Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb |
|
||||||||||
|
(Bu hikaye Karanlık adlı öykünün devamıdır. Bayan Zen anlatmaya devam ediyordur.) Günler günleri kovalamış bu soylular soylusu Bay(K)’nın bana görünmesinin ardından yedi yıl geçmişti. Yedi rakamının uğuruna inanalar bu sayının aynı zamanda kutsallığını da bilirlerdi, her nedense yedi numaralı dairede, yedinci katta oturanların çok şanslı olduğunu söylerlerdi. Ben hiç yedi numaralı dairede oturmamıştım amma iki rakamlı daire numaramın toplamı yedi ediyordu. Böyle inanışlara çok bel bağlamazdım, yedi bölümde aşkımı anlattığım Bay (K) ya divanelik derecesindeki bu tutkumun bilincimi fiilen değiştirmeye varacak kadar içe dönük bir biçimde gerçekleşen temas deneyimi beni mistisizme götürüyordu. Her şeyden önce bu deneyim değişik bir algıyı içeriyordu. Dünyayı farklı bir gözle görüyordum. Bu görme gönül gözüyle görülen dolaysız bir görme biçimiydi. Çünkü mistik durum bir algı olmakla kalmaz bedensel bir deneyimle de bağlantılıydı her zaman. Bu durumlar genellikle güçlü duygular, neşe, kendinden geçme, hatta dehşetli translarla ve hazlarla birlikteydi. Bu hal içindeki kişi esinlenmiştir kuşkusuz. Esin, normal benliğimizden başka biri olduğumuz, güçle dolduğumuz ve normal kapsamımızın ötesinde hareket edebildiğimiz bir durumdu. Bazen de ruhun derinliklerinden gelen duygular, en anlaşılmaz türden heyecanlara, esrik çılgınlıklara, kendinden geçmelere yol açabilirdi. Veya kim ya da ne olduğu bilinmeyen bir varlığın önünde suskunluğa, ürkekliğe, mütevazılığa götürürdü. Bunun sebebi bilinmez, açıklanamazdı; bir gizemdi. Bazen esinlenmenin, benliğin dışından değil benliğin derinliklerinden de geldiği düşünülürdü. Benliği bir güçle doldururdu. Bu öznel olarak bir yükselme veya yükseklik olarak hissedilirdi. Bu yükselme durumunun yarattığı ötekilik durumu deneyim sahibini aklın kıyısına getirmekteydi. Tinsel varlık ötekiydi. Fakat tin benlikten bütünüyle de ayrı bir varlık olamazdı. Çünkü dışarıda değil içerdeydi, bu yüzden de tinsel varlık benliğin bir parçasıydı. O hem bir şeydi hem değildi. Esinlenme anı, dilin ilginç ve oldukça önemli bir yönünü gösterirdi. Sözcükler bir şeyin yerine geçerler, bir şeyi temsil ederler, fakat bir yandan da kendi varoluşlarına sahiptiler. Esinlenme anında dil ikili bir karaktere bürünürdü. Dolayısıyla tinin her tezahürü hem ötelerden gelen bir kuvvet hem de o esin anına belli köklerle bağlı bir şey olarak tanımlanşıydı. Burada aranan, her şeyin üstünde bir değeri olan, fakat kavranamayan ve adlandırılamayan bir şeydi. Benimde adlandıramadığım bu duygular bende ne zaman başlamıştı onu düşünmeye ve araştırmaya başladım. Bu yedinci yılın sonunda, bu ışıl, ışıl adam yemyeşil giysiler içinde ondan yaşça büyük iki soylu adamın arsında göründü. Bizim sokaktan geçiyorlardı ki benim korku içinde allak bullak durduğum tarafa doğru çevirdi gözlerini o tanımlanamaz inceliğiyle, kibarlığıyla selamladı beni. Öyle erdem yüklüydü ki o selam o an mutluluğun doruğuna ulaştığımı sandım. Bu çok tatlı selamın bana ulaştığı saat o günün yedinci saatiydi. Kesinlikle ve de sözlerinin kulaklarıma varmak üzere ilk kez harekete geçişinden olacak, öyle bir tatlılık yayıldı ki içime, mest olmuş vaziyette ayrıldım. Tabanı taş kaplı odamın ıssızlığına çekilerek bu çok kibar adamı düşünmeye koyuldum. Bazen biriyle tanıştığınız da onun hakkında çok şey bildiğinize dair bir duyguya kapılırsınız ya da tüm benliğinizi müthiş sıcak bir akım dalgasının kaplandığını duyumsarsınız bu işte öyleydi. Belki de yüzlerce, binlerce yıl öncesinden birbirlerine verdikleri bir buluşmaya ve tek bir bedende eriyip, sonsuzlukta yok olmaya dair verilen söz gereği evrenin bir yerinde birbirlerini bulmuş eş ruhlardır bunlar. Birlikte belki de evrensel aşkın etkisiyle kendinize artık engelden başka bir şey ifade etmeyen bedenlerinizi sınır kabul etmeyen bu aşkın sevinciyle feda etmeye kalkışırsınız ya o türden. Her ikimizde sanki evrensel aşkın peşinden koşuyorduk ve eşi benzeri görülmemiş mükemmel bir uyumun içerisine yani mutlak aşk alemine atan ruhlarımızın bu kaynaşması ve bütünleşmesi olmuştu. Farklı iklimlerin insanlarıydık. Ama bir ruh birliği kurmuştuk. Uzak ülkelerde yaşadıktan sonra tesadüf etmiş iki tanışa benziyorduk. Şu ayrı iklimler yüzünden onun yokuşu ayrı, benimkisi bambaşkaydı amma! Aramızdaki imkansızlıklara, erişilmezliklere rağmen gizli bir hülyada hala bulanık belirsiz küçük umutlar taşıyorduk. Sanki bir bekleyişi daima saklı tutmalıydık. Her gün aynı noktalarda, aynı saatte saatlerce oturuyor, birbirimizin yakınında gibi bakışıyorduk. Şu veya bu şekilde umulmadık bir mucize bekler gibi! İri kahverengi gözlerinde, tuhaf o güne kadar tanık olmadığım, ancak iki insan arasındaki kural tanımaz paylaşmadan kaynaklanabilecek sınırsız bir saadet ve sevinç okunuyordu. Artık günün en çok sevdiğim saati bütün iş, görev ve zorunlulukların başlamadığı sabah kahvaltıdan sonraki oturulan saatlerdi. Bu saatlerde çevreyle ve evdekilerle üstünkörü, bilinçsiz bir şekilde ilgilenirdik. Yine bu saatlerde, Hayal Tanrıçası hünerli eliyle sihirli kaynağından altın iplikle görülmemiş olağanüstü bir hayatın şekillerini resimlerini dokumağa başlardı. Belki hepsi hünerli eliyle, ikimizi rahat, rahat oturduğumuz tahta sandalyeden billur göğün yedinci katına uçuruvermişti bile. Denemek için durdurup birdenbire bu anda nerede olduğumuzu, hangi evde oturduğumuzu sorsanız? Yüzde yüz ne oturduğumuz evin nede bulunduğumuz yerin farkındayızdır. Öfkemizden kızarır ve durumu kurtarmak için bir yalan uydururuz hemen. Çünkü biz örümcek ağının sinekleri sarışı gibi yorulmak nedir bilmeyen hayal ile birlikte altın kaneveçenin dokunuşunu kurguluyorduk. Benim içimi sızlatan yeni bir duygu, kışkırtıcı bir istekle, kamçılanması gereken duygularımı yani hayalini hep taş kaplı odamda çağırıyor olmamdandı. Bu küçücük odada derin bir sessizlik vardı. Yalnızlık ve tembellikle hayalim hayat bulmaya çalışıyordu. Ayık kalmak için mutfakta pişirdiğim kahvenin suyu gibi içimde inceden inceye kaynamaya başlıyor, yavaş, yavaş taşıyordu. Okumak için gelişi güzel aldığım kitap üçüncü sahifeyi bulmadan elimden düşüyor, hayalim yine harekete geçiyordu. Önümde yepyeni bir alem, yeni çekici bir hayat birden bire bütün parlaklığıyla belirirdi. Yeni hayaller yeni mutluluklar getiriyordu. Çeşnisi değişik, aldatıcı tatlı bir zehir! Gerçek hayatımdan ona ne artık! O alemin görüşüyle, sihriyle benim hayatım! Pek tembel, pek ağır ve uyuşuk geçiyor. Hepimiz kaderimize küsüz, hayattan bezmişiz gibiyiz. Gerçekten de öyle bakın! İlk bakışta sanki birbirimize dargınmışız gibi ne kadar soğuk görünüyoruz! Bana baktıkça hayalimiz zavallılar! Diye düşünüyor, bu düşüncesinde şaşılacak yan yok! Önünde ucu bucağı görünmeyen yani bir tablo gibi büyülü masal alemi var. Tabii bu alemin baş kahramanının hayalimin en değerli kişiliği olduğunu söylemeye lüzum yok! Bu çeşit, çeşit maceralara, gürül, gürül akan hayallere bakın! Belki kurduğum hayallerin neye ait olduğunu soracaksınız? Her şeye ait! Önceleri kendi kabuğunda kimseden takdir görmeden yaşayan ama sonunda başarıya ulaşan şair ve yazarları düşünürdüm. Onlarda hayallerinde benim gibi neleri canlandırmaz? Neleri canlandırırlardı. Hayallerinde istekleri var mıydı? Hiç bunu merak eden benim gibi biri var olmuş muydu? Onlarda benim gibi ufacık bir yuva içinde, tıpkı sizin gibi bir meleğin ağzını, gözlerini açarak, derin hayretle dinleyen sevimli bir yaratık mıydılar? Dediğim gibi bu tembellik tiryakisi hayal alemi; sizin benim aradığım hayatı ne yapsın o bu hayatı küçümser, değersiz bulur. Ama belki bir gün beğenmediği bu hayatın bir günü için hem de zevk, mutluluk düşünmeden pişmanlık ve sonsuz bir keder içinde bütün o hayali yıllarını feda etmeğe razı olacağını hiç aklına getirmez. Bu korkunç an henüz çatmadığı için, hiçbir isteği yoktur. Çünkü o her isteğinin üstündedir, her şeye maliktir, her şeyi kanıksamıştır. Kendi hayatının yapıcısı olduğu için ona her an istediği şekli verebilir. Zaten hayal alemi öyle kolay, öyle tabii yaratılıyor ki bunların hayal olduğuna inanılmıyor bile o alemde insana her şey düzme bir seraptan aldatan bir hayalden ibaret gibi değil, gerçeğin ta kendisi olarak görünüyor. O zaman niçin? Hayalcinin ruhu sıkıntı duyuyor, nabzı sıklaşıyor, gözlerinden fışkıran yaşlar sararmış yanaklarına akmağa başlayıp, bütün varlığını tarif edilmez bir sevinç kaplıyor? Niçin uykusuz geçirdiği geceler onun için eşsiz bir neşe mutluluk anı olarak çabuk geçiyor? Kahramanınız ancak güneşin ilk pembeliği pencereyi yaldızlarken iç sarsıntıları içinde hırpalanmış ama gene de derin bir haz duyarak kendini yatağa atar. Beldeye has garip fantastik bir sabah ışığı odayı aydınlatmıştır. Ona baktıkça sizde aldanırsınız, kalbini sarsan tutkunun derinliğini, sizi de sadece ruhunda yaşayan hayallerin gözle görünür elle tutulur şeyler olduğuna inandırmaya başlar. Oysaki hepsi yalandır! Hem de ne yalan! Örneğin aşık olmuştur. Seviyor sevginin sevinçlerini heyecanını, üzüntülerini bütün kalbiyle tadıyor! Bakın şunun yüzüne! Bu kadının delice hayallerinin sevgili nedir bilmeden kurduğuna inanabilir misiniz? Demek o ateşli aşk sadece bir düşten ibaretmiş. Peki ama dünyadan beraberce uzaklaşarak, hayatlarını, tüm alemlerini birleştirerek günlerce elele yürüdükleride doğru değil mi? Ayrılık anında çevrelerinde kopan fırtınadan habersiz, siyah kirpiklerinden sızan göz yaşlarını götüren rüzgara ve yağmura aldırmadan sevgilisinin yanında ağlayan kadın kimdi öyleyse? O halde bu da hayaldi.Sevgi umut dolu dolaştıkları viran hüzün verici yollarını yosunlar kaplamış bahçelerinde aslı yokmu? Ya o kıskanç, hırçın, yüz ifadesi belli olmayan kadınla birlikte oturduğu o güzel evdeki, bahçedeki o kibar adam o kadının yanında aşkın korkuluğu gibi değilmiydi? Ama onların aşkları temiz ve günahsızdı. Ama insanlar genede fenaydı. Aslında kadın yüzünden maskeyi atarak ’Serbestim’ diye fısıldamayı ne çok istiyordu. Bir an hayal etti. Sevdiği adamın kolları arasına atılamak istedi. Birbirlerine sarılarak bir anda keder, ayrılık ve ıstıraplarını, uzakta kalan beldedeki kasvetli en asık suratlı karısını ve karanlık bahçedeki evde son olarak öpüştükleri salonu herşeyi unutmak istedi. Kendini zorlayarak gülmek istediğim var hatırında!Yoksa tam aksine bağazımı yanıyor? Çenemsimi titriyor? Gözlerim mi gittikçe buğulanıyordu? İrileşmiş gözlerini, zeki bakışını benden ayırmayan çocukça bir neşeyle bir kahkaha salıvermesini nasıl da! Bekliyordu. Bu kadar fazla açıldığıma, içimi döktüğüme, kitap gibi konuştuğuma pişmanım! Nasıl olsa kendi hakkımda hükmümü vermiştim. Karşımdakinin beni anlayacağından emin olmadan ne diye açılmıştım. Biliyorum! Biliyorum! Diye bağırdığını duydum oda konuşuyordu!’Şu anda her zamankinden çok, en iyi yıllarımı boşu boşuna yitirdiğimi biliyorum! Bu beni derecesiz üzüyor, zaten tanrı bunları anlamam için bana sizin gibi meleği yolladı. Şu anda yanınızda oturup sizinle konuşurken yarını düşünmek içimden gelmiyor artık. Çünkü bu yarın gene yalnızlık gene küflü lüzumsuz hayat taşıyor. Yanınızda gerçek hayatta bu kadar mutlu olduktan sonra neyi hayal edebilirim. Beni redetmediniz, haytımda hiç olmazsa bir gün yaşamama izin verdiğiniz için ‘Allah sizden razı olsun’ Ah! Beni kendi kendimle uzun bir zaman için barıştırdığınızı biliyormusunuz! Artık arada bir yaptığım gibi kendi hakkımda o kadar kötü düşünmeyeceğim. Emin olun öyle kederli, bunaltıcı, anlarım olduki bende herkes gibi bir hayat yaşayabilecekmiyim? Diye kuşkulanıyordum. O anlarda gerçek alemden ne kadar uzakta olduğumu, duygularımın körlendiğini hissediyor kendime lanet okuyordum. Çünkü hayal aleminde geçirdiğim gecelerin sarhoşluğundan ayrılmak pek acıklı oluyor. Oysaki çevrenizde gürül gürül akan insan seli ne canlı, ne renkli bir alemdir. Hayat kasırgalarına kendilerini kaptırmış bu insanların her şeyi gerçektir. Saatleri birbirine benzemez, yeniliklerle başka başka heycanlarla doludur. Sınırsız sandığımız hayalde fakirlik, yeknesaklık var, önüne çıkan ilk gölgenin, bir düşüncenin güneşi karartan, ilk bulutun esiridir o.’ Diyen sesine bende şöyle cevap verdim.’ Hayal alemi zedelenir yorulurda sonsuz dedikleri hayal, daimi bir gerginlik içinde bulunmaktan tükeniyor. Çünkü zaman geçip insan olgunlaştıkça eski ideallerin yerine yenilerini koymayınca yıkıntılar arasından yeni bir şeyler bulup çıkarmak zorunluluğu oluyor. O zaman hayalci; tıpkı ateş yakmak isteyince sönmüş külleri karıştırarak köz aradığımız gibi vaktiyle kalbini duygulandırıp gözlerini yaşartan eski hayallerini canlandırmağa çalışıyor. Biliyormusunuz? Yoruldum! Ben artık manasız, semeresiz ama ruhumun aziz saydığı hayal alemine veda etmek istiyorum. Yedi böümdür Bay(K ) yı hayal etmekten başka bir şey yapmadım. Artık hayalimdeki tüm kelimeleride yedi o. Sadece arkada kalanı tatlı bir geçmiş gibi hatırlıyorum. Sevgili Bay(K) artık benim için dünya bir düş, düşte düş görmekte uyanıklıktı. Önce kıpırdandım, sonra hislendim, sonra heycanlandım, sonrada galayana gelme ve şaşma şeklinde bir seyir izledim. Hafif, hafif başladı, giderek şiddetlendi, baskın ve yoğun olarak yaşadım. Bu manevi halim o kadar kuvvetli bir biçimde etkisi altına aldı ki beni, kendimi tutma ve heycanımı belli etmeme çabalarıma rağmen dayanma gücüm kalmadı. Ateşteki mısır gibi patlayıp kendimden geçiyorum. Cezbelenme halimle divane gibiyim. Artık odama çekilip, tüm dünya ile ilişkimi kesiyorum. Başka alemdeyim. Senin yanında değilim. Olmak Şehrindeyim. Beni ararsan orada bulacaksın. Bu semada Hayal Hırsızı ile karşılıklı raks ediyorum. Hiç kıpırdamadan oturuyorum. Dağlar bile görüyorum hareket edebilen. Hadi sıra sende! Kalk yerinden hareket et diyorum. Yedi bölümdür sözlerin en güzelini uyumlu ve zevkle, okuyasın diye bölüm bölüm yazdım. Bundan etkilenir eğer de tüylerin diken, diken olursa, bedenin ve kalbinde yumuşayacaktır. Tekrar, tekrar okuduğunda sende vecde geçeceksin. Senin okuduğun kitapta da vecd tesadüf ve rastlama anlamına gelmiyormu? Buna göre gönül aleminde tesadüf ettiği her türlü üzüntü ve sevinç türünden her hisde vecd değil miydi? Çünkü bu duygular bulurlardı, gelirlerdi ve varırlardı. Bunlar sanki lütüf edilir gibiydi! Saf, pak, temiz manevi hislerdi. İlahiydi. Heycanlanma, şaşma, galeyana gelme deyimleride manevi his olmakla birlikte marifet denilen bilgi türünüde içerirdi. Bu halimizde perde ortadan kalktığı için görülmeyen bazı esrarlar bu haldeki kalp gözüyle görülürdü. Söz konusu bu hisler az veya çok, sürekli olup olmaması bakımından farklılık gösterirlerdi. Nasıl bir şey olduğunu artık dille anlatamam, o bir sırdı bilene! Sende benim sırrımdın! Divane gibi dolaştığım bu okyanusun içinde yüzen bir deniz gibiyim. Doğuştan mevcut olan aklım öyle bir noktaya vardıki bütün hadise ve varlıkların neticesini sezip, aşağı zevklere götüren arzulara hakim oldum. İşte böyle bir gücü elde eden kimseyede gerçek manada akıllı denmez mi? Dünya insanın kişi ve kendi olmasını engelleeyen bir şeydi. Kendi ölümü sonrasındaki yaşamı düşünerek yaşamak bir kibir ve kendi benimize aşırı bir bağlılık sergilemek ve bütün var oluşu insansal ve dünyevi bir modele indirgemek olmuyor muydu? Ölüm hayata nihai bir son vermemekteydi. Ölüm insan varoluşunun başka bir biçimiydi. Yaratılış sürekli bir yenilenme içindeydi. Yaratılışın bitimsiz bir şekilde yok olması, yenilenmesi hayretlerin en büyüğüydü. Her şey, her an kendi başlangıcında baştan başlardı. Bir anlamda dünyada yeni bir şey olmamakta her şey ilk örneğin tekrarından ibaretti. Bu tekrar dünyayı sürekli başlangıç anında tutar, bu kavrayış hayatın ve ölümün ayrılmaz olduğunu duyumsatırdı bize. Somut yaşamı yakalamak demek, hayat ölüm çiftini bir araya getirmek, birini ötekinin içinde, seni bende bulmak ve böylece dünyanın asıl parçalarının dağılışı içinde keşfetmek demekti. Tek bir hayat gördüğün şeyin içinde, sayısız hayat görüyorsun çünkü şimdiki zaman bütün bir yaşamdı. Bizi yazan yazarımız her birimizin gerçek yüzünüde yazacaktı. Yazarımız gerçek dünyaya dönmekte ısrarlıydı Onunda benim gibi sana seslendiğini duyar gibi oluyorum.’ Zamanın oğlu tarihin izini taşımayan kesintisiz bir şimdiki zaman içinde yaşar fakat öte yandan o ne yaşamıştır nede yaşayacaktır. Çünkü o bilen ve bilinenin özdeşliğidir. O yaşamın ve gerçeğin biçiminin geçmiş ve gelecekte değil şimdide olduğudur. Günü yakala!’Diyordu Bende artık gerçek dünyadan bay ( K) ya seslenmeliydim! Beni merak et! Beni görmeye gel. Bazı insanlar aramızda yaşadığı için şükrederiz ya! Bende size rastladığım ve ömrümün sonuna kadar da aklımdan çıkaramayacağım için size şükran duygusu ile doluyum Bay(K). Çok ama çok mutluyum. Artık bizi yazmayacak yazarımız. Çünkü seni çok özlediğimi biliyor! Uzaktasın! Ben sana ne olduğunu da bilmiyorum! Bilememenin acısı. Nostalji yetersizliğinden de kaynaklanıyor bu durum! Nostalji; doyurulamamış dönüş arzusundan kaynaklanan bir kederlenme duygusu! Gerçekte ve hayalde! Aşkın bir halde dolaşan ve günlerini geçiren ben; gerçek dünyada da Artık Aşkın Olmak istiyorum! Artık bizi anlatan hikayede olmayacak! İşte buna hiç dayanamam! Bizi yazdırmak senin elinde, her akşam bilgisayarının başında bizim olmayan hikayeleri mi okuyacaksın? Artık başka kadın kahramanlarının hikayelerini okuman bilgisayarını bir kere tıklamana bağlı! Tıkladın bile! Bu hikayelerdeki erkek kahraman yoksa yine sen misin? Göreceğiz? Men Zen adlı öykü çıkmıştı. Bay(K) nın okuduğu bu hikayede buluşmak dileğiyle!Sevgilerimle. Nezihe ALTUĞ 10.10.2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nezihe ALTUĞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |