Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal |
|
||||||||||
|
Caminin avlusundaki şadırvanın başına vardım. Ezana daha vakit vardı. Etrafta cami duvarının dibinde uyuklayan bir sakallı dışında kimse yoktu. Ceketimi ve şapkamı çıkardım. Şadırvanın duvarındaki askı-lıklardan birine astım ve kurnaların birinin önüne oturdum. Allah’ım ne kadar da yorulmuşum… Ayaklarımın sızısını oturunca hissettim. Derisi güneşten iyice katılaşmış ayakkabılarımı sonra da çoraplarımı çıkardım. Çoraplarımı ayakkabılarımın üzerine serer gibi koydum. Öylece ortalıkta duran takunyalardan bir çiftini ayaklarıma geçirdim. Yürümekten şişmiş kırk dört numara taraklı ayaklarım daha bir büyük gibi duruyorlar. Ayaklarımı öylece kurnadan akan soğuk suyun altına tuttum. Buz gibi soğuk suyun altında ayaklarım ne kadar rahatladı anlatamam. Ayaklarım üşümeye başlayınca kurnayı kapattım ve sırtımı şadırvana çevirip bir müddet öylece yüzüme vuran güneşin altında rahatlayan ayaklarımı seyrederek oturdum. Nasırlı ayaklarıma baktıkça sanki daha önce hiç görmemiş gibi ayak tırnaklarımın ne kadar biçimsiz olduklarına hayret ettim. Kimi içine kimi dışarı bükülmüş tırnaklar sanki ayakkabıya girmeye itiraz eder gibiler. Çıplak toprağa basmayı seven ayak ayakkabıya zor alışıyor. Öylece boş boş düşünerek ne kadar oturdum bilmem. Etrafta abdest almaya gelenler çoğalmaya başlayınca ben de kollarımı sıvadım ve abdest almaya başladım. Nasırlı ellerim de ayaklarım gibi büyüktür. Ellerimi evvelki gün incittiğim sol başparmağıma dikkate ettim. Tırnak kan toplamış. Belli ki tırnak düşecek. Yavaşa yavaş abdestimi aldım. Caminin girişinde köy camilerine benzer küçük bir hol vardır. Bu holün sol tarafında isterseniz ayak-kabılarınızı verebileceğiniz bir de vestiyer bulunur. Ben ayakkabılarımı hep vestiyere veririm. Bunu biraz da ayakkabıları alıp kutucuklara koyan çocuğa para vermek için yaparım. Ben ayakkabılarımı verip içeri girdiğimde ezan okunmaya başladı. Caminin önüne doğru yürüdüm. Minberin hemen yanına bağdaş kurup oturdum. Sağ omzumu minberinin ağaç gövdesine yasladım. Elimi minberin ağaç oymalarının üzerinde dolaştırırken benden önce kaç kişinin daha bu camide hem de tam benim oturduğum yerde oturduğunu düşünmeden kendimi alamadım. Herkes de bu olur mu bilmem ama ben buraya her geldiğimde bu sekiz yüz yıllık camide benden öncekilere giderim. Kaç kuşak buradan geçti gitti ve ben de yolcuyum derim kendi kendime. Bazen babam gelir aklıma. At arabalarıyla yük taşıdığımız, parasızlıktan han’dan oda tutamayıp atların yemlerini yedikleri oluklarında uyuduğumuz günler. Allah’ım derim içimden gitsin gitsin de gelmesin o günler geri.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © KERİM ALİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |