Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
İstanbulluluk ve İstanbullu olmak! Bir ayrıcalık demek anladığım kadarıyla bu dünyada. Biraz önce annemin karnından dokuz ay dokuz günde geldim ben dünyaya. I6.01.2010 tarihinde İstanbul’da Üsküdar’da Uzman Doktor Uzay YILDIRIM beni Zeynep Kamil hastanesinde annemin karnından çekip çıkardı. Popomada vurdu. ‘Avrupa Kültür Başkentli şanslı bebek’ diyerek!’ Nasıl ki! Melekler ‘arş’ın, hacılar kabenin gezegenlerde güneşin etrafında döne, döne bulutlar üzerine yükselirler ya! Bende İstanbul içinde, döne, döne kaybolmak, yükselmek ve bu şehirli olmak istiyordum. Doğduğumdan öldüğüm güne dek! Yaşadığım sürece her gün! Bakın tüm dünya benim doğum günümü ve İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu günü yedi tepesinde şenlik gösterileri eşliğinde kutluyor! Annem ölmüş, babamda, doğulu imiş kimin umurun da! Ben İstanbulluyum! İstanbul’da İstanbul olalı ilk defa Avrupa’nın Başkenti olduğunun kutlamasını yapıyor. Bende, İstanbul’un; İstanbullulara, Türkiyelilere, Avrupalılara ve tüm dünyaya şöyle seslenmesini isteyerek bağırıyorum…’Ey insanlar! Ben imparatorların gözdesi, sultanların sultanıyım! Ortaçağ şehirlerinin de imparatoriçesiyim. Ben kıyılarım da çağlar boyu Paganları, Hıristiyanları, Yahudileri, Müslümanları ve dinsizleri barındırdım. Giydiğim elbiseler dostla düşmanın, acıyla sevincin, ihanetle aşkın gözyaşlarıyla yıkanır. Benimle birlikte olanlar uçuş ve inişlere, yükseliş ve düşüşlere, doğuş ve yok oluşlara alışmalıdırlar! Bilinmezliğin, karmaşanın, olabilirliğin, canlılığın, yaratıcılığın ve ilhamın da perisi olmam nedeniyle her an uçmaya da hazır olmalısınız! Soylu şehirlerin ruhunu taşıdığımdan ruhum her an daralabilir içimde sıkılabilir! Buna da hazır olmalısınız. Renk karmaşamdan gözleriniz görmeyebilir menevişlenen deniz rengim umut mavisine de, koyu laciverte de, griye de dönebilir. Bazen zehir yeşili de olabiliyorum. Tan pembeliğimden de korkmalısınız! Binlerce yıldır tek bir fani tarafından terk edilmedim ben. Dünyanın en çok arzulananı, en büyülü olanı hatta en korkulan büyücüsü de benim. Doğu Akdeniz’in, orta ve yakın Doğu’nun, Balkanlar ve Kafkasların, ön ve arka Asya’nın… Sizin anlayacağınız binlerce yıldır dünyanın da kaderiyim ben. Dünyada içinde deniz geçen tek şehirde benim. İstanbullu olmanın en önemli şartı Boğaziçi’mden akanın bir deniz olduğunun farkına varılmasıdır. Neler gördüm geçirdim, ne işgaller ne kuşatmalar, ne fetihler ne savaşlar, ne yangınlar depremler, ne ayrılıklar özlemler, cinayetler, kanlı isyanlar, açlık grevleri, kanlı mitingler ve hayırsızlıklar gördüm. Değerimi bilmeyen fanilerle doludur her yerim. Yedi muhteşem tepelerimle, yedinin en şiirsel, en mistik, en mükemmel şehriyim. Efsanelerim, masallar ve menkıbelerim dillere destandır. Konstaninopolis ve Dersaadetim! Ben. Beni dillerinden düşürmeyen, akıllarından çıkaramayan kral, imparator, sultan, general ve yüz binlerce askerim var. Kara sevdaya tutkunumdur ben. Her köşem şanıma yaraşır bir gizem taşır. Her yerim ruhumu gören şair, gezgin ve sanatçılarla doludur. Beni yazmak için çırpınan romancılarımın hayallerini süslerim. Yüzlerce yıldır hakkımda binlerce kitap yazılır, resim ve beste yapılır. Filimler çekilir boğaz boynumda, Yedi tepedeki koynumda; besteciler, sinemacılar ve tiyatrocular kuyruğa girerler beni anlatmak için. Ben çok dilli, çok kültürlüyüm. Takkeliden kippalıya, kalpaklıdan kasketliye, feraceliden peçeliye, fesliden şapkalıya, türbanlıdan çıplağa alışığım ben. Sizin anlayacağınız bağrımda her çeşit İstanbullu yatar. Tatlı, ballı şifalı öz sularında kaynağıyım ben. Alemdağdan, Çamlıca’dan, Taşdelen’den, Ayazma’dan fışkırır sularım. Çiçeklerimin parfümünü taşıyan lodos rüzgarım aslında aşk kokusunu da etrafa yayarak sersemletir tüm halkımı. Karayelle korku, imbatla ümit veririm tüm yaşayanlarıma. Aşk korkusunun kokusunu hiçbir zaman hissettirmem. Ağırbaşlıyımdır, cıvıklıktan, hoppalıktan, yalakalıktan, dalkavukluktan nefret ederim. Barındırmam koynumda dışarı atarım. Aynı zamanda rüyaların eşsiz ülkesi uykuyum da ben. Sohbetlerimin çoğunu da uyurken rüyalarda kurulabilen ilişkilerde yaparım. Hayallerin cennetini uykuda veririm. Uykularım da sere serpe sayıklamak, iç dökmek, öpüşmek, sevişmek özgürce yapılır. Kimse karışmaz, kimsenin hayallerine. Hatta fantezisiz kimsenin uykusu bile gelmez. Doğuştan kozmopolitim ben. Bir semtimde Rum, Ermeni, Arnavut, Türk, Çerkez, Kürt, İngiliz, Alman, Çinli, Japon, Koreli hatta Afrikalı bile görürüsünüz. Hiç yadırganmaz bu durum. Kardeş, kardeş yaşarlar, paylaşmazlar topraklarımı, bölünecek diye ödleri bile korkar. Kibar beyefendilerin, zevkli romantik hanımefendilerin düşleriyim ben. Bende buluşur, koklaşır, sevişirler hatta bir sonraki buluşmaya kadar hasretimle kavururum onları. Pera, Çırağan gibi tarihi, Hilton ve Sherlton gibi modern otellerimde fanice arzular uyandırır. Yasak aşıkların ihanetlerini hiç kendilerine hissettirmem. Sabahları deniz manzaralı odalarında gerçek dünyadan bir haber sarmaş dolaş kalkarlar yataklarından. Kalplerini peri masallarındaki aşkla tekrar, tekrar doldururum, hatta aşıkların ayrılmalarına bile karışır, büyücülüğümle okur ve efsunlarım onları hiç birbirlerinden ayrılmasınlar diye! Aşkın yasağı olmaz bende çünkü aşk benimdir! Pitoreks ve pastoral adalarım var benim. Her kim denizimden vapurumla adama varırsa tekrar hayata bağlanır. O vapurlar ki içinde taşıdığı fanilere yolculuklarının bir sonu olduğunu hatırlatıp, tekrar, tekrar seyahat etme çoşkusu yaratırım. Ada ya bastığınız daha ilk adımda mimarim, ağaç ve çiçeklerim, deniz ve balık, şarap ve rakı kokularımla, Aya Yorgi kilisemle mest ederim. Şifa, çare, umut, para, ev, sevgili, çocuk ve araba dileyen İstanbul halkı makara, makara iplik sararlar kiliseme her çıkışlarında. Ben şehirler şehriyim, Avrupa Kültür Başkenti yeni oldum ama adlarımda gizlidir zaten biricikliğim. Beni Lygos, Byzas, Antoneinia, Yeni Roma, Constantıniye, Dersaadet, Darülsaltanat, Darülhilafe, Asitane-i Aliyye, İslambul ve en sonunda da İstanbul diye çağırırlar. İstanbul da olmak, İstanbullu olmak değildir! Benim en ufacık beldeme zarar verene acımam. Benim değerimi bilmeyeninde hiç yüzüne bakmam. Tutunamazlar değerimi bilmeyenler koynumda. Er ya da geç kollarımda eritirim onları. Yeni İstanbullular türedi. Adına varoşlar diyorlar. Kim mecbur bıraktı varoşluları evinden, köyünden ayırıp, buralara, kim getirdi diye ahmakça laf edenlere kükrerim. Varoşlulara İstanbullu olmak şansı veririm. İstanbullu gibi olmak heyecanı taşımayanlar zaten yok olur giderler. Türküler yakmışlardır bunlar için sanatçılarım.’ İstanbul yakar, yıkar adamı’ dizeleriyle onları dize getiririm. Zor, debdebeli karmaşık ve büyülüyüm. Zordur tabii benim gibi büyük ve soylu karakterlerle yaşamak. Binlerce yıldır seslerin ezgilerin, ilahilerin en güzelleri yankılandı bağrımda. Her dilden ilahiler yükseldi ve yükselecektir daima göklerime! Fani sesinin her yakarışı ve haykırışı çağlardır çağlar kulaklarımda. Binlerce yıldır buradayım, aşkın, meşkin, şarkının, türkünün ve şiirin iyisini tanır severim. Bu dünyada ve İstanbul’da kimin hayatı tamamen talihli ve mutlu çizgisel bir düzen göstermiştir de ben geri kaldığımı anlayaydım ki! İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu gün doğanların bile ayrıcalığı yoktu bu fani dünyada! Kısa sürdü doğduğum yerde mutluluğum. Anam Kader ölmüş beni doğururken daha adımı bile koyamadan, doktoruma sormuşlar ‘adını ne koyalım’ diye. Anasının ve İstanbul’un adlarından birini koyalım demişler ilk adıma Destina ikinci adımı da Saadet Şefika koymuşlar. Çok adlı İstanbul gibi bende üç adlı olmuşum. Anamın öldüğünden benim de doğduğumdan haberi olmayan akrabalarım beni ne arayıp, nede sormuşlar. Büyüyünce öğrendim ki anamın hastalığının adı gurbet kanseriymiş. Törelerden kaçarak, saklanarak doğurmuştu beni anam. İstanbul, koynuna sığınan garibanları hiç acımadan en zayıf noktasından yalnızlık boşluğundan vururdu, bilememiş zavallı anam İstanbul’un bu kalleşliğini taşı toprağı altın diye gelmiş. Ben doğarken göğsümün tam ortasından İstanbul ve kaderim beni vurmuştu. Yalnızlık boşluğum gurbette daha da büyüyecek, zalimleşecek, beni çirkin, kara, kuru, çelimsiz biri yapacaktı. Bu dünyada anam olsa beğenirdi beni çünkü ben onun kuzgun yavrusuydum! O halde ben de içimi, sevincimi, hasretimi, korkularımı, hayallerimi cesaretle İstanbul’a ve doktoruma anlatacaktım. Benim adım Saadet Şefikay’dı. Ve dedikleri oldu. Darüşşafaka’ ya teslim etmiş beni doktorum. Doktor olmamda çok emeği olan doktorum benim şansımdı. İkinci ismimi bilinçli olarak Şefika koymuş olduklarını büyüyünce anlayacaktım. Darüşşafaka ismim Şefika’nın derin anlamı gibi gerçekten bir ‘şefkat kapısı’ bir yuva, bir aile olmuştu bana. Asla hakkını ödeyemem. Yoksullar yetimler okulu diye küçümseyenlerin alnını karışlarım ben. İleride çok zengin olursam da bütün servetimi yatıracağım bu okula. Bilime ve kültüre sevdalı benim gibi gençler ve yaşlılar yaşatsın hayata hazırlasın diye! Birde sana söyleyeceklerim var ana; Bırak artık konuşayım. Artık yaşamaktan korkmuyorum. Gerçektende artık bundan daha kötü bir gerçek yok benim için! Öldüğünü söylediler ve arkasındanda ileride neler yaşayacağımı kendi aralarında kundaktaki bir bebek anlamaz diye her biri bir gerçeğin altını çizerek anlattılar! Gerçeğin birçok değişik gerçekten oluştuğunu bana daha karnındayken öğreten sensin. Seni suçlayanlarda haklı, seni savunanlarda, seni mahkum edenlerde haklı, seni bağışlayanlarda. Ama bu yargıların hiç birinin değeri yok. Ananla baban, kimsenin ruhuna girilmez dediklerinde, tek gerçek tanığın ben olduğumu söylediklerinde haklıydılar. Beni öldürmeden öldürdüğünü söyleyebilirim. Yalnızca ben bunu neden ve nasıl yaptığını açıklayabilirim. Doğmayı ben istemedim ana. Hiç kimsede istemez. Anası doğarken ölen bir kız çocuğu. Üstelikte ağır törelere baş kaldıran bir kadının kız çocuğu olarak dünyaya gelmek! Daha kötüsü yok bu dünyada. Hiç yokluktan dünyaya geldim ben. Hiç yoklukta istem yok ki. Seçme diye de bir şey yok ki. Tüm korkuna tüm duraksamalarına karşın, doğmanın güzel, hiç yokluktan kurtulmanın bir nimet olduğuna inandırdın beni. Bir kez doğduktan sonra cesaretini yitirmemelisin acı karşısında bile, ölüm karşısında bile demiştin. İnsan ölürse demek ki doğmuştur, hiç yokluktan çıkmıştır dediğin söze inandım ana! İçinde yaşadığım suyla birlikte her düşünceni de içtim. Ve seninde her düşüncen bir gizin çözümüydü. Beni yaşama vardırmak için her şeye meydan okuyarak yaşamın ve İstanbul’da yaşamanın kutsal bir armağan oluğuna inandırdın beni ana. ’Yaşam var çocuk! Öldüğüme sakın üzülme! Bu dünyada birileri koşuyor, bağırıyor, umutsuzluğa kapılıyor. Ama başka yerlerde binlerce, yüz binlerce çocuk ve gelecekteki çocukların anaları doğuyor. Çünkü sen de bir ana adayısın çocuk…’Demiştin öldüğün gün ben İstanbul’da ilk çığlığımı atarken! Haklısın ana bende Sultanların Sultanı İstanbul gibi, Darüşşafaka’nın Saadet Şefika’sıyım! NEZ İSTANBUL 20.01.2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nezihe ALTUĞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |