"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Not: Bu öykü “Esrarlı Bekleyişler” adlı öykümün devamıdır…. Kahramanım bay (K) ‘dan haber alamayınca, ona nasıl haber ulaştırabilirim diye düşünürken işaretlerin diline baş vurdum. Ritüellerdeki gibi meta dili yaratabilir miydim? Bildiğiniz gibi evrende varlık durumundaki her şey birbiri ile ilişki içindeydi ve tüm zamana yayılan bu muazzam ilişkiler ağının işleyişini sağlayan bir meta dili vardı. Harflerde bu aşkın dilin yapı taşlarıydı. Sonuç olarak evrende tüm kavrayabileceklerimiz, tüm hayal edebileceklerimiz aslında ilahi özelliklere özdeş gelen harflerden ibaretti. Ve bu harfler kelamın şifresini içeriyordu. Öyleyse zahirden batına, harflerden kelama ulaşma çabası, mantıksal yapılar inşa etme zorunluluğuna ve felsefi kavramlar arasında boğulma derdine kapılmadan ilahi düzeyden insana inen ilahi özellikleri sezgisel olarak kavramaktan ibaretti. İnsanoğlunun kutsal harfle olan bütünleşmesinin fizyolojik kanıtı sözlerin üretildiği telaffuzdu. İnsanların ağzındaki otuz iki inci tanesi diş gibi, bazı insanlarda, konuşurken kelimeleri inci taneleri gibi tek, tek dizerek söylerlerdi. İnsanların bu harfleri böyle seslendirmeleri insanda yatan gerçek potansiyelin işaretiydi. Bu dilde harflerin yanı sıra yazının temel unsuru olarak harfleri meydana getiren noktalarında çok önemi vardı. Yazı yazmak için kalem kağıda ilk kez değdiğinde bir nokta meydana getirirdi. İlkinin ardından gelen noktalar nasıl ki özgün noktanın tekraraydı. Bunun bilincine varamayanlarda var oluşun sırrını kavrayamazlardı. Kalem, kelam, kağıt, kitap, kuran, kader, kutsal, kurt, koyun, kuzu, kahramanım ve karanlık isimleriyle çağırdığım Bay (K) çağrıştırdıklarının da özüydü. İnsan gerçeğe ulaşmak gizemi tam olarak çözmek için sırdaş dilleri aşarak ilahi dili kavramalıydı ki var olabilsin!...Bay(K) çok güzel bakarak bunu yapıyordu. Yüzü yetkin bir insanın yüzünün güzelliğine benziyordu. Bu yüze bakanın çoşkun bir tapınma durumuna geçeceği aşikardı. Huşu uyandıran kutsallaştırma düzeyindeki ona karşı duyduğum bu hayranlık duygusu, aynı anda hem çoşku, hem umutsuzluk, hem sevgi, hem korku, hem şehvet verirdi. Çünkü; yüzün açımladığına ulaşmak için ‘aynanın ötesine’ geçmek gerekti. Yüz cenneti aynı zamanda tanrısallığın tezahürünü de işaret ederdi. Tanrısal sırrın keşfedileceği asıl anahtar onun tanrı biçimiydi. Bu tanrısal biçim sırrını insanlara açmaya çabalamış, binlerce nebi ve veliye rağmen insanlar bu sırrı bir türlü anlayamamıştı. Tanrısal tezahür olan insan güzelliği, insanla aşkınlık arasındaki yegane bağ tek iletişim biçimi haline gelirdi. Yüz güzelliğinin simgelediği anlam dile getirilmeye çalışılan ama bir türlü getirilemeyen ‘kelam’dı. Kelamın gerçek okunuşu, gizli anlamın bütünsel çözümü ancak yüzün açımladığı işaretlerin anlaşılmasıyla mümkündü. Buda bakmağa bağlıydı. Birlikte yol alacağımız okyanusta bay K ile bakışıyor, zaman nehrinde akıntıya karşı kürek çekiyorduk. Bir gün mutlaka kaçınılmaz bir şekilde ilk hareket noktasını bulacaktık. Buda geçmiş yaşamlarımızı yeniden yaşamak, onları anlamak, günahlarımızı yeniden değerlendirmekti. Aynı zamanda bilgisizliğin etkisiyle olan bir yaşamda biriktirilen davranışları tüketmemiz demekti. Böylece bizde insanlık durumunu aşmış ve zamanın içine düşmeden yaşam çarkının henüz dönmeye başlamadığı koşulsuz duruma ulaşmış olacaktık. Kökene dönmek, kişisel ve tarihsel olayların titizlikle ve eksiksiz olarak anımsanmasıydı. Bu anımsama sayesinde kişi geçmişini tüketir, ona egemen olur, geçmişin şimdiye müdahalesini engellerdi. Kökene dönüş yeni bir doğuş hazırlardı. Kuşkusuz bu fiziksel bir doğuş değil amma mistik nitelikte tinsel bir yeniden doğuştu. Bizde Bay (K) ile evrende birlikte yeniden doğmağa başlamıştık. Yeniden doğuş noktamın tespiti için ben Kadir gecesinin gündüzünde evimin ekseni olan çatıya çıkmıştım. Bir nokta tespit etmeliydim. Bu nokta fiziki bir nokta olmanın ötesinde psikolojik bir nokta idi. Bu noktada zihnim denge içinde olmalıydı. her şeyim bu noktanın çevresinde dönmeliydi. Bu nokta benimde sonsuza dek kımıltısız duracağım, sabit noktam olmalıydı. Bu nokta ile dünyanın tüm zerreleri arasında gizemli bir etkileşim içerisinde olacaktım. Bu etkileşim beni dünya ile tek bir bütünlük içinde birleştirmekteydi. Kendimi sanki bir tür bilinç ve öncesiz- sonrasızın her şeyi bilme ve sonsuzun her şeyi yapabilme gücü, dünyanın her parçacığı içinde gizlenmiş olarak her zaman parçayla bütün arasında bir bağlantı kuruyormuş gibi görmekteydim. Her şeyin dayanak noktası olan bu nokta zıtların bir araya geldiği bir merkezdi ve bu noktada mutlak aydınlanma yaşanıyordu. Bu noktada Bay (K) sislerin arasından bana bakıyordu. Sanki onun sesi de bodrumdan geliyordu. O da bana’ Bu da benim kutup noktam, yüce bölgem, dünyanın kalbi olarak ta tanımladığı cennetim‘ diyordu. Burada dünyanın çehresinin yansıdığı yerdi. İnsanla hakikatın kavuşma noktasıydı, aynı zamanda da insanla onu çevreleyen ve onu tutan bütünlük arasındaki köprüydü. Kalbinin de yeri olduğunu biliyordum. Orada karşılaşacakmıydık!...Bilmiyorum? Her insani varlığın bilinçsizde olsa gök ile iletişim kurulduğu yerde olma isteği, temelde bir merkeze ve dolayısıyla kendi merkezine yönelmekteydi. İnsandaki bu istek, onun derinliklerine kök salmıştı. İnsan dünyan merkezinde bulunarak tanrısal konuma gelme arzusunu ortaya koyardı. Çatı katımda dinlediğim volkmenimdeki şarkılarla zeytin ağacının dallarının hışırtısı birbirine karışıyordu. Bu şarkıların yardımıyla raks etmek, müziğin ritmiyle transa geçmek ve göğün en yüksek katına yükselerek sabit noktayı bulmak istiyordum. Vecde’de hazırlıktı bu!...Zeytin ağacının dallarını tutmak için ellerimi uzattım. Sanki Bay (K) da benim tutuğum dala tırmanarak çıkmış oda bana ellerini uzatarak ’yakala’ demişti. Bizim için bu ağaç dünya ağacının yansıması ve aynı zamanda kutsal noktamız olacaktı. Burada birlikte raks ederek ‘vecd’e geçecektik. Ama birden Bay (K)’ nın elleri kaydı ve beni kendi içimdeki okyanusumda boğulmaya terk etti. Ellerimle ve gözlerimle her gün dua eder gibi okuyarak ve yazarak ilimden yardım istedim. Bilgi birikimimle artık bende bir okyanus gibi idim. Bir gün biliyordum ki Bay (K) ile ikimizde bu okyanusta yıkanacak, kendimizi bilgelik ağacının altında, varlığın içindeki yokluğa açılan kapıda, çelişkilerin yok olup yeniden doğdukları, o sabit titreşim merkezinin altında bulacaktık. İşte o zaman karşıtlıklardan sıyrılmış, çelişkilerin acısını unutturan ilahi izdivaç hazzıyla birleşecektik. Ben biliyordum ki; Bay (K) evde her zaman aynı saatte ve aynı yerde oturarak bilgisayarını açardı. Her gün mutlaka benim hikayelerim den birini okur, tekrar bilgisayarının masa üstü menünse dönerdi. Masa üstündeki resimlerinde kederlimi?, hüzünlümü?acılımı?, mutlumu?, mutsuz mu? Oldukları belli olmayan ama bence haz alma esnalarında çekilen kadınların fotoğraf kareleri ile doluydu. Bu resimlere her gün saatlerce uzun, uzun bakar, ama sadece aynı kadının fotoğraf karesini işaretlerdi. Bu kadının hikayesini beğendiği belli idi. Bay (K)‘nın açtığı kadının hikayesinde buluşmak dileğiyle. Sevgilerimle. Nezihe ALTUĞ 15.09.2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nezihe ALTUĞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |