Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
Potansiyellerini kullanmayacak kadar tembeldirler ya da zorlanmayı ve belki de yenilmeyi göze alamayacak kadar korkak. Akvaryumlarındaki özgüvenleri, okyanusta özgüvensizliktir aslında. Körler ülkesinde tek gözlü olmak, onlar için çift gözlüler arasında olmaktan iyidir. Acıysa, kitaplarda çoğunlukla süslenip püslenerek anlatılır. Birçok kitap hayatın aynası olamaz ve birçok yazar hayatı sadece kaba bir şekilde taklit etmekle yetinir. Bu yüzden hayatı yeterince özümseyememiş bu yazarların her yazdıklarını ciddiye almayın. Çünkü inanın onlar bile kendilerini ciddiye almıyorlar. Hayatlarıyla yazdıklarına sadık kalmıyorlar. Belki kimileri çok ince eleyip sık dokuyor gibi görünüyordur, buluttan nem kapıyordur, sürekli olarak karşısındakileri idama mahkum etmenin yolunu arıyor, kendi üstüne toz kondurmuyor, başkalarını sürekli olarak –yerli yersiz ve çoğu kez haksız yere- eleştiriyor, kendini eleştirenleri küçük görüyor, kendisinin eleştirilemeyecek kadar kusursuz olduğunu düşünüyor, üstelik tüm bunları alçakgönüllü bir büyük aydın edasıyla yapıyordur. Önce insan olması gerektiğini unutmuştur ya da artık yozlaştırılmış, değiştirilmiş, çirkinleştirilmiş bir yeni anlam yüklenen “sözde insan” olmayı benimsemiştir. Böyle insanların sayısı çoğaldıkça toplumdaki yozlaşma hızla artar. Güven duygusunu yitiririz, sevgiyle, hoşgörüyle hiç tanışmamış çocuklar yetiştiririz... ve nihayet ortada insanlık denen şey kalmamıştır. Unutulan değerleri yaşa(t)maya çalışanları deli, aptal, saf olarak nitelendiririz. Bu yozlaşmaların sorumlusu az önceki yazar değildi kuşkusuz.. Nerelerden nerelere geldik... Yozlaşmanın sorumlusu bu tip insanları aydın belleyecek derecede özümüzü yitiren bizlerdik. İnsanoğlu, tarih boyunca kendine yönelmiş bir tehlikeydi. Tüm icatlarımızla kendimizi yok etmeyi başaracağız. Zararlı teknolojilerimizle, virüslerimizle, ozon tabakasındaki deliklerle, doğadaki kirlenmelerle olduğu kadar, sistemlerimizdeki dengesizliklerle, adalet anlayışımızdaki adaletsizliklerle, insanlığımızdaki yozlaşmışlıklarla, toplumlarımızdaki ikiyüzlülüklerle de kendimizi yok etmeyi başaracağız. Size yüreğinin yalınlığını sunduğunu düşündüğünüz bir çok insanın kendilerini profesyonelce hazırlanmış maskelerle gizlediklerini fark etmediniz mi? Etrafımızda bu türden pazarlamacıların sayısı gün geçtikçe artıyor. Sizce bu maskeler, kendilerini korumak için kullandıkları bir zırh mı, sığındıkları kabuk mu? Yoksa iğrenç yüzlerini saklamak için mi takındılar bu sahte gülücükleri, bu yalan dostlukları? Ben, maske ve maskenin arkasındaki şey arasındaki farkı gördükçe şaşırıp kalıyorum. Nasıl başarıyorlar bilmiyorum.. Sanırım büyük meziyet ister bu işler. Galiba bu dünyada herkes maskeler takıyor ve maskesiz yaşamaya çalışan ben ve bir yerlerde hâlâ yaşıyorlarsa maskelilerin içinde benim gibi var olmaya çalışan diğer maskesizler maskeli balonun çıplak davetlileri oluyoruz. E, yazımı buraya kadar okuduysanız siz de benim gibilerdensiniz demektir. Siz de tuhaf dünyanın adetlerini öğrenemeyen, durmadan şaşırıp kalanlardansınız. Havadaki samimiyetsizlik ve sahtekarlık oranı gittikçe artıyor. Neslimiz tükenmekte sevgili dostum. “Onların” dünyasında hayatta kalabilmek çok zor. Bilirim, sen de kendini bir sabah aynada onlardan biri olarak görmektense neslimizin tükenmesini tercih edecek kadar onurlusundur. Burnun büyük değildir ama tükürdüğünü yalamazsın asla. Çünkü sen onlardan biri değilsin. Sen, bir parça Dostoyevski karakterlerine benzersin. Yufka Yürekli’sindir. Beyaz Geceler aldatıldığın karanlıklardır.. Pembe panjurlu, sarı badanalı evlerle dostsun. Richard Bach’ın sürüden kovulan Jonathan’ı gibisin, kovulduğun yere dönmezsin ama affetmeyi bilir ve bildiğini, öğrendiğini onlarla bile paylaşmak istersin. Karamsar bir çizgide gibi görünsen de umudun ışığı aslında hep vardır içinde. Ölümü seçen Veronika gibi, yaşamı yeniden keşfedersin her yenilginin ardından...ve en çok da Tutunamayanlar’ı yakın bulursun kendine. Ama biliyorsun, kendimizi tam anlamıyla yansıtan bir kitap, bir şiir, bir şarkı, bir resim bulmamız imkansız. Kendimizi, kendi eserlerimizde bile parçalar halinde yansıtabiliyoruz. Aynalarda yüzümüz parçalanalı epey oluyor...henüz toparlanamadık! ...ve ne mümkün ressamın gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyi tek bir tabloya yansıtabilmesi? Ne mümkün çılgın notaları, sonsuzca melodiyi tek besteye sığdırabilmek? Ne mümkün anlatmak istediğimiz her şeyi bir ömürlük zamanda yazabilmek? Siz, henüz yaşamadıysanız hazırlanmaktan vazgeçin. Bekleyecek vakit yok, zamanı yakalayıp bugünden geleceği yaşamayı ve eşzamanlı olarak hazırlanmayı seçin. Belki anlaşılmanız güç olacak ama en azından yaşayabileceğim her şeyi yaşamaya çalıştım, bunun için gayret ettim diyebileceksiniz. Bu hayat sizin... Hayatınızı onlara uyum sağlamaya çalışarak heba etmeyin. Onların doğrularıyla sizin doğrularınız çakışsa bile bu çoğu zaman onların haklı olduğu anlamına gelmiyor sevgili dostum.. 29.07.2002
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ebru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |