..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Dervişe Güneyyeli Kutlu




4 Haziran 2010
Ruhumdan Uzak  
Dervişe Güneyyeli Kutlu
Sana gelişim, aşkın yüreğimde şahlanışı gibi... Kapıyı çalıyorum. Giriniz, diyorsun. Usulca adım atıyorum. İşte, masanın başındasın. / Gülümsüyorsun; gülümsüyorum. Havadan sudan konuşuyoruz. Sen, “Kahve içer misin?” diye soruyorsun. “Olur” diyorum. Bir telefon ve birkaç dakika içinde gelen iki orta kahve. / Bana kahvemi uzatırken ellerimiz çarpışıyor. Bir anda derin bir sessizliğin kenarına ilişiyoruz... / Yutkunuyorum. Aşkımı, kahvemle birlikte içime akıtıyorum.


:BDDB:
   Sana gelişim, aşkın yüreğimde şahlanışı gibi... Kapıyı çalıyorum. Giriniz, diyorsun. Usulca adım atıyorum. İşte, masanın başındasın.

   Gülümsüyorsun; gülümsüyorum. Havadan sudan konuşuyoruz. Sen, “Kahve içer misin?” diye soruyorsun. “Olur” diyorum. Bir telefon ve birkaç dakika içinde gelen iki orta kahve.

   Bana kahvemi uzatırken ellerimiz çarpışıyor. Bir anda derin bir sessizliğin kenarına ilişiyoruz...

   Yutkunuyorum. Aşkımı, kahvemle birlikte içime akıtıyorum. Son yudumun ardından kahve fincanını üç defa çevirip kapatıyorum; dilimde “Neyse halim, çıksın falim” sözü, gözlerimde ‘Hadi, bana katıl’ daveti… Sen de kapatıyorsun. Yüzümüzde öylesine bir gülüş...

   Havadan sudan konuşmaya devam ediyoruz. Hava ve su, saklamaya çalıştıklarımızı kahve telvelerinin arasına karıştırıyor, oradan da fincana mıhlıyor. Ve işte, telvelerin arasında dolaşmaya hazırız. Elimde senin kahve fincanın... Bakıyorum...

   O da ne! Neler oluyor? Bedenim kaskatı, konuşamıyorum, gözlerimin irileşmesine engel olamıyorum. Oturduğum yerde gittikçe senden uzaklaşmaya başlıyorum. Kalkıp yanına gelmek istiyorum, olmuyor! Mesafe gittikçe açılıyor. Uzaklaşıyorum. Oda kayboluyor, her yeri kahve rengi sarıyor. Sarsılıyorum; yumuşak bir zemin üzerine düşüyorum; toprak mı yoksa? Hayır! Toprak değil, kahve telveleri! Ben fincanın içinde; gördüklerim karşısında donup kalıyorum: Telveler arasında uçuşan kuşlar, konuşan suratlar, dizi dizi sıralanmış insanlar ve yanlarında beliren bir gelin… Bembeyaz bir gelin. Derken sayılar uçuşmaya başlıyor; bir, üç, yedi... Eğilmeye çalışırken kendimi yerde buluyorum. Kımıldayamıyorum. Sayılar başıma üşüşüyor. Ellerimle onları savuşturuyorum. Gittikçe tepeme çıkıyorlar, kahkahaları beynimi bir makineli tüfek gibi tarıyor. Ellerimi başımın üzerine koyuyorum ve yere yumuluyorum.

   - Neyin var? Neyin var?

Alkın’ın beni sarsması mı beni uyandıran, elimden düşen fincan mı, emin değilim.

- Özür dilerim Alkın, bir an dalmışım.
- Hayır, bu dalıp gitmeden öte bir şeydi Rena. Sen bayıldın.
- Bayıldım mı?
- Farkında değil misin?
- Yo!
- Hadi gel, yüzünü yıkayalım.

Odadan çıkıyoruz. Lavaboya geçiyoruz ve sen büyük bir şefkatle avuçladığın suyla yüzümü yıkıyorsun. Ferahlıyorum.

- Bu hep olur mu?
- Bu derken?
- Yani kendinden geçme hali.
- Bilmiyorum, emin değilim. Yani ben bayıldığımı anlamadım.
- Tamam Rena. Neyse, şimdi iyi misin?
- Merak etme, iyiyim ben.
- Tamam canım. Bak, benim şimdi yeni bir ihale işi için acilen toplantıya gitmem lazım. Lütfen bir doktordan randevu al ve sağlık kontrollerini yap. En sevdiğim dostumun hasta olmasını istemem. Bana bu akşam sağlık haberini ulaştır şekerim.
- Tamam ya, amma abarttın. Seni duyan da çok ciddi bir hastalığa yakalandığımı sanır, diyerek kesik bir kahkaha atıyorum.
- Olsun, diyorsun. Önlem almaktan bir şey olmaz.
Yanımdan uzaklaşırken yüreğime sırtını dönmüş gibi hissediyorum. Yanımda kalsan, elimi sıkıca tutsan, “Randevu al” demek yerine sen benim için doktordan randevu alsan... Hatta birlikte gitsek... Of... Söylenmelerine maruz kalmamak için tanıdığım bir doktoru arıyorum ve randevu alıyorum.

*

   En korkunç düşüncelerin, en tehlikeli duyguların suç işleyecekleri bir zaman dilimi... Gece, ayı yutmuş; hatta ayın aydınlığını güneşe tükürmek üzere çiğnemeye başlamış bile. Beni aramandan kısa bir süre sonra kapı çalıyor ve sen geliyorsun. Yanımdasın, canımdasın. İkimiz de pencere kenarındaki koltukta ağzımıza miller çekilmişçesine derin bir sükûnet içinde dışarıya bakıyoruz. Kulaklarımızda fısıltılar, bilinmezlikler. Aniden yerinden kalkıyorsun, bana doğru dönüp “Sana bir şey söylemem lazım.” diyorsun. İçimin nasıl titrediğini, ruhumu oracıkta çıkarıp ellerine vermek için nasıl çırpındığımı anlatamıyorum. Yerde dolaşan gözlerimi hemen gözlerine çeviriyorum. Havai fişekler patlatılmak üzere...
     - Rena
     - Efendim?
     - Biliyorum bu çok acele oldu diyeceksin, benim nasıl haberim olmadı diyeceksin, ama oldu işte.

     Bu cümle karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum, sadece “Ne oldu?” sorusu çıkıyor ağzımdan.
     - Ben evleniyorum.

     Kaskatı kesiliyorum! Alkın’ın söyledikleri bir yarasa sürüsüne dönüşüyor, kelimeler havada kaçışıyor.

*

   Gözlerimi açmak istiyorum, olmuyor. Üzerlerinde çok büyük bir ağırlık varmış gibi bir türlü açamıyorum. Bir ses, “Kendinizi zorlamayın, az sonra gözlerinizi açabileceksiniz.” diyor. Daha fazla savaşmıyorum. Göz kapaklarım istedikleri gibi hüküm sürüyor. Neler olduğunu hatırlamaya çalışıyorum; olmuyor. Son hatırladığım şey Alkın ve onun aklımı başımdan alan buğulu sesi. Dakikalar geçtikçe gözlerimin hafiflediğini hissediyorum, yavaşça açıyorum. Etraf puslu... Kolumda serum, yanı başımda nabzımı kontrol eden bir hemşire. Sanırım bir hastane odasındayım. “Ne oldu bana?” diye soruyorum. “Merak etmeyin, az sonra Doktor Bey size her şeyi açıklayacak.” diyor ve odadan çıkıyor.

   Kendimi bir hastane odasında bulmamın anlamı ne olabilir? Pek de hayırlı bir şey olmasa gerek. Hatırlamaya başlıyorum. Alkın, Alkın’la pencereden dışarıya bakışımız, sesi, söyledikleri... Hayır! Olamaz! Doğru hatırlıyor olamam. Bu, baygınlığın verdiği bir yanılsama olmalı!

   Kulağıma kapı sesi geliyor... İşte, açılıyor. Alkın ve bir doktor içeriye giriyorlar. Meraklı bir sükûnete bulanıyor ve bakıyorum.

- Geçmiş olsun, Rena Hanım. Bizi çok korkuttunuz.
- Evet canım ya, bir anda kendinden geçince sana kötü bir şey oldu diye ödüm koptu. Neyse ki Dr. Feran Bey hemen imdadımıza yetişti.
- Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Rena Hanım?
- Bilmiyorum. Yorgunum biraz.
- Gayet normal.
- Ne oldu bana?
- Rena Hanım, sizde hipertansiyon, yani yüksek tansiyon varmış. Yüksek tansiyona bağlı beyinde damar tıkanıklığı olmuş. Sizi birkaç gün burada misafir edecek ve tedavinizi yapacağız. Ardından evinize istirahate yollayacağız.
- Peki iyileşmem için ne yapmam gerekiyor?
- Alkın Bey yoğun iş temponuzdan ve düzensiz beslenmelerinizden biraz bahsetti. Her şeyden önce düzenli beslenmeli, tuzdan uzak durmalı, sigarayı bırakmalı ve elinizden geldiğince egzersiz yapmaya gayret göstermelisiniz. Merak etmeyin, bu söylediklerimi yaparsanız hem sağlığınıza hem de çok daha kaliteli bir yaşama kavuşacaksınız.

   Of, kaliteli bir yaşamı isteyen kim? Ben Alkın’ı istiyorum. Oysa söyledikleri hâlâ beynimin içinde dönüyor. Doktor Beye teşekkür ediyorum. Doktor Bey, dışarıya çıkıyor. Alkın, “Sen şimdi rahatına bak, her şey düzelecek benim tatlı dostum.” diyor; ve o da gidiyor. Ona gülümsemeye çalışıyorum ama dudaklarımın yamuk yumuk durduğunu hissediyorum. Gidiyor… Beni terk ediyor. Hayatımdan çıkıyormuş gibi gözden kayboluyor… Gözyaşlarımı daha fazla tutamıyorum. İçimdeki parçalanmışlığı gözyaşlarımla dışarıya kusuyorum…

*

   Günler ne çabuk geçiyor. Durmasını istediğimizde nedense bize inat daha da hızlanıyor. Hızlanıyor ve senin beklediğin, benimse kaçtığım o gün geliyor. Biraz sonra düğün salonuna gideceğim. Gözyaşlarıma nasıl hakim olabileceğimi bilmiyorum. Yazılacak yazısı olmayan bomboş bir sayfa gibi hissediyorum kendimi. Ah Alkın! Yalvarıyorum! Mürekkep kokunu içime çekmeliyim! Bedenime ilmek ilmek işlemelisin! Ruhumun her ücrasında el yazın dolaşmalı. İçim gıdıklanmalı; mutlanmalıyım. Ne olursun yok olacakmışım gibi davranma; hiç olmamışım gibi... Hiçbir şey yazılamadan yırtılıp atılacakmışım gibi... Kabul edemem sendeki hiçliğimi. Her şeyin olmalıyım. Yüreğinin yazdığı aşk şiiri olmalıyım. Yüreğinin yazdığı aşkın en narin sayfası olmalıyım. Oysa bomboşum; varlığımı sunamadan kayboluyorum.

   İşte... Düğün salonu... Misafirler... Alkışlar... Sen ve O; seçtiğin gelin! Yüreğimin arasından kayıp gidiyorsun. Bakışlarına çarpmamak için gözlerimi kaçırıyorum. Tenimi ve tenden ötemi acıtan bu seremoninin içinde daha fazla duramıyorum. Kalkıp kendi falımdan kaçıyorum.

*     *     *



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk ve romantizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Söyle Bana Aşk mı? (- I - )
Değiştirilemeyecek Kader Anlarından Biri: Berceste
Söyle Bana Aşk mı?
Masal-ı Aşk -ı-
Yürek Vuslatı İsterse
Aşksızlığın Ne Olduğunu Gel Bende Gör
Masal - A Aşk II
Aşkın Sırat Köprüsünde Tango
Başak Saçlı Kız

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Aşikar Bir Sırdır Öz
Güneş
Akarsu
Bir Uçurum Vakti
Aşkın Sırat Köprüsünde Tango
Kar Taneleri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Felâketim Olsun Tadın [Şiir]
Aklar ve Karalar [Şiir]
Kimsin? [Şiir]
Saklambaç [Şiir]
Ben Seyri [Şiir]
Ak Köpükle Yakamozun Hikayesi [Şiir]
Dönüşüm/s/üz [Şiir]
Vakit Geldi [Şiir]
Ruhum/a Da/yandı [Şiir]
Yüreğine Ne Kambur Ne Çıbandım [Şiir]


Dervişe Güneyyeli Kutlu kimdir?

Yüreğine sevgi fazlasıyla katılmış, üstüne bir de şiir eklenmiş; bir Ruya doğmuş gülücük kokulu. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Murathan Mungan, Nazlı Eray ... Ve etrafımda görüp etkilendiğim her şey...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Dervişe Güneyyeli Kutlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.