Zaman dostluğu güçlendirir, aşkı zayıflatır. -La Bruyere |
|
||||||||||
|
Sansür konusunu işlerken değinmemiz gereken belki de en önemli konu sansürün bize ne verdiği, bizi ne yerine koyduğu ve buna karşılık bizim ona karşı ne yapabileceğimizdir. İlk bakışta sansürün dıştan, kurumsallaşmış bir yapıda sıklıkla bireylere, alt kültürlere ve karşı kültürlere karşı olduğunu görebiliriz. Zira amaç insanda anlamını bulan bir bilginin, çoğu zaman toplumun çıkarlarını gerekçe göstererek yasaklanması, paylaşılmasını engellemektir. Modern toplumlarda sansürün yetkili kurumunun devlet olması ise, birincisi onu denetlemeyi oldukça güçleştirir, ikincisi verdiği kararların hangi bakış açısına göre doğru olduğunu tartışmaya açık bırakır, üçüncüsü ise ona karşı bir etkinlik geliştirmeyi yasal yaptırımlarla güçleştirir. Hele hele devletin demokratik ve özgürlükçü geleneği görece geriyse yapılan yaptırımların mahiyeti de oldukça büyük olmaktadır. Bu yüzden yaşadığı toplumsal sistemin dışına çıkıp, fikirlerini yayma düşüncesinde olan insanlar günümüzde de yoğun baskı ve şiddete, hatta ölümle karşı karşıya kalmaktadır. Ancak buna karşı olarak genel olarak toplumda sansürün ne olduğu, hangi araçlarla karşımıza çıktığı, bizi ne yerine koyup, nasıl bir toplumsal kişilik yaratmaya çalıştığını anlamak ve toplumsal bilinci yükseltmek için cesurca bazı sorgulamalar yapmamız gerekir. Öncelikle sansürün bizi ne yerine koyduğunu yine onun kavramsal içyapısına ve uygulamalarına bakarak anlamaya çalışalım. Değersizleştirme Her şeyden önce sansür tek tek bireyleri ve genelde toplumu değersizleştirir. Zira ortada topluma yayılmaya çalışılan bir bilgi vardır. Bu bilgiyi verecek olan kaynak, bu bilgiyi diğer insanlarla paylaştığında bunun onlara iyi bir etki yaratacağı varsayımıyla hareket eder. Sansür kurumu ise bu bilginin paylaşımını engeller. Zira eğer o bilgi paylaşılır ve pek çok kişi tarafından bilinirse, kendisinin gücünün zayıflayacağını varsayar. Sözü edilen değerli bir bilgidir. Hatta tehlikeli bir bilgidir. Toplum ise bu tehlikeli bilgiyle karşılaştığında, -sansürcü kurumun bakış açısından bakarsak,- doğru kararı verip bilgiyi etkisizleştirecek üstün insan nitelikleriyle değil, hemen yanlış yola sapmaya hazır, cahil güruh olarak görülür. Burası çok önemlidir, zira bilinen ilk sansür örneklerinden biri olan Sokrates’in yargılanıp idam edilmesindeki gerekçelerden birisi gençleri ahlaksızlaştırmaktı. İlkçağ filozoflarından birisi olan Sokrates diyar diyar gezip insanlarla sohbet ederek kendi sahip olduğu hipotezi doğrulamaya çalışıyordu. Bu hipotez: “Doğru bilgiye sahip bir insanın kötülük yapmayacağı,”dır. İnsanlar ise belli konularda neyin doğru olduğunun önsel (a priori) bilgisine sahiptirler. O zaman yapılması gereken o bilgiyi “açığa çıkarmaktır”. Ama sonradan öğreniriz ki, “Bildiği bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediği” olduğunu söyleyen Sokrates toplumun ileri gelenlerince yargılanıp, gençleri ahlaksızlaştırmak suçundan ölümle cezalandırılır. Burada dikkat edilmeli ki iki yanlı bir yargı vardır. Birincisi yargı Sokrates’in ahlaksız birisi olduğu yönündedir, ikinci yargının muhatabı gençler ise ahlaksızlaştırmaya yatkın zayıf karakterde insanlar olarak görülür. Toplumsal güç ise Sokrates’e karşı fikre karşı fikir ekseninde değil, fikre karşı idam olarak karşılık verir. Hemen her sansür kararında bu temel gerekçeyi hemen görürüz; “Halkın yanlış yola sapmasını engellemek için yaptık bunu!” Burada bir tezatlık da vardır. Zira “topluma ayak uydurma”, “sürü psikolojisinin” yüceltildiği bir ortamda yetişir, her şeyin kıstasının halk olduğu söylenir ama son kertede halk zayıf karakterli kendi kararını kendi veremez insanlar olarak damgalanır. Halk burada yanlış yola sapmaya yatkın zayıf karakterli değersiz insanlar önyargısının muhatabıdır. Körleşme Sansür bizi temelde bir bilgi kaynağından ve bilgiden mahrum bıraktığına göre, hoşa gitsin ya da gitmesin bizi körleştirir. Çünkü daha az bilgi bizi dünya hakkında daha düşük bir bilgi durumuna götürür. Sürekli sınırlanan bilgilerden mahrum olduğumuz için pek çok şeyden uzak, pek çok konuya duyarsız, ilgisiz kalırız. Hele ki sansürün çoğu zaman bizim haberimiz bile olmadan işlediğini akılda tutarsak, giderek içine düştüğümüz körleşme, duyarsızlaşma ve yabancılaşmanın giderek savunucusu bile olabiliriz. Dünyaya karşı doğru bir yargı ve görüş geliştirmek pek çok bilgi kaynağından yararlanmayı gerektirir. Ancak bu olmadığı takdirde, yani tüm bilginin bizde istenilen bir tutumu oluşturmak için düzenlenip şekil verildiği bir anda çevremizde olan biten şeyler bize hiç olmamış gibi görünür. İşte sansür bizi tam can evimizden vurur. Shakespeare’nin Hamlet’de “"Ey Tanrım, ceviz kabuğunun içine hapsolsam da, kendimi bütün âlemlerin kralı gibi görebilirdim,” der. İşte yaratılan ortam tam da budur. Ötesinde duyarsız ve kör kalmak. Gerçekliğin kaybı Az önceki körleşme sürecinin bizi götüreceği bir nokta da gerçekliğin kaybıdır. Örnek vermek gerekirse, modern batı kaynaklı medya sisteminde 3. Dünya ülkeleri ve o ülkelerin insanları “söylem düşkünleri” olarak tabir edilirler. Yani medyada haberleri çokça çıkmaz, çıkarsa da olumsuz haberlerle çıkarlar. Bu ülkelerde meydana gelen bir olumlu durum sıklıkla haberleştirilmeye değer görülmeyip, içsel bir sansüre uğrar. Sürekli olumsuz haberlerle gündeme gelen bu ülkeler, batı kaynaklı haber ajanslarına bağımlı toplumlarda, tek ve olumsuz bir yargı ve imajla temsil olunurlar. Belki yıl içinde onlarca iyi şey olur ama bunlar haberleştirilmediği sürece hiçbir anlam ifade etmez. Öte yandan yine yakın geçmişteki bir olgu da gerçekliğin kaybına iyi bir örnektir. 20. YY açısından en önemli sonuçlardan birisi de 1917 Sovyet Rus Devrimi, onun tüm dünya sistemi içinde yarattığı deprem ve 2. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş’tır. Soğuk Savaş’ın sansür konusuyla bağlantısı hem Sovyetler Birliği’nde, hem de Amerika’da yoğun bir sansür kurumunun işlenmesidir. Her iki kampın medyasında çıkan haberler şekillenir ve karşı taraf açık düşman görüldüğü için olumsuz haberler öne çıkarken, olumlu haberler gözden ırak tutulur. Medya ve onun kontrol edenler halkı da kontrol ettikleri için artık o kamp içinde yaşayan insanlar öteki tarafta ne olduğunu, yani bildiklerinin gerçekle uyuşup uyuşmadığını bilemez. Aynı durum ise şimdilerde birbirine düşman olan iki ülke medyasında da olur. “Düşman ülke kötüdür, iyi şeyler yapamazlar” önyargısından hareketle bütün olumsuz öğeler öne çıkarılırken, gerisi sümenaltı edilir. Sonuç ise bu haber kaynağına bağımlı insanlar için bilgi ve gerçeklik kaybıdır. Zira olumsuz haber yığını altında bu ülkelere ve onların toplumuna karşı hiçbir gerçekçi fikir geliştiremeyiz. Doğru Değerlendirememe Sansürün yarattığı bir başka sonuç da doğru değerlendirme gücünün zayıflamasıdır. Gerçekliğin kaybıyla da yakından ilintili bu durum, görece daha olumlu bir aşamayı temsil eder. Burada esas olan ise medya sistemi için artık olumsuz haberlerin değil, olumlu haberlerin de yer alması fakat bunun realiteye denk gelecek bir oranda olmamasıdır. Örneğin bir kişi düşünün ki haftanın üç günü bara eğlenmeye, üç günü de spora gitsin. Bu kişinin ünlü olduğunu yaptığı ettiğinin de haberleştirildiğini varsayalım. Bara gittiği her gün haberi çıkarken, spora gittiğine ilişkin tek bir haber yayınlansın. Bu haberleri okuyan bir insan bu ünlü kişinin hem spor yapıp, hem de eğlendiğini düşünecektir ama asıl yargı onun “gecelerin adamı” olduğu yönündedir. Ama bunu magazinleştirmekten uzak bir örnekle ifade etmek gerekirse, Türkiye’de her gün pek çok gösteri ve eylem olur. Ama hem aktüel olayların haberleştirilmesi daha sık, hem medya organının ideolojik görüşü, ham de baskın ideolojinin bir ürünü olarak bu gösterilerin pek çoğu basına yansımayıp, sansüre uğrar (hatta 2007 1 Mayıs’ında olduğu gibi basın araçları bir araya toplanıp fiziksel olarak haber yapmaları engellenir). Basına ise çoğu zaman barışçıl gösteriler değil, göstericilerin etrafı yakıp yıktığı, polisin saldırdığı, gaz bulutu altında koşuşturan, dayak yiyen insanların görüntüsü yansır. Bu haberler ise çoğu zaman izleyiciye, göstericilerin kötü ve etrafı yakıp yıkmaya yatkın kişiler olduğu, polisin ise onları uyarıp dağıtmaya çalıştığı, buna uymayan ahlaksız göstericilerin ise polis dayağıyla yola getirilmeye çalışıldığı bir anlamı ifade edecek tarzda verilir. İzleyici ise dayak yiyen insanları gördükçe gösteri yaparsa onlarla aynı kefeye koyulacağı ve dayak yiyeceği düşüncesine sahip olur. Göstericileri tanımaktan mahrum kaldığı için onlara karşı doğru bir düşünce de geliştiremez. Toplum araçsallaştırılır Sansür toplumu sadece belli bir bilgiden mahrum bırakma edimini, onlara bir bilgi verme zorunluluğuna eriştiğinde farklı bir düzeye vardırır. Zira pek çok bilgiden mahrum insanlar artık, çoğunlukla sıkı denetlenen, medya organlarına bağımlıdır. Onların dışında bir bilgi edinemez. Böylece sansür giderek bilgiden mahrum bırakma değil, bilgiyi insanlara NASIL verileceği konusunda da bir etkinlik sağlar. Sansür toplumu değersizleştirir ve onları cahil olarak görür demiştik. İşte yeni aşama o insanları “doldurmaktır”. Verilen haberler ve bilgi artık bir kamuoyu oluşturmanın aracı haline gelir. Sıklıkla sansürcü kurumun üstün çıkarları gereği hem bilgi hem de toplum bu çıkarlara ulaşma yolunda bir araç olarak görülür. Böylece sansür insanları değerli bir birey olarak değil, bir eşya, bir araç olarak şeyleştirir. En uç yer: Kendine karşı Sansür Sansürün bize yaptıklarına dair söyleyebileceğimiz bir şey de artık bir süre sonra sansürün bize neyi yapabileceğimizi, neyi söyleyebileceğimizi, ne okuyacağımızı belirleyip, bunlara karşı yaptırımlar oluşturduktan sonra bizden bir şeyler bekler hale geldiğidir. Madem artık bazı sözler, müzikler, düşüncelerin dile getirilmesi tehlikeli bir şey, bireylerin de artık yapması gereken bunlara riayet gösterip düşünce ve sözlerini bir süzgeçten geçirip bunları dile getirmekten sakınmasıdır. Artık aslolan yukarıda dile getirdiğim bütün etkenlerin birey üzerinde birleşip bir bütünlük halinde sansürcü zihniyetin taşıyıcısı haline gelmesidir. Belki tam olarak nasıl bir kişilik yapısından bahsettiğimizin ve bunun ne gibi tehlikelere işaret ettiğini bir romandan yapacağımızı alıntı ve örnekle göstermek yerinde olacaktır. Goerge Orwell’in 1984 romanı kendine karşı sansür uygulayan bireyler açısından iyi bir örnek sunar. Roman kahramanı Winston Smith düşünce suçu ve ahlaksız davranışlarda bulunup tutuklandıktan sonra ismine tezat “Sevgi Bakanlığı’nın tutuklu odasında kendine karşı yapılacakları beklemeye koyulur. Bu bekleme sürecinde kendisinin de daha önceden tutuklanıp buharlaştırılacağı konusunda tahminde bulunduğu Bay Parsons getirilir. Parsons her yönüyle mevcut oligarşik yönetime tabi, onun etkinliklerine her yönüyle katılan, sistemin bekası için elinden gelen her şeyi “fazlasıyla” yerine getiren ve tele ekranlardaki her bilgiye körü körüne inanan bir tiptir. Aynı şekilde yetiştirdiği çocukları da casuslar olarak yetiştirilmektedir. Bir gün evde uyurken kendi denetiminde olmadan “Kahrolsun Büyük Birader!” diye bağırır ve çocukları onu ispiyonlar. Parsons düşüncelerine ve duygularına öyle bir sansür uygulamıştır ki bilinç düzeyinde Büyük Birader’e duyduğu nefreti duyumsamaz olmuş, onu bilinçaltına atmıştır. Ama bu çok uzun sürmemiş bilinçaltı içinde sıkışıp kalmış bu nefreti dışa vurmuştur. Parsons’un bu olay olduktan sonra Smith’e karşı söyledikleri de bir o kadar ilginçtir, "Kahrolsun Büyük Birader! Evet, böyle söylemişim. Defalarca yinelemişim. Aramızda kalsın, ama daha ileri gitmeden beni yakaladıklarına çok sevindim. Yargıç karşısına çıkınca ne diyeceğim, biliyor musun? 'Teşekkür ederim,' diyeceğim, 'çok geç olmadan beni kurtardığınız için çok teşekkür ederim."' Parsons yaşadığı bu bilinçaltı isyanı hala bastırma telaşında, başına kötü bir şey gelip buharlaştırılmadan olaydan kurtulma derdindedir. Çünkü kendinden vazgeçtiği anda yaşamasına izin verilecektir. İşte sansürcü zihniyet tam da bunu sağlar, siz belli ön kabullere sahip olduğunuzda sistem tarafından sevilir, aksi durumda dışlanırsınız. Kişiliğiniz, sizi siz yapan her şey yok sayılır. Sınırı çizilmiş düşünceler ve duygular her şeyinize ket vurmanıza sebebiyet verir. Dışa vuramadığınız içe attığınız her duygu ve düşünce sizi ezer, bitirir. Hasta eder. Zira psikolojide insandaki hemen tüm güdü ve içgüdülerin tek bir ortak yerde buluştuğu ve kişinin varoluşunun amacı diyebileceğimiz bir temel güdü vardır bu güdü: özgerçekleştirme güdüsüdür. Yani bir bütün olarak bireyin kendini yeniden var etmesi, sağlıklı ve güçlü bir birey olarak kendini her alanda geliştirmeye çalışmasıdır. Bu güdü için en önemli şeylerden birisi ise kendini ifadedir. İşte kendini özgürce ifade edemeyen bir birey de her daim bir yoksunluk ve hastalık belirtisi olarak azap çekecek bilinçaltında da olsa sürekli bir gerilim ve savaşım halinde olacaktır. Sansür de işte bizi tam olarak bu varoluş amacımızdan uzaklaştırma etkisini doğrudan veya dolaylı olarak gösterir. Sonuç ileri derecede bir nevrotik ruhsal bozukluktur. Porno, Çocuk Pornosu ve Sansür Bugün “dünyaya açılan penceremiz” internetin yarısından fazlası porno sektörünün elindedir. İnsan içgüdüleri arasında her daim önemli bir yer tutan cinselliğin bu kadar yer tutması ise aslında bir nevi normaldir. Çünkü cinsellik hemen hemen hayatımızın her alanında önümüze çıkarılır, bu doyurulmamış arzularımız vurgulanır. Öyle ki otomobil lastiği satmak isteyen bir firma bile lastiğin yanına güzel bir kadın yerleştiriverir. Cinsel arzuları peşinde koşan bir insan da hem daha kolay yönetilir, hem de daha az şey düşünür. Öte yandan bir yasak konusu olan cinsellik bastırılan her tabu gibi sakın bir biçimde ortaya çıkmaya elverişlidir. Düşünün ki her gün Google gibi arama motorların arama yapan insanların %18i pornografik içerik arıyor. 500 milyona yakın porno sitesi bulunuyor. Porno sitelerinin %89 u ise Amerika kaynaklı. Çocuk pornosu içerikli isteler ise her yıl ikiye katlanıyor. Biliyoruz ki çocuk pornosu hepimizin zayıf karnı. Çünkü ahlaksızlığın uç biçimi olan bu noktaya ilişkin bir sansür vakası duyduğumuzda ise nefretimiz akılcı davranmamızı engelliyor. Sansür kurumları ise bunun farkında olarak, örneğin Türkiye’de çıkan son internet yasasıyla, çocuk pornosunu engelleme gerekçe gösterilerek öylesine yasalar hazırlanıyor ki, canı sıkılan artık internet sitesi kapattırıyor. Ayrıca düşünülmesi gereken bazı konularımız var, pornonun bu kadar yükselişte olmasında, cinselliğin metalaştığı, yoğun biçimde reklamlarda kullanıldığı reklam sektörünün payı yok mu? Eğitim sistemi bunda nasıl bir yer edinmiş? Çocuk pornosuna eğilim salanların genellikle hep zengin insanlar olmasını nasıl değerlendireceğiz? Yoksa çocuk pornosunu yasaklayanlar onun üremesine imkan verenler de olabilir mi? Sansüre Karşı Sansür (Akılcı Bir Sansür) Sansürü bu kadar açtıktan sonra belki de üzerinde yoğunlaşmamız gereken öteki sorun sansüre karşı nasıl bir tavır geliştireceğimizdir. Zira sansürün çoğu zaman egemen düşünce tarafından uygulandığını, bireye karşı işlediğini, onu güçsüzleştirip, değersizleştirip, doğru düşünme gücünden mahrum bırakıp, bir araç haline getirdiğini görebiliyoruz. Aynı zamanda biliyoruz ki sansüre uğramakla kalmayıp etkili bir şekilde mücadele edilmesi gereken çocuk pornosu gibi ahlaksızlığın uç biçimi var. Ve yine biliyoruz ki bugün pek çok sansür bu porno kılıfı altında yapılıyor. İşte burada sansüre karşı önlemler geliştirmemiz gerekiyor. Bunu da iki kategoriye ayırabiliriz. Birincisi ideal anlamda üstyapıya ilişkin düzenlemeler, ikincisi ise güncel talepler ve önlemler. Üstyapıya ilişkin önlemler: a. Her şeyden önce toplumda tabu haline gelmiş, esasta anne-baba ve eğitim sistemi sorumluluğunda olan ve en kolay yolun hiç konuşmamak olduğu cinsellik eğitimi gibi konuları açık yüreklilikle konuşmamız gerekir. b. Cinsellik gibi meta olarak kullanılan insani değer ifade eden konuları metalaştırmadan uzaklaştırılması gerekir. c. Sansürü uygulayan kurumların etkili biçimde denetimi, hangi konulara karşı sansür uygulandığının nedenleriyle birlikte açıklanması, ilgili sansür yasalarının ve uygulanmasının tek bir kurumun eline bırakılmaması gerekir. Yani toplum neyi bilmediğini, hangi bilgiden mahrum bırakıldığını isterse öğrenebilmelidir. Bizim yapabileceğimiz önlemler: a. Tek bir bilgi kaynağına bağımlı kalmayın. Olası sansürü etkisizleştirmenin en önemli yolu hiçbir zaman tek bir bilgi kaynağına bağımlı olmayıp, bir yerden gelen bilginin farklı kaynaklarca değerlendirilmesini incelemektir. b. Değersizleştirilme yerine, insanlık bilincinizi ve doğuştan doğru bilgiye ulaşma hakkınızın olduğunu bilin ve onu savunun. Hem mitolojinin, hem de dinler tarihinin işaret ettiği gibi insan bilmeye, gerçeğe, özgürlüğe erişmek için cennetteki mutlu yaşamını (bilinçsiz yaşamını) bir kenara koymuş, “gerçek”i seçmiştir. Bu hikayenin işaret ettiği şey insanın katıksız bir bilme isteğine sahip olmasıdır. İşte varlığına, varoluşuna sinmiş bu bilme isteğininin bir hak olduğunu ve devredilemeyeceğinin bilincine sahip çıkın. c. Size aktarılan bilgide ve haberde sıfatları görmeyin, yazanı eleştirin, haberi yazana ait olan yorumlardan ve yargılardan etkilenmemeye çalışın, bu yorumları “sansürleyin”. Böylece kendinize ait bir yorum alanı kalmış olur. d. Baskın enformasyona karşı temkinli durun. Zira bu sizi yönlendirmeye çalışan bir haber olabilir. Onu sürekli tekrarlayıp kendinizi araçsallaştırmak yerine sorgulayın, sorgulayanları anlamaya çalışın. Kaynak: Wikipedia Füsun Alver, Gazeteciliğin Temel Kuramları John Fiske, İletişim Çalışmalarına Giriş Groller Americana Ansiklopedisi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mikail Boz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |