Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
“herkesin bir hikâyesi vardır...” herkes kendi hikâyesinde kahramandır… sana bir hikâye anlatayım kırık masa… hikâyemizi anlatayım… inanca vurulan zincirlerin ağırlığı altında ezilirmiş ruh… inanmak bir ihtiyaç olsa da inancı uğruna ölenlerin öldüklerinden haberlerinin olmaması ne hazindir bilemezsin… yanlış anlama, bir tanrısal inanç değil bu… tanrı’yı kendisinden şüphe edenlere, bir tanrıya ihtiyaç duyanlara bırakıyorum… yoksulluğa destan düzmenin türkçesidir sarıkamış… allahüekber dağları’nın allahsız kaldığı zamanlar… bedenimde dağlı bir kartalın gaga izleri… gözlerim, boşluksuz bir cam donukluğu… sarıkamış’ta çıplak kalmanın hikâyesi bu… benim hikâyem… şu karşı masada düşlerine takla attıran güzel kızın hikâyesi… “kopup gelmişim köyümden… köyümden tam da eriklerin çiçeğe durduğu zamanlarda almışlar beni… yaşım daha ne ki… bıyıklarım yeni terlemiş… çelikçomak oyununda kalmış düşlerim… bir de… ah kırık masa, bilsen ne güzel bakardı bana… yağı erirdi yüreğimin… bir güzelleşirdi ki her şey… bir acayip ılıklık sarardı bütün bedenimi… düşmüşüm yollara… düşmüşüz yollara… yollar uzun… yollarda bahar kokuları… yolların sonunda, sonumun olacağını bilemedim… yolların sonu güneşli menzillerdir diye bellemişim ta çocukluğumda… çocukluğum yanı başımda… mavzerim omzumda, ilkbahar tarlalarında göveren ekinler gibi umut yeşertiyorum… tarlaların arasından geçiyorum… geçiyoruz doksan bin yoldaş… yolumuz uzun… “kara tren” türküsü yok daha… “yemen türküsü” yanık yanık yakmaya başlamamış yürekleri… “on beşliler” tokat yolları’ndan geçmemiş… kızların gözünde pınar olmamış gözyaşı, yaşmaklarının ucuyla silinecek kadar az henüz… kurumamış gözpınarları… analar hep yaralı… korku içinde analarımız… bizde korkunun zerresi yok… tarlaların arasından geçiyorum… baharın içinden… nar çiçekleri düşüyor genç düşlerime… nar içi dudağı sevdiğimin… köyümde bırakmışım sevdiğimi… köyümde kalmış yüreğim… düşmüşüm yollara… düşmüşüz yollara… ah yollar… toz toprak içinde bırakıyoruz geçtiğimiz her yeri… kiraz ağaçları dallarını eğmiş yere… kayısılardan bal damlıyor… cerenlerin su içtiği pınarlardan dolduruyoruz mataramızı… sivas dağları’nda yıldızlar ne parlak bilemezsin… “bir-üç nöbeti”nde yıldızlara yarenlik ediyorum… kuş uçsa kaçmayacak gözlerimden… gözlerim genç… gözlerimde sevdiğimin göz izleri… korkunun esamesi yok gözlerimde… cevval bir cesaretle çarpmakta yüreğim… günler, haftalar çabuk çabuk geçiyor, ömrümüzün üzerine basa basa hem de… sonbahar dallarında çıldırtan bir kızıllık… rüzgâr kamçısını sallamaya başlıyor yavaştan… ilerliyoruz doksan bin yoldaş… acının değdiği yerlerden haberler geliyor… daha bir bileniyoruz… daha bir cevval atıyor kalplerimiz ve kabzasını daha bir kuvvetle kavrıyoruz çakar almazlarımızın… hikâyelerimizden kopup tek bir vücut oluyoruz ve vuruyoruz yamaçlarına allahüekber dağları’nın… kış, erken bastırıyor dağlarda… mintanlarımızda yolların, uykusuzluğun kiri… yüreklerimizde kavi bir tek duruş… yüreklerimizde güneşli güzel günlere inancımız tam… harman yerinden kaçıp sıcak ırmaklarda terli bedenlerimizi yıkayacağız daha… güze ayarlı düğünlerde halaylar çekip gerdeğe gireceğiz… çoğalacağız ki ne çoğalma, sorma hiç… urbalarımızdan ıslık çalarak geçiyor rüzgâr… top mermilerine aldırmıyoruz… top mermileri solda sıfır kalıyor, elekten beter mintanlarımızdan soğuğun geçip bedenlerimize oklar saplamasının yanında… tırmanıyoruz dağa… tipi göz açtırmıyor… dağın ardında güneşli bir dünya var, biliyorum… o güneşli dünyada zeynep… “zeynep” diyorum, gör yavuklundaki cesareti… tabyalardan yaylım ateşleri açıyor düşman… zeynep’i sımsıkı kucaklıyorum… yavuklumu… düğün derneğe para biriktirmem lazım daha… gelin odasına girişim gözlerimin önünde… sırtıma vura vura sokuyorlar beni gelin odasına… duvağını açışım zeynep’in… gözleri… tanrım, gözlerinde güneş pırıltısı… yüreğimde bir yangın…ah zeynep ah… ne çok yandım ben senin için… şimdi, tam da şu anda geriye dönüş mümkün olsa keşke… kuş olup gitsem, zeynep’i bir kere olsun sarsam… yine gelsem, dikilsem yoldaşlarımın arasına… inanca vurulan zincirlerin ağırlığı altında ezilir ruh… yoldaşım kevork dua ediyor kendi dilinde… anlamını bilmediğim dualar okuyorum ben de… “en uzun gece”ye dimdik giriyoruz doksan bin yoldaş… kar boran… yere düşmeden kazık kesiliyor kelebek gibi uçması gereken kar… ılık bir düşün içindeyim… anam çay kaynatıyor, sıcacık içiyorum ocağın başında… zeynep yeldirmesini düzeltiyor… zeynep göz ucuyla utangaç utangaç bakıyor… yüreğimin yağları eriyor… dimdik bekliyorum allahüekber dağları’nda… doksan bin yoldaşım dimdik… herkes kendi zeynep’inin düşünde… “ sarıkamış’ta çıplak kalmanın hikâyesi bu… benim hikâyem… şu karşı masada düşlerine takla attıran güzel kızın hikâyesi… yoksulluğa destan düzmenin türkçesidir sarıkamış… allahüekber dağları’nın allahsız kaldığı zamanlar… işte böyle kırık masa… ta oralardan gelip anlattım sana… kaç hikâye dinledin böyle bilmiyorum… bir de benim hikâyemi dinle istedim… ayakta donarak ölmenin hikâyesini anlatırsan kıyıcığında akşam çaylarını yudumlayan insanlara, belki ısınır donmuş yüreğim…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ayhan Sönmez, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |