Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Her zamanki gibi bir gündü. Yolumu uzatmıştım. Trafik ışıklarından karşıya geçmiş, her zaman geçmediğim bir yoldan yeni yeni gelmeye başlayan baharı içime çekerek sağda solda yer alan vitrinlere ve gelip geçenlere bakarak aceleci olmayan adımlarla yürüyordum. İleriki köşe başında duran çöp bidonunu kediler karıştırıyordu. Okuldan çıkmış büyüklü küçüklü öğrenciler evlerine dağılıyordu. Yürümeyi yeni öğrenmiş bebekler anne ya da babalarının ellerinden, minicik elleriyle sıkı sıkı tutmuş, gördükleri her şeye merakla yönelerek, arada bir sendeleyerek, düşe kalka ilerliyordu. Sevgi yoluna dizilmiş masaların etrafında sohbet eden, çaylarını, kahvelerini yudumlayan her yaştan hanımlar, genç kızlar, genç erkekler, sevgililer oturuyordu. Yüzlerinde sohbetin ve dostluğun verdiği keyifle yerleşmiş gülücüklerin var olduğu, sigaralarını tüttüren, tuttuğu bardakla parmaklarının ısındığı bu insanlar, o an elbette küçük bir kolinin içine kaç tane kuru gıda paketinin sığabileceğini düşünecek değildi. Ve tabi ki doğalgazlı, her türlü konforlarının bulunduğu evlerde, yıkılmaz sandıkları kalelerinde yaşayanlar yaşlı ve yalnız bir kadıncağızın ısınabilmek için sobasını nasıl tutuşturacağının derdinde olabileceğini bekli de hiç bilmeyeceklerdi. Çünkü az sonra kalkıp gidecekleri sıcak bir evleri, evlerinde hazırlanmış çeşitli yiyecekleri mevcuttu... Köşe başına yaklaştığımda dükkân sahiplerinin kenara bıraktığı mukavva kutuları alıp kıvırarak, düzenli bir şekilde eski pazar arabasına istifleyip, sığdırmaya çalışan yaşlı bir kadın dikkatimi çekti. Sanki kendisinden başka kimse yokmuş gibi, büyük bir dikkatle yaptığı işe odaklanmıştı. Yürüdüm gittim. Birkaç gün sonra yine aynı yerden geçerken bana doğru eski pazar arabasını çekerek gelen aynı yaşlı kadını gördüm. Pazar arabasının içi yine istiflenmiş mukavvalarla doluydu. Yüzünde yılların acılarının bıraktığı izlerle ama yine de yaşama umudu ve ışığı ile bana doğru baktı ve yorgun sesiyle, cebinden çıkardığı buruşuk kâğıt parçasını uzatarak ‘’ Bak bakalım kızım, şunu bana okuyuver.’’ dedi. Aldım, baktım. Belediyeye ait kuru gıda yardım fişi idi. Üzerinde bir de adres yazılıydı. Anlattım ne olduğunu. Ve sordum bu mukavvalarla ne yapıyorsun diye. Sobasını tutuşturmak için topladığını söyledi. Ağlamaya başladı. Her ay gelen gıda yardımı, bu ay, başka bir eve taşınmış olmasından dolayı, eski adresine gitmiş ve onu bulamadıkları için de geri dönmüştü. Ağlıyordu bunun için. Bu denli önemliydi o paket onun için. Belki de bir ay o erzaklarla idare ediyordu. Yapması gerekeni söyledim ve sırtını sıvazlayarak onu uğurladım. Onu dinlemiş olmam bile rahatlatmıştı bir derece. Evime döndüm düşünceler içinde. Dönerken yine kafeteryaların önünde oturup çaylarını dost sohbetleri eşliğinde yudumlayan insanlara baktım. Onların yüzü dingindi, kaygıları yoktu. Ya, az önceki yaşlı kadın… Bir dost sohbeti yerine derdini sokakta gördüğü bir yabancıya açmıştı ve usulca akan gözyaşlarını silmişti yemenisinin ucuyla. Ah, hayat… Bazıları için sen ne çok ağırsın. Ne kolay alırsın umutları, ne kolay harcarsın… Şımartıyorsun birilerini hesapsızca, peki ya azarladıkların! Küçük bir koli için gözyaşlarını çaldığın bu yaşlı kadına bir borcun var. Ah, hayat… Üzerine gidersin zaten yıkılacak kadar eğilmiş olanların. Sen nasıl bir şeysin? Tutup kaldırsana düşenleri, elini uzatsana. Sil gözyaşını desene. Arada bir duraklasana. Umudu kırılmışlara çare gerek. Yaraları sarsana… Ey, hayat! Dolsa kadehler, içsek, Yılların yorgunluğu geçer mi? Yüreklerde dert biter mi? Son durağa gelse de İçindekiler inmek ister mi? Sana küsenlerle barış artık Al gönlünü, sil hüznünü… İncil der ki: ‘’ İlk taşı günahsız olanınız atsın.’’ Ne dersin, bir sürpriz yapmaz mısın? Güçsüze dönüp bakmaz mısın? Derde deva olmaz mısın? Senin armonin içinde Uyum sağlayamayanlar Savrulup gittiler, İlk taşı sen attın hayat. Bunu bilmez misin? Bir koliye doldurup Göndereceğim geri Senden aldıklarımı. Küçük bir koli, Taşımakta zorlanmazsın. Ya senin aldıkların? Verme, istemem. Sende kalsın. Müşerref ÖZDAŞ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Müşerref ÖZDAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |