Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
’Mevlâna’nın meyhanesi gönül meyhanesidir, kudret meyhanesi. O’na şarap sunan,kudret elidir, Tanrı Habibi’nin tertemiz eli. O’nun sevgilisi, tek sevgilidir; sevgiyi yaratan eşşiz, ortaksız sevgili. O’nun mecazlarını anlamayanlar, hiç olmazsa anlamadıklarını, anlayışsızlıklarını anlasalardı. Abdülbaki Gölpınarlı’nın cümleleriyle başladık söze. Olur ya, Mevlâna’nın kapısında haddimizi bilmez,kaptırıveririz kendimizi erişemiyeceğimiz âlemlere. Boyumuzdan büyük laflar eder Mecâlis-i Sab’a’sında söylediği gibi: ’Horoz vakitsiz öttü mü Vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir. ’ gafletine düşeriz farkına varmadan. Biz yine onun sözlerinden güç alalım: ’Gene gel, gene Ne olursan ol, ister kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta İster yüz kerre tövbe etmiş ol, ister yüz kerre bozmuş ol tövbeni Umutsuzluk kapısı değil bu kapı, nasılsan öyle gel!’ çağrısına kulak verip, en azından onu tanımaya çalışalım. Sene 1200, Horasan’ın Belh şehri. Mevlâna Celalettin Rûmi en büyük İslam alimlerinden Bahaeddin Veled’e müjdelenir. Bilinmeyen nedenlerden bir süre sonra Belh şehrinden ayrılan Veled ailesi ,Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine, Şam, Halep derken son olarak Anadolu’da konaklar. 1228,Mevlâna’nın Konya’ya gelişi. İşte ne olduysa bundan sonra olur. Konya Konya olalı böyle bir âlim tanımamıştır. Ne kadar ilim irfan sahibi varsa toplanırlar etrafına, feyz alırlar ondan.Ta ki Şems-i Tebrizi ile karşılaşana kadar. Mevlâna, Şems’in ışığında aydınlanır. İlahî aşkın sırrına erişilmez güzelliklerini onun sayesinde keşfeder. Birlikte dinlerler neyin sarıp sarmalayan sesini, can gözlerinden ayrılıp, perdeyi kaldırırlar aradan. İnsanoğlu çiğ süt emmiş. Çevresindekiler çekemezler Şems’le Mevlâna’nın dostluğunu. Mevlâna hocasından ayrılmak istemez, Şems de onu bırakmak istemez ama başka yolu kalmamıştır. Şems Şam’a gider, Mevlâna’yı ayrılık, hasret ateşi içinde yapayalnız bırakır. ’Tebriz’li Tanrı Şems’i nereye gitti, nerdedir? Nerde peşine düşüp giden âvâre gönlümüz?’ diyen yakınmalarının ardından Mevlâna gün geçtikçe olgunlaşmakta, sabra sığınmaktadır: ’Sabret Tebriz’li Şemsettin uğruna acele etme, insan yatar, melek kalkarsın; o, pek büyük bir ihsan sahibi padişahtır. Sabrın sonu selamet. Mevlana ulaşır hakikate: "Tanrı, aklını başına al a kısa görüşlü, var olan benim ancak deyip durmada, yani ululayışta hak ve din Şems’i bir bahane ancak. Sen küçülmez de Tebriz’in övüncüyle övünürsen, benim özümü övmüş olursun, a sınanmış kişi; bu demektir bu." Bundan sonrası mı? Mevlana derya deniz. İncilerini feyz ve ışık kaynağı olarak Divan-ı Kebir, Mektubat, Mecalis-i Sab’a, Fihi Mafih adlı eseriyle saçar önümüze: Neydi neyin derdi? Şikayetlerini dile getirirken, iniltileri arşı tutarken ne anlatmaya çalışıyordu? Bunun cevabını eserlerinin tümünde çeşitli manzum hikayelerle, Kur’andan ayetlerle, Peygamber’in hadisleriyle verecek; bütün söylediklerini her seferinde aşkta birleştirecekti: "Birisi aşıklık nedir diye sordu. Dedim ki benim gibi olursan bilirsin" Mademki: "Ne sen sensin, ne ben benim Hem sen bensin, hem ben senim" o halde kişi yeter ki iyiliği, cömertliği ,fazilet saysın, yeter ki sabretsin, gelip geçici ,aldatıcı güzelliklerle kandırmasın kendini o aşkı bulamazsa, aşk onu bulacaktır. Benlik, bencillik yolunu kapar insanın. Çıkmaz sokakta hırstan, kinden, tamahtan başka bir şey bulamazsınız. Oysa bunlar aynayı lekeleyen kir ve paslardır: "İnsan görüşten ibarettir; ötesi ettir, deridir; Gözü neyi görürse odur, o şeyden ibarettir. Gördüğün bildiğin pisse, bil ki osun sen" Dürüstlük, mertlik, çalışkanlık açar insanın yolunu. Aranan cevherse önce kendinizi tanımalı, içimizdeki etten, tenden ayrılmış gönül zenginliğinin sırlarını bulmaya çalışmalıyız. "Bir can var canında o canı ara. Beden dağındaki gizli mücevheri ara, Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara Ama dışarda değil, aradığını kendinde ara." Zulüm, adaletsizlik, haset, kendini beğenmişlik kalbini karartır insanın.Güneşin önüne perde çekmek değil de nedir bu? ''Şaşarım o kula ki yaptığı işlerin, söylediği sözlerin zerre zerre hesaplanacağına , "Artık kim bir zerre ağırlığı hayır yapmışsa görür onu" ayetine inanmıştır; adalet terazisinin asıldığını bilir; böyle olduğu halde nasıl olur da olmayacak işlerle oyalanır?" Neyin iniltisi bizi buralara getirdi. Sem’a ise tüm kötülüklerden arındırır insanı, fenalıklardan, gönül kırıcı sözlerden uzaklaştırır, dedikodudan, haksızlıktan, iftiradan, haramdan, yalandan korur.Çünkü Sema insanı, Tanrıya ulaştıran bir vecd, bir aşk , ruhun aslına kavuşmak istercesine yücelme çabasındadır. Bir Şeb-i Arus (Düğün gecesi)’ nde Mevlana Celaleddin Rumi’yi böylece yad ettikten sonra sözlerimizi onun Mesnevisi’nde söylediği şu beyitlerle noktalayalım.. "Geçti gün!" der, etmeyiz yersiz keder; Var ol, ey sen tertemiz insan! yeter. Anlamaz olgun adamdan, ham adam; Söz hem az hem öz gerekir vesselam.’ (Vesselam)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilâl Erboyacı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |