Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos |
|
||||||||||
|
1. Dünya Savaşı'nda İngiltere ve Fransa'nın Çanakkale Boğazı'nı ele geçirebilmek için Osmanlı İmparatorluğu'na karşı açtıkları savaşlar, yani Çanakkale Savaşları hen Türk hem de dünya tarihinde önemli yer tutar. Çanakkale, dünyanın en kanlı savaşlarından, en şanlı zaferlerinden biri olarak kabul edilir. M.Ö. 480'de Pers kralının Yunanlılar'a karşı açtığı savaşta da, Büyük İskender'in Asya'yı fethetme girişiminde de, İngiliz ve Fransızların Osmanlı'ya karşı başlattıkları bu savaşta da görüldüğü gibi boğazlar tarihin her döneminde önemli rol oynamıştır. İşte 1. Dünya Savaşı'nda da müttefikleri Rusya'ya yardım götürmek isteyen İngiltere ve Fransa, bu yardımı karşı cephede yer alan Almanya dolayısıyla karadan götürememişler, bu sebeple boğazı ele geçirerek yardımı deniz yoluyla götürmek istemişlerdir. Boğaz aşıldığı takdirde İstanbul Boğazı da kolaylıkla ele geçirilecek ve Osmanlı savaş dışı bırakılmış olacaktı. 19 Şubat 1915'te 40 gemiden oluşan İngiliz-Fransız filosu saldırıya geçti ve Türk topçuları tarafından boğazın iki yakasından açılan şiddetli ataş ile geri püskürtüldü. 25 Şubat'ta İngiliz-Fransız kuvvetleri ikinci bir saldırıda bulunsalar da başarılı olamadılar. Böylece yeni bir harekat için geri çekildiler. Bu sırada Türk orduları da boğazın her iki yakasındaki savunma güçlerini artırdı. ...ve saldırı 18 Mart'ta başladı. İngiliz ve Fransız kuvvetleri daha ilk günden yenilgi aldılar. Nusret Mayın Gemisi'nin döktüğü mayınlar yüzünden dört zırhlılarını kaybeden İngiltere ve Fransa boğazı kara yoluyla geçebilmek amacıyla 25 Nisan'da Gelibolu yarımadasında Seddülbahir ve Arıburnu'na asker çıkardılar. Conkbayırı'na doğru ilerleyen birlikleri Mustafa Kemal komutasındaki19.tümen geri püskürtü. 9 Ağustos'ta yeni bir planla saldıran düşman kuvvetleri o sıralar Anafartalar Grubu Komutanlığı'na atanan M.Kemal tarafından bir kez daha yenilgiye uğratıldı. 20 Ağustos'taki ikinci saldırılarında da başarılı olamayan İngiliz-Fransız kuvvetleri Çanakkale'yi karadan da geçemeyeceklerini anlayınca Kasım 1915'te çekildiler. Savaşlar sonucunda boğazın geçilemeyeceği anlaşıldı. Rusya'ya beklediği yardım ulaştırılamayınca ülkede 1917'deki Şubat ve Ekim devrimlerine zemin hazırlanmış oldu. Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nda kuvvetlerimiz oldukça yıprandığı için Çanakkale Savaşları büyük ölçüde insan gücüyle gerçekleşti. Osmanlı İmparatorluğu, iki Avusturya bataryası ve Türk subaylarla birlikte görev yapan Alman subaylar dışında müttefiklerinden hiçbir destek görmedi. Tüm bunlara rağmen, Osmanlı devleti bu savaşta tüm dünyaya ölmediğini, hala sanıldığından daha güçlü olduğunu ve zor şartlar altında da olsa mücadeleye devam edeceğini kanıtlamış oldu. Türklerden 250.000, İngilizlerden 200.000 ve Fransızlardan 50.000 kişi bu savaşlarda ya öldü, ya da yaralandı. Sizlere kısaca, kaba hatlarıyla Çanakkale tarihini hatırlatmak istedim. Yarın yine her yıl olduğu gibi okullarımızda çocuklarımıza ve gençlerimize gururla Çanakkale destanımızı anlatacağız, onların geçmişlerinde olan bitenden haberdar gençler olarak yetişmeleri için anma programlarıyla onları bilgilendirecek, şehitlerimiz huzurunda bir dakikalık saygı duruşunda durmalarını isteyeceğiz. Çeşitli törenlerle yine şanlı zaferimizle övünecek, "günün anlam ve önemi" hakkında konuşmalar yapacağız. Fakat büyük ihtimalle ertesi gün bunlardan eser kalmayacak hayatımızda.. Evet, tarihte olup biten herşeyi bize bir soran olursa takır takır anlatacağız. Şu tarihte bu savaş, şu tarihte şu kadar şehit... İşte şu tarihte dünya devletleri salırıyorlar toprağımıza, şu tarihte şu antlaşmanın şu maddesiyle halkımızı ölüme mahkum ediyorlar aslında.. Evet, evet, şu tarihte Samsun'a çıkıyor Mustafa Kemal... Şu genelgeleri yayınlıyor, şu kongreler düzenleniyor, Atatürk şu maddelerden söz ediliyor Sivas'a, Erzurum'da... Bir milletin tarihini bilmesi pek önemlidir ya, biz de bu yüzden öğreneceğiz tüm bunları. Okulda yazılılarda, ÖSS'de vs. Gelin soralım kendimize tarihimizi belki öğreniyoruz ama öğrendiğimiz o kadarı ne kadar yaşayabiliyor, ne kadar duyumsayabiliyoruz? Konuşmalarda, yazılarda hep söz ettiğimiz bir Çanakkale ruhu var. Biz o ruhu, o milli mücadele ruhunu, kalkınma, ileriye atılma, ülkemiz için yararlı bir şeyler yapma ruhunu ne kadar kavrayabiliyoruz? Hadi el ele, kafa kafaya verip ülkemize bir bakalım ve çıplak gözle görmeye çalışalım etrafımızda olup bitenleri. Kişisel çatışmalarımızı, gizli çıkar hesaplarımızı, hırs dolu ve bir o kadar da kirli mücadelelerimizi bir kenara bırakıp kendimizi değil, ülkemizi bir düşünelim şimdi. Sürekli olarak sudan sebepler, suni gündemlerle gizlenmekte olanların altında yatan asıl sebeplere bir göz atalım...ve bir kez daha bakalım o dünyaya gerektiği zaman yeterince tanıtamadığımız tarihimize.. Tarihin ışığında, şu anda atılmakta olan adımların, oynanmakta olan oyunların aslında çok tanıdık senaryolar olduğunu göreceğiz. Birileri bu oyunları bol sayıda figüranla sahneye koyup oynamaya başlamışken, oyunun aslında nereye varacağını tarih kulağımıza fısıldıyor. Hızlı ve doğru kararlar vermeliyiz ve attığımız her adımı geleceği düşünerek atmalıyız. Gelelim kalınma, ilerleme, gelişme açısından ülkemize... Milli Eğitim Bakanlığı'nın eğitim öğretim yılının ilk döneminin sonlarına doğru yaptığı deneme sınavlarından pek de tatmin edici bir sonuç elde edebildiğimiz söylenemez. Yurt genelinde bir çok ilköğretim okulu ve lisede verilen eğitimin kalitesinin oldukça düşük olduğu serildi gözler önüne. Liselerde okutulan bir çok ders kitabı bile akıl almaz imla hatalarıyla dolu. Lise sona gelen ya da liseyi bitiren gençlerimizin ÖSS'yi kazanabilmek için dershanelere gitmek zorunda kalması da bana göre eğitim sistemimizin verimsizliğinin en bariz örneği... Bir toplumun gelişip kalkınabilmesi için olmazsa olmazların başında eğitim gelir. Eğitim bilimin her dalındaki başarıları da beraberinde getirir. Bizler öncelikle yeterli eğitimi veremiyoruz çocuklarımıza.. Çocuklarımızın içinden bir kaçı da spor, bilim, tıp, sanat gibi bir dalda adımızı dünyaya duyuracak seviyeye gelse bile onlara olması gerektiği gibi sahip çıkmayı bile başaramıyoruz çoğu kez. Bu yazı kaleme alındığı gün bir paket bisküvi 500.000 TL idi. Kimbilir, sizler bu yazıyı okuduğunuzda kaç lira ya da kaç milyon lira olacak... ABD'de 1.000.000 Dolar hayli iyi bir para sayılırken biz bu paraya bugün iki paket bisküvi alabiliyoruz, yarın belki onu bile alamayacağız. Nüfusumuzun büyük bölümü yoksulluk sınırında, hatta açlık sınırının altında yaşıyor. Ben bu manzarayı ülkeme yakıştıramıyorum, içime sindiremiyorum bunu... Rengini şehitlerimizin kanından alan bayrağımız, bu manzara karşısında acıdan titriyormuş gibi geliyor bana. Dünün insanları vatanları için bir şeyler yapmaları gerektiğinde gerek Çanakkale'de gerekse Kurtuluş Savaşı'nda üstlerine düşeni yaptılar ve vatanları için canlarını bile gözlerini kırpmadan verdiler. Atatürk, Çanakkale'de savaşanları anlatırken şöyle diyor: "Karşılıklı siperlerimiz arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak...Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen şehit düşüyor, ikinciler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya sayan bir tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok... (....) Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi'ni kazandıran bu yüksek ruhtur." Dünün insanları çoktan öldü. Kimisi okumuş aydın insanlardı, kimisi adını bile yazamazdı.. Ama hepsinin içinde bu ruh vardı. Hepsi ellerinden geleni yaptılar ve görevlerini yapmış olmanın huzuruyla bu vatanı bizlere bıraktılar. Çoğunun mezarı bile yok... Şehit düştüler... Onlar vazifelerini yaptılar. Şimdi sıra bizde.. Bizim görevimiz, vatanımızı korumak, kaldındırmak, içinde bulunduğu bu zor durumdan çıkarmak olmalı... Şehitlerimizin hakkını ödeyebilmek, gelecek nesillere daha güzel bir ülke bırakabilmek, elimizden geleni yapmak, vazifemiz her ne ise onu en iyi şekilde yapmaya çalışmak ve bu Çanakkale ruhunu hayatımızın her anına taşımak artık boynumuzun borcu değil mi? 17.03.2001
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ebru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |