Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Pekçok çocuğu olan İstanbullu bahar aylarını parklarda geçirir, bu parkların en eski sakinlerinden biri olarak ben çocukların bağırışlarını, şarkılarını sık sık duyarım, anne babalar ve büyük anne dedelerin seslenişleri de katılır bu cümbüşe. Yollara taşmış kumlar, küçük saklama kaplarında meyve taneleri, çocukların terden yapış yapış olmuş saçları, paylaşılamayan oyuncaklardan kaynaklanan ağlamalar; park dedikleri bunlardan ibarettir.Kimseler beni rahatsız etmez orada, mesafemden dolayı adım kötüye çıkmış ne de olsa, başkarının görüp duyduklarıyla yetindikleri şeyler üzerine kafa yormak insanı sıkıcı biri haline getirir. Sadece oğlumun mutluluğunu görmek benim için yeterlidir. Son zamanlarda benim için park, daha çok Özlem demektir. Bir de Aslı'nın anneannesinin bana yaklaşmasına izin veririm. Tabii bir de Özlemin... Ama kolay kolay yaklaşmaz o, suskundur. Her zamankinin aksine ellerine takılı kalmadan sadece kollarını zihnime dolayan, kalın mor çerçeveli gözlükleri yeşil gözlerini aydınlatan Özlem... Dağınık saçları omuzlarından aşağı dalgalar halinde dökülmüş aşka. Onun kolundaki dövme, beni bu yazıyı yazmaya zorluyor. Her neyse, Aslı'nın anneannesi -adı bu benim için- '' Kara koyunun ak kuzusu mu geldi?'' diyerek gülümsemeyle bizi karşılıyor. Yanaşıyorum. Küçük çocukları kumdan hayatlar kurmak için biraraya getirmiş ne kadar çok kişiydik. Çocukların kavgaları ve baharın kokusuyla iyice baştan çıkmış insanlardık ama yeterince denetimli olmak zorundaydık. Anneannenin yüzünde kıvrımlı olmayan tek bir alan yoktu; ancak yaşlılara özgü buğulu gözleri etrafı net görüyordu, üzerinde kırmızı triko kazak.Çantasından bir kap çıkarak ''Sen meyve getir miyor musun çocuğa? dediğinde elinde çeşit çeşit yiyeceklerle çocuğunun peşinden koşan anne babalara inat yanıtım kesindi.''Hayır, evde yesin.'' ''Annelik bu.'' dedi. ''Önce onu yedirmek en iyisinden''. İlhan'a ''Elleme, o Arda'nın köftesi '' dediğimi hatırlıyor,utanıyorum. Saklama kabından çıkardığı elma yıkanmıştı; bıçak peçeteye sarılı ve jelatin kaplı. Sadece insanlarla değil, nesnelerle de özenli ilişki kurmak bu kuşağa özgüydü. Bana dilimlemeden bir elma uzattı; gençlik elmayı ısırarak yemekti onun için ya da yola fırlayan bir çocuğa hızla yetişebilmek. Sonra her zamanki konuya, benzer cümlelerle giriş yaptı. Aslı'nın dedesinin yaşasaydı, yaşına aldırmadan torunuyla evcilik oynayacağından ona geniş bir perspektif ve güçlü bir bedenin emniyetini sağlamak için onu omuzlarında taşıyacağından söz etti. Güne Aslı'yı hayatlarına katmadan başlayamayacaklardı...Anneannenin üzerinde kırmızı triko kazak.Neden gençlerin kısa kollu giysilerle dolaştığı bir zamanda uzun kollu giysilere bürünür yaşlılar? Ayrıca neden kırmızı?Galiba beden yaşlandıkça ruh dinçleşiyor.Gençken beden kendi dinamizmine yakışan bir ruh arar durur, bulamaz ;ruh ise bu soluklu antrenman sonrası dinçleşir. Beden yıprandıkça ruh yenilenir. Anneannenin yaşını; Aslı'nın, Aslı'nın annesinin ve kendi hayat hikasindeki dönüm noktalarınını hangi yıllara denk düştüğünü sorarak ve sabırla dinleyerek küçük hesaplarla çıkardım, neyin peşinde olduğumu tam olarak bilmeden. Buradan hareketle kendi geleceğimin resmini mi görmek istiyordum ? Yoksa artık kabristana ziyaretlerine gittiğim büyüklerimi mi anlamaya çalışıyordum?Aramızda kırk yaş vardı, hepsi buydu gerçekte...''Torun, çocuktan çok seviliyor'' dedi, inanarak. Bu bildik laf yalandır aslında, torun çocuğun çocuğu olduğu için sevildiğine göre asıl sevilen çocuktur. İlk gençlik yıllarımı düşündüm, kimler hangi üniversiteye yerleşti, kimler hangi işe girdi, kimler evlendi?...Evet zor bir soruya yaklaşmıştık.Kimleri toprağa emanet ettik? Kimler kaldık? Kalmanın sevinci miydi kırmızı triko kazak? Ben de bir zaman sonra şimdi sevmediğim kırmızıyı ve diğer canlı renkleri isteyecektim? Yaşama sarılı iplerin rengiydi onlar. Birkaç metre ötede kaydıraktan aşağı hızla yuvarlanıp yere çakılan bir çocuk ,ağlamaya başladı, hemen yetişip gözyaşlarını silen kola aldırmadan. Anneannenin bir anneye yakıştırmadığı koldaki dövmede şu yazılı: Acta non Verba! Latinceden Türkçeye tercümesi şöyleymiş: Sözler değil; eylem. Özlem, parka daima yalnız gelirdi; oysa özellikle pazar günleri park, telaşlı babaların acemice çocuk bakım sanatını uyguladıkları ve göstermeye çalıştıkları bir ilgilenme yeriydi. Yalnızca Özlem'di, tekdi. Bana çocuğunun babasından söz etmişti; profesyonel sayılabilecek bir yazardı. Yalnızlığına müdahale edilmesine, dünyasına ortak olunmasına hiç tahammül edememesinin nedeni, yazdıklarının gerçek hayatla ilişkilendirilmesinden duyduğu rahatsızlıkmış.Özlem onu yutdışındayken tanımış, uzuz yılllar yazışmışlar, sadece yazışmışlar. Özlem'in tarifine göre kelimelerin tılsımıyla beslenen büyük bir aşkmış, aslında karşılıksızmış. Çocuk olduğunda mecburen evlenmiş ve kısa süre sonra boşanmışlar. Özlem'in oğlunun kanayan çenesinin tedavi edilmesine yardımcı olabilirim diye yanına yaklaştım. Bir yandan çocuğu yatıştırırken Özlem'e de sıradan laflar etmeye başladım. Anne oğul ilişkisinin içeriği yaklaşık olarak her yerde aynıdır ama Özlem, çok kıymetliymiş gibi ağzımdan çıkan her kelimeyi can kulağıyla dinliyordu. Beş on dakika sonra kanama dumuştu ve Can annesinin kollarında uykuya dalmıştı; bense onların silüetine bakarak karşılıksız aşkı anlamaya bırakmıştım kendimi. Eve vardığımızda Özlem tek başına çocuk yetiştirmenin güçlüklerinden söz etti,ona göre annelik gönüllü tutsaklıkmış, aşk gibi.''Babası nerelerde ?''dedim. ''Yok.Bir ölüydü gerçekte ama bunu ancak başka bir varlığa can verdikten sonra anladım.'' Sanıldığının aksine aşk, karşılıklılık esasına dayalı ilişkilerde değil; tek taraflı olmasındadır. Gerçekte dokunuşlarından beni değil, kadınları sevdiğini anlamıştım ama benim için durum farklıydı. ''İnsan aşık olduğunda seks sözkonusu değildir.'' demişti ya birisi, kimdi hatırlamıyorum, doğrudur. Aşk kendini diğeriyle bütünleme çabasından çok kendini arama yolculuğudur. Kurgularla oyalanırsın.Onu bulduğunda kendini kaybedersin ama. Onun için aşkda bulduğun değer, kendi değerindir, ortaya çıkar. Kendindeki anlamları heyecanla ona yükler durursun ve trajiktir kesip biçip giysiyi uydurursun. Ama şu an anlıyorum ki itaat eden ile hükmedenin rastlantısal bir manevrayla yer değiştirmesi her zaman olasıdır. Yakan yakıcılığıyla küllere dönüşebilirken; yananın ateşi parıldatır etrafı.Yanan yangının devam etmesi için sürekli denklemler yaratır, denklerler çözer; zaten çözümü kendinde gizlidir. Binlerce yıllık insanlık serüveninin uzantısıdır bu denklem oyunlarından zevk almak. Denklemleri o bulsun çözsün istediğin için kurduğunu sanırsın ama o hiç aramamıştır, çözme amacında da değildir. Denklemin herkesçce bilinen bir çözümünün olması aşkı öldürmeye teşebbüstür. Ortak algı yarattığını fark etmeye başladığında yitirdiklerine üzülür, kaçarsın. Hatta tek kişilik zindanını genişletmek, ona eşlik edecek birini aramak için yola çıktıysan yalnızlığa mahkumsun. Müebbet hapse razı olabilmektir aşk. Dünya tarihinde sayısız başlayan ve biten aşk hikayeleri vardır, bu çöplüğe katkıda bulundum belki. Bu hikayeleri yaşayanların gösterdiği semptomlar aynıdır, istediğin kadar kendini yücelt. Ama her aşk kendini biricik kılarak ışıldatır yeryüzünü, gökyüzünü. Bir kadın bir erkeği sever, çok sever. Dışarıdan kurulacak her cümle kesinlikle stratejik bir dilin gramerini taşır. Her strateji gibi duyguların yüceliği karşısında aklın muhasebe defterinin envanterini tutar. Aşkı herkesten yalıtarak, onu fanuslara koyarak arındırmaya çalışmak, kötülük sarmaşıklarından korunma inceliği midir ?Yoksa kendi duygularının sıradanlığının ortaya çıkarılmasından kaçınmak mıdır?Bilemiyorum. Ama artık anladığım şey şu; aşkın sözünü ettiğin yerde kendisi yoktur. Birden bire Özlem'in, uyuyakalan oğlunu çocuk arabasına usulca yerleştirdiğini ve anneannenin yanı başımda ürkekçe bana baktığını fark ettim. Aslı ellerinin arasındaki bir bebeği yavaşça evirip çeviriyordu. Anneanne, güçlükle doğruldu, yanına yaklaştı yanağına bir öpücük kondurdu. ''Bebeğine bu akşam bir gecelik dikeceğim.''dedi. Ben Özlem'e döndüm. Kim bu sözün hakkını veriyor? Sözler değil;eylem. Yalnızca sözlere gömülü biri, yazar bunu bir kenara. Gerisi eylem, sadece eylem. Arkadaşım Esin'e S.Deniz Hamutcuoğlu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © S.Deniz hamutcuoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |