"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Apartmanın girişine geldiğinde ağır demir kapının camından dışarı baktı. Ahh bir çıkabilseydi dışarı! Bir başarabilseydi bunu! Yapacaktı, yapmalıydı! Bu neyin korkusuydu? Çarpıntıları şiddetlendi, terlemeye başlıyordu. Dışarının aydınlığı ne boğucuydu şimdi. Gün ışığı soluğunu kesiyor, içini kesen bir bulantı baş gösteriyordu. Olsundu, aldırmayacak evde geçen yılların ardından yolun karşı yakasına geçecekti. Ne var ki, dışarı adım attığı anda bir cehennemin içinde buluyordu kendini. Hatta dışarı çıkmak düşüncesi bile elini ayağını lime lime döküyor, tüm bedenini bir ceset halsizliğine çevirmeye yetiyordu. İşte şimdi de aynı oldu. Terk edilmiş bir çocuktan farkım yok benim. Yine başım dönmeye başladı, insan nasıl yürür biryerlere hiç tutunmadan onu bile hatırlamıyorum. Nasıl atar adımlarını peşpeşe, üstelik güzel bir gülümseme varken yüzünde? Dışarı çıkmak nasıl bir şeydi, yürümek? Bacaklarını kıpırdatmak kendiliğinden, nasıl bir şeydi? Zorlanmadan yürümek yeryüzünde. Kanatlarını kim kırdı senin Sabit? Şimdi ne oldu yine? Bu güçsüzlük, bu acizlik... Evinden çıkıp mezara mı gidecek bu beden? Bunu yenmelisin, yoksa yoksa… Derin bir nefes aldı. Bu neyin cezası Tanrım? Demir kapı sert bir tık sesiyle aralandı. Şimdi kapı ardımdan kapanacak, dışarıda kalacak bedenim. Ya içeri giremezsem bir daha? Ya düşüp kalırsam yine? Dışarı çıkmayı denediği o son sefer geldi aklına. Karşıya geçmeye çalışırken yolun ortasına üstelik nefes nefese, tıpkı bir sara nöbeti geçiriyor gibi yığılmıştı. Oradan yoldan geçen birinin göğsüne saklanmaktı son isteği. O hiç tanımadığı birinin içine saklanmak. Yahut demişti o kalbi göğsünü yumrukladığı anlarda, yer yarılsın da içine gireyim. Yer benim evim. Bedeni karıncalanıyor, başı dönüyor, tek istediği geri dönmek. Bir kafese tıkılmak yine. Yıllardır bıkmadın mı bu kafesten? Yüzüne rüzgarın değmesi nasıl bir şeydi hatırla! Teninde o temiz havayı hissetmeyeli kaç yıl oldu? Rahatla. Korkacak ne var Allah aşkına? Ayağı kapı aralığında bekliyor. Ya şimdi yukardan biri inse, bir kuş gibi kanatlanıp uçacak olsa dışarı. ‘Pardon, bir müsaade,’ dese. Bunu öylesine bir şeymiş gibi söylese. Ne kadar önemli bir şey söylediğinin farkında varmadan. Sabit öylece kalakalsa put gibi. Sonra yavaşça geri çekilse. ‘Buyur, geç.’ dese. Tanrım dışarı çıkmak ne büyük mutluluk! Neyse ki kimse gelmedi. Ne giren ne çıkan var henüz. Bedenini dışarı çıkardı. Şimdi kapının ferforje demirinden tutan eli kapıyı bir bırakacak olsa dışarıda kalacak. Anahtarını yokladı. Her zamanki cebinde. Kapı kapandığı anda tekrar içeri girebilir. Yok kapıyı kapatamayacak. Bedenini böyle çıplak, böyle savunmasız dışarıda bırakamaz, güç yetiremez buna. Diğerleri nasıl çıkıyorlar dışarı? Ya Sabit bir vakitler nasıl da düşünmeden çıkıverirdi sokağa. Güzel karısıyla kendilerini dışarı atarlar, alabildiğine gezerlerdi. Şimdi Hümeyra yok. Gitmeden önce ‘Bu seninki yaşamayı reddetmek ama ölmeyi de beceremiyorsun.’ demiş kapıyı vurup gitmişti. Ah bir çocukları olaydı bari. Hümeyra istememişti ki. Bencildi o, bencil. Şimdi bunları düşünmenin sırası değil. Şimdi şu taşlığı geçip, sonra hemen sağa dönüp, çok da yoğun olmayan trafiğin içinden sakince ve dikkatle geçip, karşıdaki ekmek fırınından ekmek almanın sırası. Bu zor ve başarılması imkansız gibi görünen görevi başarıyla yerine getirecek. Sakince, sanki her zaman karşıya geçebilen, istediği her yere gidebilen birinin mutlu adımlarıyla yapacak bunu. Karşıdaki Büyülü Sabunlar dükkanını geçmesi gerek fırına ulaşması için. Geçecek, geçecek. Hepsi geçecek. Sabit her adımı hesaplıyor. Her adımda başına gelebilecek herhangi bir felaketin senaryosunu hızlıca yazıyor. Ya çıldırırsam, kontrolümü kaybedersem, ya durduk yere bağırıp çağırmaya başlar ve kendimi zinhar durduramazsam? Yok, öyle bir şey hiç olmayacak. Ama olmuştu işte. Neden yine olmasın? Olmayacak inan bana. Olmayacağına inanman gerek. Aklını başka şeylere vermeye çalıştı. Fransızca’dan okuduğu o son kitapta aklına takılan kelimeleri hatırlamaya çalıştı. Hava ne güzeldi hem, gülümsemek için ne uygun her şey. Kapı kapandı. Kapının sesini duymasıyla birlikte kalbi göğsünü tekmelemeye başladı. Geri dön Sabit geri dön! Yok, bu sese kulak asmayacak artık. Sürünerek de olsa gidecek ve elinde bir ekmek olduğu halde geri dönecek. Yapacak bu kez. Oysa işte yine o dehşet duygusu başladı. O dayanılmaz cehennem. Nefesi daralıyor, dehşete kapılıyor, ah bir yürüyebilse. İşte taş kesilmeye başladı bile, daha bir adım bile atamadan…Hayır yapacak…Yapmalı… Oklava yutmuş gibi birkaç adım attı. Sırtından soğuk terler boşanıyor, elleri titriyor. Sağ eliyle dayandığı bastonuna yükleniyor, sanki bastonu ona can verecekmiş gibi. Baston kullanacak yaşta değil, ah bir atabilse, bir kurtulabilse şundan. Konuşuyor onunla. Hadi be güzelim yürü be! Dişlerini sıktığı için içinden söylüyor bunu. Ah Hümeyra, beni böyle bırakıp gitmeseydin ne olurdu, şimdi yanımda olurdun, koluna girerdim senin. Her gürültü, her tıkırtı korkutuyor şimdi beni. Yok, hiçbirşeye aldırmadan yürüyecek, başı dimdik geçecek karşıya. Taşlığı geçip sağa dönüyor, caddenin başında belirecek birazdan. İşte dünyanın başladığı yer. İşte hayatın nefes alıp verdiği köşe. Temiz havayı yüzünde hissetti. Her şey biraz daha iyi. Olacak. Nefesi genişledi, çoğaldı. Ah dışarı çıkmak ne güzel. Tertemiz şu oksijen banyosu. Ah özgürlük… Yoldan gürültüyle bir motosiklet geçti önce uçarcasına, iz bile bırakmadan geçti gitti. Bir beyaz, bir gri otomobil farklı yönlere doğru geçip gittiler. Sabit ezildi biraz, küçüldü. Bu dünya nasıl da dışında onun. O, nasıl da bu dünyanın dışında. Tanrım, koru beni ne olur! Sanki yolda işgal kuvvetleri var, sanki yolda bombalar patlayacakmış kadar korkuyor. Oysa korkması gereken hiçbirşey yok. Bu cadde, bu geniş yol, her zamanki gibi sakin ve dingin. Kaldırımda yürüyen insanlar. Onları görünce yine nefesi daralıyor, başı şiddetle dönmeye başlıyor. Ah Sabit, neden diğerleri gibi olamıyorsun? Ağlayıp rahatlıyor onlar, sonra gözyaşlarını silip yaşama devam ediyorlar. Sonra gülüyorlar. Senin gibi dehşete kapılan var mı bak etrafına. Yok yok, benim gibisi yok bu edna dünyada. Yolun başında durdu. Tüm dünya, gözünün görebildiği her şey dönmeye başladı. Aydınlık nasıl da boğucu. Hâlâ vaktin var Sabit, geri dönebilirsin. Bunu yaşatma kendine ne olur, geri dön. Hayır, dönmeyecek. En iyisi şu kaldırıma çıkıp birkaç adım atmak. Oradan daha kolay geçebilir karşıya. Hayatın başladığı kaldırıma çıktı. Şimdi soluk borusuna bir felaket, korkunç bir şey olacağı korkusu dayandı. Ağzını açamıyor. Nasıl gidilir karşıya Tanrım? Nasıl geçilir şu yoldan? Hızla bir anda, ok gibi fırlasa, koşarak geçse karşıya. Yok, bu paniğini arttıracak. En iyisi sakin kalmaya çalışmak. En azından öyle görünebilmek. Bastonuna dayandı. Önce sağa, sonra sola baktı. Nicedir, dışarı çıkmadığı için nereye nasıl bakacağını bilemez olmuştu. Gözü her nereye değmişse onu görüyordu yalnız. Şimdi yol tenhalaştı, şimdi geçebilir. Geçebilir de şu kalp çarpıntısı izin vermeyecek buna. Yüzü soldu, elleri titriyor, sonra tüm bedeni katılaşmaya başladı. Dünya ne güvensiz, ne tekinsiz bir yer Tanrım! Ya dönemezsem geri! Sabit kaybolmuş bir çocuk gibi bakıyor dünyaya. Bu uzun ve güçlü bedenin içinde öksüz ve yetim hatta kimsesiz biri var. Adımları dolaşıyor, görünmez bir el tutup bacaklarını bağlıyor sıkıca. Hemen karşıda Büyülü Sabunlar dükkânı. Ne kadar güzel sabunlar var orada. Ah oraya bir geçebilse. Yolun kenarından baktı, sonra bastonuna dayanarak karşıya doğru seğirtti. İşte tam o sırada aklına korkunç bir şey geldi, ilaçlarını almamıştı! Birden dolmaya başlayan yolda araçlar kornaya basıyor, bu onun paniğini arttırmaktan başka işe yaramıyordu. Ya eve dönemezsem cümlesi beyninde zonklamaya başladı. Tanrım saklanacak bir yer.Ya dönemezsem, ya kalırsam burada! Başı fır dönerek, yola doğru dürüst bakmadan, sendeleyerek kendini yola attı. Aklında yalnızca geri dönüp ilaçlarını içmek düşüncesi varken ne yapacağını kestiremeyen birinin şaşkınlığıyla, üstelik yüzü bembeyaz kesilmiş halde karşı kaldırıma ayak basamadan fenalaştı. Kalbi gittikçe hızlandı, varlığını bütünüyle hissettiği ama gerçekte hiç olmayan bir tehlikenin etkisiyle göğsünü yumruklamaya başladı. Sabit Bey adı gibi biliyor şu anda nabzı dakikada tamı tamına 140. Şimdi yer ayağının altından kaymış kadar dehşet içinde. Yer onu yutmuşçasına fena her şey. Yer ve gök Sabit’in etrafında fırdolayı dönmeye başlıyor. Burada böyle yardımsız kalmak. Böyle çaresiz. Şu aydınlık günün içinde ondan başka kimsenin göremediği o devasa korku gözlerini kararttı. Hayatın akıp gittiği şu caddedeki her ses onu biraz daha fenalaştırdı, ürküttü, korkuttu ve Sabit en sonunda karşı kaldırıma çıkamadan oracıkta bedeni çarpılmış gibi kaldı ve yüzündeki o dehşetin resmi kırılıp, dağıldı, çaresizlik içinde yere çarptı. Tam o sırada yoldan geçmekte olan araçlardan biri Sabit Bey’in yolun ortasında bir virgül gibi kıvrılmış bedeninin hemen önünde sert bir fren yaparak durdu. * devam edecek* Temrin 56
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © leyla karaca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |