..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Şiir > Çeviri > leyla karaca




2 Mayıs 2009
Çeviri Günlükleri 2  
Umut ve umutsuzluk elele, birbirini besliyor ve birbirinden kaçıyor ölesiye...

leyla karaca



:DADH:
Girişi dışarıdan, bahçeden olan minik balkoncukta , bu tuhaf, kırılgan ve minik tahta masada oturuyorum. Karşımda , benden küçük olduğunu tahmin ettiğim genç kadının ellerindeki derin yarıklara, çatlaklara takılıyor gözüm.Çocukça bir gülüşle ellerini kavuştuyor.Dışarda biryerlerde devinip duran o yaşamın karmaşasına hiç karışmamış, hayattan kuru ekmek ve huzur dışında birşey beklemeyen bu kadın, duru sesiyle su gibi akarak konuşuyor benimle;

-Demin burada, şu yolda, el arabasıyla kozalak toplayan insanlar vardı.Sen gelmeden önce. Başıyla yolu işaret ediyor, bir yandan da elleriyle bir çekirdeğin burnunu çıtlatıyor
Gözlerimi kocaman açarak bakıyorum bu cümleye... Kasabanın bu kuzeybatı tarafına yaşamın o renkli fırçası hiç değmemiş.Onun yerine doğa hakim buraya.Renkler abartısız gri ve toprak tonları.Aralarda yeşiller var, bir de çiçek açmaya yeltenen meyva ağaçları takılıyor gözüme. Bu yolda kendimi kozalak toplarken hayal ediyorum o tarafa bakarak.Yanımda oğlum ve kucağımda kozalaklar.Sanırım oğlum bu oyunu çok severdi.

-Anneee! Bak bir kozalak daha buldum, derdi sevinçle. Bunu resmeden bir tablo çizip adına da “kozalak toplayan kadınlar” denilmeli.Gayet sevimli bir tablo çıkar ortaya.Belki de böyle bir resim vardır, bilmiyorum.

Bahçede oynayan çocuklara bakıyorum.Oğlumun keyfi yerinde, çayıma uzanıyorum, ılımış biraz, biraz üşüdüm.Bu bozkırda ağaçlar meyveye dursa da hava üşütüyor insanı.Hele kışın o ayazı, insanın etini acımsızca kemirir.Şimdi o dişler keskinliğini yitirmiş sadece.O, devam ediyor:

-Sarı hindiba toplamaya da gelirler yakında.Topluyorlar bu çayırlıkta.Ota meraklıysan topla sen de, diyor.

-Ben anlamam, diyorum ,yola bakıyorum yine. Yolda kumrular var, çok güzeller. Kadın, beni bilgilendirmeye devam ediyor.
Ben sarı hindibaları düşünüyorum , neye benziyorlar tam olarak? Doğaya bu kadar yakın olup da neden bu kadar uzakta durduğumu anlamaya çalışıyorum.

Üzerine arı konmuş bir sarı hindiba.Ne hoş.Hayalimde ve ruhumda bana arkadaşlık eden, sanki evde beni bekleyen biri varmış gibi hissettiren o karmaşık ama rahatlatan duygu muhtemelen beni kuşatan bir şiirin mısraları yine. Öksüz bir çocuğun elinden tutar gibi yakın ve merhametli.Şiirler bencil olamazlar, bencil olsalar şiir olmazlar. Onlardaki o empati duygusunun sonsuzluğudur biraz da okuru büyüleyen.Şairlerin acı çekmesi onlardaki bu neredeyse onları köleleştiren empati duygusunun sonucudur.Ne zor bir durum! Şiirin evrenle kurduğu o kopmaz bağ bu bencil olamayışın da kesin bir göstergesidir. Sanırım empati duygusunun en yoğun yaşandığı dal şiirdir.Yaşandığı ve yaşattığı.Belki de fazla empatinin sonucudur şiir.Kendini empatiden doğuran bir süreçtir.

(Tam burada Empati ve Ayna Nöronlar adlı bir yazıdan alıntı yapmak istiyorum."Yüksek empati sahibi kişiler ise yoğun bir duygusallığa sahiptirler, bu nedenle karşılarındaki kişinin acısından ve kötü talihinden çok etkilenirler. Örneğin, bu insanlar bir kitabı sadece okumazlar, yaşarlar; dolayısıyla potansiyel olarak büyük tehlike altındadırlar. Ancak güçlü bir karakter ve savunma mekanizması zarar görmelerine engel olabilir. Objektif ve gerçek gözlem yaptığımızda bu insanların bu dünyaya bilinen ölçülerde tutunamamış olduğunu fark edebilirsiniz. Bu tür insanların üstün pek çok özellik ve kabiliyetinin yanı sıra gereğinden fazla empatiye sahip oldukları için kendi öz haklarını gerçek anlamda koruyamamış olduklarını tespit edebilirsiniz ve sürekli karşısındakini hissetmeye çalışmaktan ipin ucunu kaçırıp, kendilerini savunmasız bıraktıklarını kolayca görebilirsiniz. Bu durumun patolojik bir hale gelmesiyle fazla empatiye sahip insanların, hayatlarının bir döneminden sonra bıkkın, bezgin ve kırgın olarak yaşamaya devam ettikleri bir gerçektir. Bu tür insanlar belki o güçlü savunma mekanizmasına sahip olmadıkları için, belki de bu savunmayı kullanmayı tercih etmedikleri için zarar görmeye devam ederler ömür boyu…(Benim ayna nöronlarım fazla mesai yapıyorlar orası kesin.) Alıntı İndigo Dergisinden yazar: Nesrin Dabağlar.Bu etkileyici yazının tam metnini dergiden okuyabilirsiniz.http://indigodergisi.com/nesrin35.htm)


Oturmaya devam ediyoruz, aslında gidiyoruz , dünya dönüyor, sahi tam şu oturduğum yamukkenar masada acaba uzaydan nasıl görünüyorum? Her an değişiyor bir şeyler, şu donmuş gibi duran karenin içinde canlı binlerce şey var.Belki sonsuz.

Genç kadın ;
-Ne düşünüp duruyorsun, yesene şunlardan , diyerek önüme koyduğu sıcağı üstünde gözlemeleri gösteriyor.Burnumu uzatıyorum sıcağın buğusuna...Çocukları çağırıyoruz.Üşümüşler.Oğlumun yanakları,burnu soğuktan kızarmış.Pançoma iyice bürünüp , kucağıma oturtuyorum onu.Isınmaya çalışıyoruz hep beraber gözlemeler ve çayla.
Genç kadının gözleri şalımda geziniyor.
Aklımda yeni okuduğum ve sevdiğim bir şiirin mısraları aynı anda.

-Örmedir, ben yaptım diyorum, üzerimdekini işaret ederek.
-Evet , daha önce böyle bir şey hiç görmedim diyor, gülerek.

Gülüyorum. O da gülüyor.Hep gülerek konuşuyor.

Bu kasaba ve o harika patika: edebiyat.Karşınıza ne çıkacağı belli değil, her anı bir sürprize eş. Bu günün akşamında, tüm gün ruhumda gezinip duran mısralarla buluşuyorum.Bu şiir Oscar Wilde’ın Her Voice adlı şiiri.Şiirdeki iniş çıkışları birebir yaşatıyor bana.Birileri bu kırı tüm gün o şiirle süsleyip durdu benim için.

Oscar Wilde (1854-1900) İrlandalı oyun yazarı, roman ve öykü yazarı, şair.
Aslına bakarsak şiiriyle ön planda olan, tanınan bir isim değil.”The Ballad of Reading Gaol” (Zindan Baladı) dışında fazla bir şiiri bilinmiyor.

Ama gene de herkes sevdiğini öldürür,
Bu böylece biline,
Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar,
Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
Korkak, bir öpücükle,
Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür! (Diye devam eden şiir.)

Annesi devrimci bir şair.Ondan mıdır bilinmez, hayata kafa tutan, kıyasıya karşı koyan bir tutumu var.Oxford mezunu ve estetik akımının öncüsü.Çok renkli bir biyografi.Yazdığı oyunlarda Viktorya dönemini acımasızca iğneledi,eleştirdi.Kibrin,ikiyüzlülüğün, hiç çekinmeden maskesini düşürdü.

Şiire geçelim.Başlangıçta bir yaban arısı var.Bunu okurken gerçek bir arı görünüyor fonda.Bir zambağın içinde dönüp duran ve kendine bir salıncak kuran o çiçeğin ortası ve yaprakları arasında.Ben o çiçeğin ortasına “lal” dedim çünkü şair “jacinth” demiş, bu zinkon diye geçiyor sanırım o çiçeğin ortasını bir mücevhere benzetmek istedi.Arı örneğini sevdim çünkü arı yaşamın olmazlarından.Arı olmadığı takdirde, hayat sahibi varlıkların ömrü en fazla 4 sene.Arı, üstelik kendisine kutsallık atfedilen bir metafor zihinlerde.Arı ile başlaması şiire sağlam ve estetik bir kaide sunmuş.Şiir onun üzerinde emin bir şekilde yükseliyor.Cümleler o arı motifiyle kurdukları bağı koparmıyorlar.



Meraklıları için orijinal metni şu:


The wild bee reels from bough to bough
With his furry coat and his gauzy wing.
Now in a lily-cup, and now
Setting a jacinth bell a-swing,
In his wandering;
Sit closer love: it was here I trow
I made that vow,

Swore that two lives should be like one
As long as the sea-gull loved the sea,
As long as the sunflower sought the sun,--
It shall be, I said, for eternity
'Twixt you and me!
Dear friend, those times are over and done,
Love's web is spun.

Look upward where the poplar trees
Sway and sway in the summer air,
Here in the valley never a breeze
Scatters the thistledown, but there
Great winds blow fair
From the mighty murmuring mystical seas,
And the wave-lashed leas.

Look upward where the white gull screams,
What does it see that we do not see?
Is that a star? or the lamp that gleams
On some outward voyaging argosy,--
Ah! can it be
We have lived our lives in a land of dreams!
How sad it seems.

Sweet, there is nothing left to say
But this, that love is never lost,
Keen winter stabs the breasts of May
Whose crimson roses burst his frost,
Ships tempest-tossed
Will find a harbour in some bay,
And so we may.

And there is nothing left to do
But to kiss once again, and part,
Nay, there is nothing we should rue,
I have my beauty,--you your Art,
Nay, do not start,
One world was not enough for two
Like me and you


Şiirde ironik bir şekilde Her Voice - Onun Sesi duyulmuyor ya da bu ses şairin sesiyle duyurulmaya çalışılmış.Şiirde, duyguları günyüzüne çıkarmak için doğadan ödünç alınan imgeler bolca kullanılmış.Hemen karşılıyor insanı;


As long as the sea-gull loved the sea,
As long as the sunflower sought the sun,--
It shall be, I said, for eternity
'Twixt you and me!

Martılar denizi sevdiği sürece/Günebakan güneşi aradığı sürece / olacak dedim sonsuzca /senin ve benim aramda

Dear friend, those times are over and done,
Love's web is spun.

dostum/o zamanlar geride kaldı /bitti/aşkın ağı çabuk bozulur.
Martılar güneşi sevdiği sürece, ki elbete her zaman bu böyledir, günebakan güneşe döndüğü, ama bu da geçti gitti .Muhtemeldir burada bu sesin günebakan a dönük olanı ile ,ağa takılanı (aşkın ağı çabuk bozulur) farklı sesler olabilir.Burada bunlardan biri onun sesi’dir.Her iki durumda da aşkın o helezonik sarmalı kendini aşikar eder.Bir bütünün içinde , o bir’in içinde kıyasıya zıt ve farklı tonlar farklı tınılar.Hayatta da bu böyle değil mi?

Olacak dedim sonsuzca/ diye ifade edilen bu sonsuzluk şair için fazla uzun sürmüyor, zaten iniş çıkışları çok sivri bir ruh hali bu.Belki, o yaban arısının daldan dala konması başka kadınların / başka aşkların olabileceğine bir göndermedir ve dahası

Sit closer love: it was here I trow
I made that vow,

Aşka kon/aşkta dur/gördüm o buradaydı/buna yemin edebilirim.
İlginç olan şairin aşkın ağını örümcek ağına benzetmesidir, belki arı örümcek ağına düşüyor en sonunda.Burada, arının aşkın ağına düşmesi hem ölümü hem de gerçek aşkı bulması ile ilişkilendirilmiş olabilir.Aslında şair muhtemelen bu arının özgürlüğünü aramaktadır fakat bu durumun çaresizliği gayet ortadadır.


Look upward where the poplar trees
Sway and sway in the summer air,
Here in the valley never a breeze

Yukarı bak kavak ağaçlarının olduğu yere (çift bu ağaçlara uzaktır o esintiyi duymamaktadır) eserler eğilirler yazın onlar/ burası o vadi hiç esmeyen

Devamında ;

Scatters the thistledown diyor şeytanarabasını dağıtan / diyecektim ona son anda vazgeçtim devedikeni dedim.Yani burası o kadar esintiden o güzel meltemden yoksun ki devedikenlerini dağıtan hafif bir meltem bile uğramıyor buraya.

Look upward where the white gull screams,
What does it see that we do not see?
Is that a star? or the lamp that gleams
On some outward voyaging argosy,--
Ah! can it be
We have lived our lives in a land of dreams!
How sad it seems.

Şiirin bu kısmında o tuhaf çengili, o garip varlığı sarıp sarmalayan iç ses ruhumda zirve yaptı.Şiir, eğer evrenle bütünleşmek ya da o bütüne erişmek ise bu mısralarda o var. Şekillerin sözlerle eritildiği bir yer burası. Hep bir umudu taze tutarken, bir yandan yok edilemez, önlenemez bir çöküşü yaşamak.

Yukarı bak / beyaz martıların çığlıklarına/o ne görüyor bizim göremediğimiz bir yıldız veya bir fener parıltılar arasında/veya büyük bir gemi

Hiç bu gözle bakmış mıydınız sahi? Martıların canhıraş çığlıklarını duyuyor insan.

Sweet, there is nothing left to say
But this, that love is never lost,
Keen winter stabs the breasts of May
Whose crimson roses burst his frost,
Ships tempest-tossed
Will find a harbour in some bay,
And so we may

Kısaca şu: Söyleyecek bir şey kalmadı ama bu aşk bitmeyecek.Aslında şunu demek istiyorum; her şey bitti aramızda ama belki yeniden bir gün yollarımız kesişebilir.Hani kış o güzel gülleri öldürür ama mayıs gelince yeniden kanar o güller, ve bilirsin o borada gemiler sendelese de birgün bir liman bulurlar.Biz de bu fırtınadan belki bir limana atarız kendimizi, kimbilir. Yine buluşuruz.


And there is nothing left to do
But to kiss once again, and part,
Nay, there is nothing we should rue,
I have my beauty,--you your Art,
Nay, do not start,
One world was not enough for two
Like me and you

Finalde şairin kafası iyice karışıyor.Bu elbette,renklerin birbirine girdiği bir resim.Şiirin sonunun geldiğini şair şiirdeki titreşimi arttırarak veriyor.

/ve söyleyecek bir şey kalmadı işte/ bir kez daha öp ve git.
Burada Nay-Nayır / Nolamaz ile neredeyse (!) eşdeğerdir.İkisi de eski, ikisi de olumsuz anlamda kullanılır.Hayır, pişman olacak bir şey yok, bu benim kendi güzelliğim bu da senin, yani kısaca ikimiz de kendi güzelliğimizi yaşadık ve bitti ama dur başlama yeniden-sanki yeniden başlamaya gücü yokmuş gibi- bu dünya ikimize yetmiyor işte. Belki beklentilerimiz çok fazlaydı belki hayalkırıklığı sardı bizi.

Umur ve umutsuzluğun bir şiirde harmanlanmış, sarmal bir hale getirilmiş şekli.
Hayatın bir nevi kopyası.Umut ve umutsuzluk elele, birbirini besliyor ve birbirinden kaçıyor ölesiye. Hem kurtulmak istiyor hem de kavuşmak, bir derin ironi , katman katman bir resim bu.Her katmanda farklı bir umut her katta değişken bir yaşama gebe.Her an delişmen bir haleti ruhiye.Direnen ve çağıran. Bu ikilemlerin –her an yaşanan- yapay olmayan sahici sesi.


Onun sesi
Daldan dala geziyor yaban arısı
O kürklü paltosu ve tiril tiril kanatlarıyla
İşte bir zambağın avuçlarında ve
Bir salıncak kurdu kendine yapraklar ve lal arasında
Bu serseri gezintide
Aşka kon; gördüm o buradaydı
Yemin edebilirim buna

Yemin ki iki yaşamı bir kılacak
Martılar denizi sevdiği
Günebakan güneşe döndüğü sürece
Olacak, dedim, sonsuzca
Senin ve benim aramda
Ama dostum o günler geçti gitti
Çabuk bozulur ağı aşkın

Yukarı bak kavak ağaçlarına
Salınır da salınır yazın onlar
Oysa bu vadide hiç meltem esmez
Devedikenlerini dağıtan ama orada
Güçlü rüzgarlar zarifçe akar
Gizemli denizlerin soylu fısıltılarından
Bir dalganın yıkadığı çayıra

Yukarı bak o beyaz martıların çığlıklarına
O ne görüyor bizim göremediğimiz
Bir yıldız mı veya parıltılar arasında bir fener
Veya açıkta gezen büyük bir gemi
Ah olabilir
Bizler hayatı düşler ülkesinde yaşadık
Ne kötü geliyor kulağa

Tatlım söyleyecek bir şey kalmadı
Ama bu aşk hiç bitmeyecek
Sert kış mayısın göğsüne bir hançer vurunca
Kızıl gülleri yanıp çatlıyor ayazda
Borada çalkanan gemiler en sonunda
Küçük bir koyda bir liman bulur
Ve belki biz de

Ama yapacak bir şey kalmadı
Bir kez daha öp ve git
Hayır pişman olacak bir şey yok
Herkes kendi güzelliğini yaşıyor
Yeniden hayır dur yapma
Bir dünya iki kişiye yetmiyor
Senin ve benim gibi olunca

Oscar Wilde

Şair şu sözleriyle de ünlüdür:
“İnsan kaç hayat yaşarsa o kadar ölümle ölür.”
"Sadece aptallarin ciddiye alindigi bir dunyada yasiyoruz. O halde “beni anlamiyorlar” diye üzülmek niye?"



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın çeviri kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir Çocuğun Duası
Francesca
Gerçek Bilgi
Karşıda

Yazarın şiir ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Leyla Karaca / Üçüncü Mevki Dergisi İçin Söyleşi
Kırık Beyaz
Yaseminler Yavaş Açar
Çeviri Günlükleri 1
Sonsuzla Sek Sek'te Var mısın?
Leyla Karaca / Acemi Dergisi İçin Söyleşi
ve Şiir (1)
Yumuşak G Soruşturma; Şiirin Estetik Değeri
Muazzam
Yüzün Mihrabımdır

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kalbinin Müziği [Öykü]
Sabit Bey"in Kımıltısız Yaşamı [Öykü]
Gökyüzü Notları Ya da Asıl Adıyla Göğsündeki Gökyüzü [Roman]
Göğsündeki Gökyüzü - Sevgili Büşra Ay'a Teşekkürle... [Roman]
Gitmek Ya da 'Kız Getmirsin?' [Deneme]
Duymak, Düşünmek ve Yanmak Üzerine Bir Kitap: Göğsündeki Gökyüzü [Deneme]
Güneşi Kestirmeden Doğduran Özgürlük İksircisi; Yasak Delme Saati [Deneme]
Bu Dünyada Sevmeyenler Ahrette Neye Yarar?* [Deneme]
Saf Bir Suyun Seyri: Berneva [Deneme]
Eski İstanbul’un Büyüsünde; Aslında Hüzün ve İstanbul [Deneme]


leyla karaca kimdir?

Ruh bedende ihtiyar olarak doğar; beden ruhu gençleştirmek için ihtiyarlar. (Oscar Wilde)


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © leyla karaca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.