Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
Sıkıcı bir yazı... Ancak keyifli olunca yazmak sıkıcı. Çoğu gece, kıyıya vuran dalgalar, gelip geçen insanlar, ağaçlar, evler tuhaf bir görünümle başkalaşıyor her şey,sıkça olduğu gibi ama açık bir biçimde insanın başkasına bakıp da ''Ne kadar da yabancı.''diye kendi kendine açıkladığı gibi soğuk,huzursuzluk verici. Yaşamdan çok değerli şeyler alabileceğime inanıyorum bazen saflıkla, bu anların bana verdiği tattan bambaşka bir şey. Çok fırtınalar yaşadım çok gelgitlerim oldu bu yıl içinde, iç içe geçiremezsem de hayat bağlarımı , en çok istediğim şey sarmalayıp sonra da umarsızca kaybolan ve geridönülmez bir sersemlik yaratan bu fırtınaları tekrar yaşamamak,umutsuzca;çünkü iradenin kırılma noktaları vardır. İnsanın kendine yenik düşmesinin coşkulu zaferi kutlanır sonrasında.Dinginliklere, suskunluklara göre değilim ki!Bazen cesaretle insem de bomboş kenti dolaşmaya, titrek olsa da gizliden adımlarım, yine söylüyorum, tek istediğim şu yaşamdan, kopsun gözlerimin önünden görmeyeyim onu.Ama bu alçakgönüllü zevk bile acı bırakıyor geride. İnsan kendinden önce başkalarına karşı akıllı olmalı,bunun ilk kez ve çok geç farkına vardım. Büyük kusurlarım var – bu güvensizlik yüzünden bazen kalabalığa karışıp kaybolmak kusurların en büyüğü değilse- ama yine de kendim olmayı becerebiliyorum.Çünkü bu, başkası olmaktan daha kolay. Sonuçta ne oluyor? Sokakta duruyor, çevreme bakınıyor,olup bitenle ilgileniyor ve reddediyorum, kusurlarımla da hesaplaşarak.Her ne pahasına olursa olsun boyun eğmeyenlere güveniyorum, gerçekte hayatta boyun eğmeye değmeyecek pek az şey kaldığını bildiğim halde. Onlar dışındaki herkes gülünçtür ve iğrenç bir tat bırakırlar ağızda. Gülünç ve iğrenç olmamak için verilen uğraşları ise hayatın bizzat kendisi boşaçıkarır, sözgelimi sözde herkes vicdanlıdır.Vicdan çiçeklerini organik tarımla beslemek yetmezmiş gibi onu acıma duygusunun üstüne sos yapmak iğrençliği daha da çoğaltır. Ama bir ısıtan iğrençlik vardır, tebessüm ettiren bir de hiçlik yaratan yaşamı dolu dolu hissettiren,her ikisine de bulaşabilir insan. Beni her daim yıkan , yaşamda suç olarak akıllılıktan başka bir şey olmadığı düşüncesi. Akıllı insan sevimsizdir;tüccar değilse.Herkes etrafında dizginlenebilir, uslu çocuk ister, kralın giyinik olduğunu kabul etmeli ve de. Kralın çıplak olduğunu ilan edenler kendi özgeçmişlerine zavallılık kelimesini ekleyeceklerdir ; bunu söyleyecek kadar akıllılıktan nasiplenmemiş olduklarını kabul ederek .Bu kişiler başkaları sayısal hesaplarla, şişkin bir egoyla ve kurbanlarını açılış törenlerine konuk etmekle yaşamlarını ve zihinlerini hoşnut kılarken;hesap kitapsızlığın acısını çekmekten, başkalarıyla ilişkiye girdikten kısa süre sonra içlerine gömülmekten başka bir şey yapamazlar. Bu kişilerden biriyim işte. Bulaştığım kalabalıkların zihnimde bıraktığı karmaşadan tek kaçışım İhsan ve onun düşüncesiydi. Yokluğunu hissedeli tam bir yıl geçti. Bana kendini hatırlattığı zamanlardaki ruh durumumu tanılayabiliyor, bu durumdan uzaklaşabiliyorum . Hala, bir yıl öncesinin karanlık köşelerine gizlediğim, belleğime an an işlediğim izleri ,gerçeğin vurdumduymazlığına inat saklıyorum.O, kadınlar tarafından kafese konulma, tuzağa düşürülme, bağımsızlığından ödün verme kaygıları taşıyan ya da güce eğilen insanlardan değildi -düşünce haritamda-.Sözlerini şaşkınlıkla dinlerdim.Bir keresinde laf arasında ''İnsanların yaşamın aldatıcılığını hiç sorun etmeden sadece sevgililerinin kendilerini aldatabileceği düşüncesine takılı kalmalarını hiç anlamıyorum.'' demişti.Bugün hala derindeki nedenini anlayamadığım, o an ki duygularım,eylemlerim ve etkisinden acımasız olmayı öğrenerek kurtulduğum sarhoşluğum. Kısa zaman sonra yok olacağını kestirmek, basitçe aklı kullanma becerisi gerektirirdi.Payıma ne düşecekti ki?Anma merasimleri .Yılda bir yapılan anma merasimleri ise kişiyi yaşatmak için değil, gerçeğin ayırdına varmayan benim gibi sersemlere onun ölmüş olduğunu hatırlatmak içindir. Bana '' Çok üzülürsün.''demişti , her aşığın yaşamı reddetmeyi istediğini bilircesine. Çünkü sıradan bir uyku sonrası gelecek sıradan bir hayat katlanılmazdır artık;ancak ölünce değişir her şey, aşkın doruğundan sonra herkes yine erdemli bir kişi ya da suçlu, amca ya da tezgahtar olarak hayatına devam eder, kaldığı yerden. Başka bir durum; aşık olmak yenilgiyi kabul etmektir; uğradığımız aşağılamanın ağırlığı altında ölmek isteriz; o an ki yaşam kaynağımız aslında ölmemizi istemiştir.Suçlu kendimizden başkası değildir. Beni aşağılama yeteneğinde olan kişi, dünyayla en temel bağımı hoyratça kıran, sevgi yönelttiğim varlıklara beni kayıtsız kılan, zamanımı amaçsız ve savrukça tüketmemi sağlayan kişidir. Tüm bunlar ona olan o zamanki yersiz gibi görünen öfkemi belki de haklı çıkarır.Neyse, orada, gözlerinde uykuya dalmak istediğim kişi yok artık.Çektiğim acıyı bu kez isyankarlık değil itaat dizginlemeli.. Ama neden insan haksızlığa uğrayınca asıl hedeften sapar ve masum bir kişiye haksızlık eder?Okan'la dostluk kurduğumda, nerdeyse zaten kayıplarla yüklü yaşamıma bir yenisini eklemenin olağanlığını kabul etmiştim ama yine de hayaller üretmek düşmüştü hesabıma. Her sabah ben işe giderken sokağın başındaki terzi dükkanını açar , etrafında üşüşen kedilerin gözlerine benzeyen gözleriyle bana bakar ve sanki ona ''Günaydın.'' dememi beklerdi. Birkaç kez pantolunumun paçasını kısaltmak istediğimde uğramıştım,eski zamanlarda popüler olan bestelere sadece kulak vermiş daha çok birbiriyle ilintisiz konulardan bahsetmiştim.Zaten yazdığım küçük bir notta ya da telefon konuşmalarımda bile zihnimin oradan oraya savrulduğu açıktır ama günlük yaşam bu savrulmaya uygun aktığı için kimseler bundan rahatsız olmaz. Bilim adamı ya da tarihçilerin kafaları düşüncelerden merdiven basamakları yapmaya elverişlidir, sözcükleri hizaya sokar onlar ;ben bunu yapamıyorum.Durmadan konuşuyor,sözcükleri tutamıyorum. Gerçekte yıkımını hazırlar insan konuşarak,iter insanları, kendini ve başkalarını boğar ama Okan'ın bu konuşmaları eğlenceli bulduğunu bile söyleyebilirim..Onun hakkında tek bildiğim üniversiteyi yarıda bıraktığı ve ölen babasından devraldığı mesleği şevkle sürdürdüğüydü.Genellikle sakindi ama konuşmalarımı büyük keyifle ve heyecanla dinliyordu. Kalkmak istediğim sırada içecek sıcak bir şeyler ısmarlayarak daha uzun süre orada kalmamı sağlıyordu.Yalnızlığına ortak olmak için kah hayatın sıkıcılığından dem vuruyor kah onu gülümsetecek anılarımı anlatıyordum, doymuş dinlenmiş biri olarak ayrılıyordum oradan.Esmer, ela gözlü, uzun boylu biriydi. Üzerindeki oduncu gömleğin kollarını dirseğine kadar sıyırmış, elinde makas ya da mezura, masada bir mimar titizliğinde çalışırken görürdüm yoldan geçerken. Öyle sıkkın bir gündü yine, o benim dostumdu bir yerde,neredeyse içimi, hayatımı açıyordum ona güvenle.Zaten anlattıklarım ipe sapa gelir türden değildi ve o en azından kimseyle paylaşmayacak kadar -benim kadar- yalnızdı,bakışları içten. İçeri girdiğimde dalgın olduğunu hemen fark ettim ve ''Müzik seni biraz sarhoş ediyor galiba.''dedim. Başını salladı onayladığını ima ederek. Sonra ''O benim için bir tutku, başka tutkularım da var ama hiçbirinin yaşamımın önüne geçmesine izin vermem .Müzik herşeyin üstesinden gelmemi sağlıyor,acıyı, boşunalığı tattırıyor ve çok daha önemlisi sözün kabalığına meydan okuyor.'' dedi. ''Çok konuştuğum için beni kaba buluyorsun o halde'' dedim, ardından övgüler geleceğini düşünerek. Sıcaklığı, çoğunlukla şımarmama neden oluyordu. ''Söylesene benim için ne düşünüyorsun?'' Sustu.Sustu.Sessizliğin içinde, odanın ıssızlığında sadece iki hırçın göz vardı.Bu gözleri aynada görmüştüm eskiden. ''Ben artık sensiz yaşamak istemiyorum''dedi.''Geçen gün yoldan geçerken yanındaki erkek var ya!Hani laf arasında çok eski bir arkadaşın olduğunu söylemiştin. Esmer, boylu poslu...Beraberce gülüştüğünüzde onu öldürmek istedim. Öfkemin yüksek sesini kısamadım, öyle gerçekti ki çaresizlikten bulutlara yumruk savurdum ;bunu benden bekler miydin? Ya hani tutkuların yaşamımın önüne geçmesine izin vermezdim?Hani, nerede yaşam?Sana günaydın demeden başlamıyor ki!'' . Onu hiç böyle hiddetli görmemiştim.Yüzümde cansız bir gülücüğün belirdiğini hissettim,kızlara özgü zavallı bir galibiyet imgesi,belki de insana özgü.''Sadece şiirler, şarkılar değil; aşk da hep aynı sözcüklerle yazılıyor gibi geliyor bana. Bak!Sözcükleri sıralayayım biraz daha.Bensiz bir yaşam katlanılmaz oluyor değil mi?Çok üzülürsün, biliyorsun...Aşkın da dinlediğin müzik gibi pes perdede kalsaydı.Varlığınla bu sokağı dolduruyordun, aşktan söz etmeseydin. Belki o zaman farklı olurdu. Suskunluğunu çok iyi anlıyordum;kendiliğinden ve durgundu.Ya şimdi ne olacak?Artık kaybetttiklerini düşün.Bir parça sevme yeteneğim vardı ama...Romantik aşk çok geçmişte kaldı,zaten o zamanda da bir kurguydu ve sadece acıma duygusu bırakırdı ardında.''deyip çıktım.Öfkem ve vicdansızlığım onu yatıştırmıştı . Gerçekten de sonsuza kadar mutsuzluğa tutunamaz kimse. Sonraki sabahlarda yolumu değiştirdim bir müddet gözüm arkadaydı yinede, büyüyü o da ben de bozmuştuk;suç ortağıydık. Artık eskisi kadar sevmeyecekti beni, belki de hiç sevmeyecekti.Onu sevmesem de o beni sessizce sevseydi, sevmeye devam etseydi. Ölçüsüz sözcüklerimle o ölçülü insana haksızlık etmiştim ve ona ettiğim haksızlık dünyanın kuralı gereği dolaşmış tekrar bana gelmişti. Beni çok seven birinin var olduğunu bilmenin verdiği tazeliği yitirmiştim. Hem İhsan'ın düşüncesinden beni uzaklaştırabiliyordu bazen...Yine hesapsız kitapsızlığın bedelini ödeyecektim. Olup bitenleri unutmaya başladığım bir gün her zamanki yolumdan işe giderken gözucuyla baktığımda dükkan kapalıydı. Ertesi, ertesi ve daha ertesi gün kapı daima kapalı... İntihar mı etti yoksa? Her aşık ölmek ister...Ya da dinlenmek için zamana ihtiyacı var, olabilir. Ama orası onun hayat kurduğu yerdi, öyle demişti. Hem hayatı aşktan ibaret sanacak kadar genç yaşta ya da sığlıkta biri değildi.Yandaki eczacı ona ne olduğunu bilirdi ama utancım gitmeme engel oldu.Yaklaşık üç ay sonra dükkanın kapısı aralıktı,geçmişin hüzünlü bir kesitinde bıraktığım yaralar gibi.Hiçbir şey olmamış gibi doğal bir role bürünüp içeri daldım.Beni karşılayan kişi; burayı devraldığını ,Okan'ın ise Karadeniz'de bir kasabaya yerleşmeyi planladığını söyledi....Kenti terkediyor,terkettiğinin yalnızca bu kent olmadığını biliyor tabii.Herşeyi ardında bırakıyor, tüm geçmişi. Neyse ki vedalaşmadı, buna hiç üzülmedim, zaten onu yine göreceğim, gözyaşlarımı silmiş olurum ve ona başka şeyler de anlatırım tatlı tatlı ;ama başka zaman, daha güçlü olduğum zaman, bu terzi dükkanında onun olmadığını her gördüğünde, orayı her düşündüğünde yüreği sıkışan bir dostu olarak... Bir insan bir kente sığamaz belki ;ama koca bir kent tek bir insana sığıyormuş meğer.......... Haksızlık eden, haksızlık ettiği kişinin bu haksızlığı kaldıracak kadar güçlü olduğunu mu düşünür yoksa güçsüz birine haksızlık edecek kadar aciz midir?Belki de en acı olanı insanın kendine ettiği haksızlık.Öteki,iğrenç bir vicdan sızısı bırakır geride. S.Deniz Hamutcuoğlu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © S.Deniz hamutcuoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |