Herşeye imgelem karar verir. -Pascal |
|
||||||||||
|
BUHARLAŞAN GERÇEK Sevgilisinin koynunda uyumak için işe gitmekten vazgeçen kaç kişi vardır bilmem ama varsa böyle birisi ya çıldırmış olmalıdır ya da gerçeğin sırrına varmış. Belki de birisi olmadan diğeri olmuyor zaten. Evet, ben sürekli sıkılan biriyim. İşten, duygulanmaktan, düşünmekten, tüm olup bitenlerin nedenlerini aramaktan oldukça sıkılırım. Yine sıkılarak uyandığım bir sabah işe gitmekten vazgeçtim. Bu vazgeçiş paradan da vazgeçtiğimin en önemli göstergesidir zaten. Neden bu kadar sıkılıyorum diye düşünmekten sıkıldığım bir an da doktora gitmeye karar verdim. Çok kısa boylu-belki bu, onu doktor olmaya itmişti-, kalın çerçeveli gözlüklü-belki hastasıyla göz teması sırasında hissettiklerini gizlemesi içindi-, büyük bir titizlikle düzenlenmiş odası-tüm dağınık yaşayan delilere ne kadar 'akıllı' bir birey olduğunu dolayısıyla onların yaşamını da düzenleyebileceğini göstermek içindi- olan bir laborant vardı karşımda. Ha unutmadan başlangıçta onu oldukça heybetli bir kişi olarak algılamıştım. Eee tüm sıkıntılarımı giderecek kişi heybetli olmalıydı. Boyunun kısa olduğunu ''geçmiş olsun'' diyerek beni uğurladığında fark ettim. Yumuşak bir ses tonuyla bana yöneldi: “Evet, şikâyetiniz?” “Şeyy... Sıkılıyorum. Çoğu zaman kendimi Gregor Samsa gibi hissediyorum. Sanki ben Gregor Samsa’yım ya da herkes... “Hımmm... Gregor .” Profesör derin düşüncelere dalmıştı. Sanırım Gregor Samsa'nın kim olduğunu düşünüyordu. Benim Batılı bir arkadaşım olabilirdi. Benim zavallı halime bakılırsa çok zengin biriydi ve ben ona öykünüyor, özdeşim kuruyordum. İhtişamlı bir hayata sahip olmayı, paranın verdiği güçle birinci sınıf markaların etiketlerini taşıyan takım elbiseler giyerek, daracık pantolonunun ceplerinden birine elini sıkıştırıp dimdik yürümeyi, kim istemez? Görenler ;''Şu kalantora bakın. İnsanları ezdikçe büyüyor, kendini bir şey zannediyor.'' deseler de onun gibi biri olmak için tüm hayatlarını satılığa çıkarabilirlerdi. Ama başka bir olasılık daha vardı. Gregor Samsa, hayal dünyamda yarattığım şizofrenik bir tasarımdı.'' O da kim? '' diye sormaya çekiniyordu. Ya çok muhterem bir kişi, bir sanat üstadıysa? Hasta karşısında küçük düşmek, cahilmiş gibi algılanmak hastanın tüm güvenini sarsabilirdi. En iyisi küçümsemeyle karışık ironik bir gülümsemeyle ''Gregor da kim?'' diye sormalıydı. Hani gerektiğinde ben biliyorum da bakalım sen ne diyeceksin anlamı taşırdı bu. “Hımmm Gregor da kim?” “Kafka’nın ‘Dönüşüm’ romanındaki bir karakterin adıdır. Bir sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş hisseder. Sırtüstü dönmüştür. Debelenip durur bir türlü doğrulamaz. “Sabahları uyanırken zorlanıyor musunuz?” “Çoğunlukla. Ancak bunu demek istemedim. Demek istiyorum ki ....” Profesör teknik soruları sıraladı: “Yaşınız kaç?” “Kırk bir” “Mesleğiniz?” “Bilgisayar programcısıyım.” “Evli misiniz?” “Hayır” “Boşandınız mı?” “ Hayır. Hiç evlenmedim.” Profesör bir yandan not alırken, bir yandan çalan telefona yöneldi. Sıkıntılarımı bir an önce hafifletsin diye son çırpınışla yöneldiğim doktor, sanki ben orada hiç yokmuşum gibi derin bir sohbete daldı. Yaşım kırk birdi. Ancak bunca yıllık insanlık tarihinde ne kırk birler gelip geçmişti. Benim kırk bir yaşında olmamım hiç önemi yoktu. Zaten önceki kırk yıl üç yüz altmış dört günü hiç hatırlamaz ki bu yaşta olanlar. Bu algı, tüm yaş dönemlerinde olan birçokları için geçerli. Bazen uyumaya çalıştığımda çocukluğumdan bu yaşıma kadar ki tüm olaylar evet abartmıyorum tüm olaylar birbirine karışarak düşüncelerimi kodese sokardı. O zamanlar sanki hiç bedenim yokmuş, sadece düşünceden ibaretmişim gibi algılardım kendimi. Düşüncelerin cisimsel olmadığını kim söylemiş? Tonlarca ağırlık içerir onlar. Ah! Bunu bir ben bilirim. İşte bu sancılı gecelerde geçmişimi hatırlardım. Otuz dokuz yaşımdayken kırk olmak düşüncesi beni çok korkutmuştu. Sanki otuz sekizden otuz dokuza geçiş çok önemli değil de otuz dokuzdan kırka geçiş, on yıl zaman atılımına sokuyor gibidir. O günlerde yirmi üç yaşında gece saçlı, umut bakışlı ve neşeli bir bedeni olan bir genç kız çok büyülemişti beni. Onun yanında kendimi yirmili yaşlarda hissederdim. O yaşam enerjisini bana taşır. Ben de hala bir genç kıza mutluluk verebiliyorum diye kendimi mutlu hissederdim. Ömrüme ömür katardı. Hem eş dost kıskanırdı. Ama mutluluğum fazla sürmedi. Ahbaplarımın arasındayken çok mutluydum. Herkes kızcağızla ilgileniyor. Böyle bir genç kızın insana ne mutluluklar yaşatacağını hayal ederek bana da saygı duyuyordu. Bazen ona dokunuşumda ölümü hatırlıyor, canım yanıyor daha da çok yaşamak istiyordum. Ama... Onun üniversiteden arkadaşlarının yanındayken yaşadığım trajedi... Evet, tam bir trajediydi. İşte o zaman kendimi seksenine gelmiş, yaşamdan ümidini kesmiş ve deneyimlerini gençlere aktaran bir bunak gibi hissediyordum. Hele o saçma sapan espriler... Herkes gülüşürken ben ne yapabilirdim? Neden sıradan şeylere bu kadar çok gülüyorlar? Ben gençken bu kadar sığ mıydım? Neden onlara uyum sağlamak için bir kahkaha fırlattığımda onlar susmuş oluyor ve benim kahkaham tavanda asılı kalıyordu? Sonra yirmi üç yaş nedir ki tarih içerisinde. Aramızda kaç yaş var? On altı. Ben seksen iki yaşımda olduğumda o altmış altı yaşında olacak. Gençlik kimde kalmış? Bunları düşünürken bir yandan gülüşler arasında ''Tuvalete gideceğim.'' diye ayrıldım. Bir daha geri dönmedim. Kahkahamı tavandan indirmeye çalışan birisi çıkmış mıdır? Zannetmiyorum. Eve vardıktan bir saat sonra kapı çaldı. Eşyalarını toplamış bana gelmişti. Uzun süre saçlarını okşadım, gözyaşlarını geceye katarak. Ardından uzun uzun seviştik. Böyle anlamsız kaçışlardan sonra insan yeniden âşık olmuş gibi sevişir. Hemen o çok sevdiği arkadaşlarıyla görüşmemesini istediğimi söyledim. Çünkü ancak bir aptal, cinsel tatmin bulmakla, kadının bedenine sahip olmakla ona sahip olduğunu zannedebilir. Ben, benim için, sevdiği şeylerden vazgeçerse gerçekten sevdiğini anlayabilirdim. Ona herkesin arasında aşkın tutunamayacağını söyledim. Karanlık olduğu için değerli olan birinin ötekiler tarafından açığa çıkartılması aşkı öldürür. Başkalarının sözcükleri aşkı olsa olsa çürütür. Herkesin hakkında her şeyi bildiği bir ortamda aşk olanaksız olur. Günler sonra evin her yerinde onunla karşılaşmaktan sıkıldım. Bu dünyada özel bir yerimin olmaması beni sıkıyordu. Âşık olmak karanlığımı yok etmiyordu. Zihnim her zamanki gibi karışıktı. Yaşamın karmaşıklığının içinden çıkamayanlar durmadan âşık olur. Bu, en kestirme yoldur. Her şeye rağmen bu yolda devam etmeliyim. Neyse... Gerçek aşk yeryüzünde sonuçlanmadığına göre kendimi âşıkmış gibi hissetmekten başka çarem yoktur. Sevgiliye sarılıp uyumak; ölüme, akla meydan okumaktır. Mesleğime gelince... Hayatını planlayamayan benim gibi insanlar bilgisayarda program yapmaya bayılır. Akşam bir yere gitmeyi planlamış, kendime bir plan çizmiş olsam bile bilgisayar programımı yetiştirme gayretim yüzünden eyleme geçmezdim. Ancak ben tamamladığım her programda kendimi daha akıllı, koca bir dünyanın yasalarını keşfeden bir bilim adamı gibi hissederdim. Bazen kendimi öyle kaptırırdım ki birden kübiğin dışından gelen seslerden irkilir bir an bilgisayarın içinden dünyaya fırlatılmış gibi hissederdim kendimi. Ama dedim ya akıllı bir adamım. Hemen durumun farkına varır, varlığımdan ve dış dünyanın gerçekliğinden şüphe etmeye bir son verirdim. Profesörün teşhisine yardımcı olmak için işimin çok yorucu olduğunu söylemeliydim. Ama bana ‘'Kendinize vakit ayırın. Doğayla baş başa kalın. Yürüyüş yapın.'' türünden cümleler sıralayacağından kaygılandığım için söylemekten vazgeçtim. Evlimiymişim? Evlenmedim, evlenmeyeceğim işte. Ortak bir şeyleri olmayanların ortaklığı değil midir evlilik? Neden evleneyim ki? Arabamın sürücü koltuğunun yanındaki koltuk boş kalmasın, daimi bir sakini olsun diye mi? Kadınların üreme arzusunu tatmin etmeye yönelik bir damızlık olayım da dünyanın boktan gidişine etkin bir katılımda bulunayım böylece sorumluluk duygusunun altında ezilip patronuma peşkeş çekeyim diye mi? Ölene kadar çalışıp bir ev alayım çocuğum rahat etsin diye. Çocuk büyüyünce o ev eskisin, değerden düşsün, modası geçsin. O da çocuğu rahat etsin diye ev edinmek için çalışsın. Dışarıda bekleyen çok hasta vardı. Profesör hızla şunları sıraladı: “Uyku düzeniniz bozuktu değil mi?” “Evet, biraz.” “Yaşam tatsız, anlamsız geliyor?” “Çoğu zaman.” “Dikkatinizi işinize veremiyorsunuz.” “Aksine çok kaptırıyorum” “Tabi, bazen de öyle olur. Çünkü basit bir iş, zihninizde karmaşıklaşır. Sözüm ona o karmaşıklığı çözmek için vaktinizin büyük bir bölümü boşuna harcanır.” Profesör o kadar emin sormuştu ki soruları,''hayır'' diye yanıtlamak olanaksızdı. “Size bir antidepresan yazıyorum.” Anlaşmalı olduğu ilaç şirketi hangisiyse ona göre bir ilaç yazacaktı. Aslında bu teşhis beni üzdü. Adamakıllı deli olmak isterdim. Deli; deli olma korkusuna son vermiş, alternatif bir yaşam oluşturmuş kişidir. “İyi günler, geçmiş olsun.” “Sağolun.” Profesör benim oyalanmamı engellemek amacıyla, hemen beni kapıya kadar uğurlamaya yöneldi. Eve doğru giderken psikiyatri biliminin ve modern toplumların deliliği yarattığını düşündüm. Modern toplumlar delileri “orada” diye gösterebilmeliydiler ki: kendilerinin ne kadar akıllı oldukları anlaşılsın. Nietzsche’nin mi yoksa onun dışında kalanların mı deli olduğunu, Woolf’un deli olmasa Dalgalar’ı yazamayacağını düşündüm. İyi ki deliler var; yoksa hayat çekilmez olurdu. Tüm bunları ve başka birçok şeyi düşünürken zihnime yüzlerce ses üşüştü. Dayanılmaz bir korku içerisindeydim. Takip ediliyordum. Hem de birçok kişi tarafından. Üstelik her atlattığım kişi diğerine telsizden izimi kaybettiğini söylüyor, bu defa yeni birisi takip etme işini devralıyordu. Bir şeyler yapmalıydım. Hızla koşmaya başladım. Nefes nefesiydim. Apartmanın girişinde arkama baktığımda kimse yoktu. Yüzlerce düşüncenin arasında profesörün gerçek bir doktor olmadığını, şirketle bağlantılı birinin doktormuş gibi rol yaptığını düşündüm. İlaç, işe gitmem içindi. Hiçbir zaman kurtulamayacaktım, ajanlar peşimi bırakmayacaktı. Programları ben yapmıştım. Her şeyi biliyordum. Kapıda çakmağımı çıkararak reçeteyi yaktım. Eve vardığımda o, çay demlemişti. Ona hiçbir şey anlatamazdım. Öyle karmaşık bağlantılar vardı ki! Onun için bir çıkmaz sokağa girmek ya da labirentte kaybolmak ile aynı şeydi bu bağlantıları çözmeye çalışmak. Daha çok genç ve masumdu. ”Yorgunum” diyerek yatak odasına daldım. Uyuyamazsam yarın gidip adını ezberlediğim o ilacı alacağım. Tabi o zamana kadar başıma bir şey gelmezse... Hem telefon açıp reçeteyi kaybettiğimi söylerim, eğer oradaysa. Değilse onun doktor olmadığından emin olurum. Ya oradaysa... S.DENİZ HAMUTCUOĞLU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © S.Deniz hamutcuoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |