı.      
Bu sebeple başlarına gelmedik kalmamıştı. Ama yine de yaptıkları yanlışta ısrar ediyorlardı. Bir defasında şehrin birinin ara sokaklarında kandırdıkları bir müşterinin kızgın yumruklarından kurtulamamışlar ve epeyce hırpalanmışlardı. Oradan kurtuldukları gibi başka bir caddede aynı işe devam etmişlerdi.
Anadolu’nun bir kentinde pazar yerine tezgah açtılar. İnsanları inandırmak için ne gerekiyorsa yaptılar. Bağırdılar, çağırdılar… yeminler ettiler kalitesinin güzelliğine dair…      Pazar yerinde hemen yanı başlarında yağ satan bir pazarcıyla muhabbeti koyulttular. Yanındakiler de, küçük çanak üzlüklerde tereyağı satıyorlardı. Yağın çok ucuz satıldığını görünce sormuşlardı:
“Bu yağı nasıl bu kadar ucuza satıyorsunuz? Yoksa bir üç kağıtçılık mı var işin içinde?”
Yağ satıcıları gayet pişkin bir şekilde, inandırıcı bir tarzda cevap verdi:
“Yok abi! Vallahi güzel yağ. Görüyorsunuz şakır şakır satılıyor. Bu yağları biz bir çiftlik sahibinden çok ucuza kapattık. Adam iflas etmiş, nesi var nesi yok elinden çıkardı…”      Adam aynı rahatlıkla devam etti:
“İsterseniz sizinle takas yapalım. Gittiğiniz yerde yağ da satarsınız. Daha çok kazanırsınız…”
Adamın teklifi cazip gelince kabul ettiler. Nasıl olsa kendilerinin malı hileliydi; bal yerine sulandırılmış şeker satıyorlardı bal fiyatına. Değişecekler böylece hilesiz bir mal satacaklar, babalarına düzgün mal sattıklarını gösterecekler ve biraz olsun gönlünü alacaklardı. Bu düşüncelerle yağlarla balları takas ettiler.
Gönüllerinde iyi bir alış veriş yapmanın rahatlığı ve düzgün mal satacak olmanın huzuruyla evlerine döndüler.
Akşamın kızıllığının hissedilmeye başladığı bu vakitte komşularına seslendiler.
“Çok ucuz ve kaliteli yağ bulduk. Yağlarınızı bizden alın..”, diye şakalaştılar.      Ellerindeki bir kapla eve girdiler. Mutfakta yemek yapmakta olan hanımına seslendi.      “Yemeği şu yağla yap”.
Hanımı mutfağa gitti. Tavaya bir kaşık yağ koydu. Şaşırdı kaldı. Yağın erimesi gerekirken bu yağ erimiyordu. Durdukça kızarıyor ama erimiyordu.
Şaşkınlıkla kocasına seslendi.
Kocası mutfağa girdiğinde karısının yüz ifadesinden yolunda gitmeyen bir şey olduğunu anlamıştı.
Karısının söylediklerinden sonra üzlük içindeki yağı inceledi. Ağzı bir karış açık kaldı. Ne diyeceğini şaşırdı. Kendisini de kandıracak, daha üç kağıtçı birinin tuzağına düştüğünü anlaması çok uzun sürmedi.
Üzlüğün içine patates püre şeklinde iyice karıştırılarak, yağ şekline getirilip doldurulmuş, üzerine de bir parmak kalınlığında yağ konulmuştu. Aynen kendisinin yaptığı gibi.
Olduğu yerde dondu kaldı. Kendisinin sattığı yine şekerdi. Ya bunu ne yapacaktı? Bu kadar da masraf yapmıştı.
Bütün paralarının uçup gittiğini görünce babasının uyarıları kulağında çınladı ardı ardına.
Bütün hayalleri ve belki de elindeki kamyonu patatesin içinde kayboldu gitti.
“Yağ yağ değil, bal bal değildi”, diye mırıldandı.
Ama şunu sormadı:
“Bunu insanlara reva gören adam mı?”
Haksızlıklarının cezası her şeyini kaybetmesine sebep oldu. Mazlumun ahinin nelere kadir olduğunu anlaması bunca yılını aldı…




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
İhtiyaç Anında Kırınız
Son

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Vuslat
Küp İçinde Küp
Çerçi
umutların bittiği yer
Öte Dünya
Ay Tutulması
Bir Garip Yolcu
Ocak
Sel
Sorgulama

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ölüm [Şiir]
Özgür Çocukluğumuz [Şiir]


Duran Çetin kimdir?

1964 Konya doğumlu, öğretmenlik yapıyor. Hikaye ve roman çalışmaları devam ediyor. Yayımlanan kitapları: 1. Bir Kucak Sevgi, Öykü, Beka Yayınları (2. baskı) 2. Güller Solmasın, Öykü, Beka Yayınları (2. baskı) 3. Bir Adım Ötesi, Roman, Beka Yayınları 4. Kırmızı Kardelenler, Öykü, Beka Yayınları (2. baskı) 5. Yolun Sonu, Roman, Beka Yayınları 6. Portakal Kızım, Roman, Beka Yayınları, (2. baskı) 7. Sana Bir Müjdem Var, Öykü, Beka Yayınları 8. Gözlerdeki Mutluluk, Öykü, Beka Yayınları 9. Toprak Gönüllüler Roman, Beka Yayınları

Etkilendiği Yazarlar:
Ömer Lekesiz, Mustafa Kutlu, Necdet Ekici


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Duran Çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.