Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
HAZİNE Pazartesi günleri –nedense- insan biraz gergin oluyor. Pazar günkü rehaveti hâlâ atlatamamış olarak işe başlıyor. Bu gün (Pazartesi) ben de öyleyimdir… Dün (Pazar günü) bütün gün evdeydim. Hiç bir yere çıkmadım. Hiçbir iftar programı davetiyesini kabul etmedim, hiç kimseyi de iftara davet etmedim. Geç saatlere kadar yatarım, diye düşündüm ama fazla yatmadım da. Hatta diğer günlerden daha erken kalktım. Kitaplarımın arasında, Peyami Safa’nın Server Bedi müstearı ile yazdığı "Selma ve Gölgesi” adlı romanı ilişti gözüme. "Selma ve Gölgesi" yazarın en iyi romanlarından olduğu söylenilir. İçerdiği psikolojik tahliller, femme fatal kadın tipi ve muhafazakâr motifleriyle üzerinde durulması gereken bir esermiş. Kitabı bitirmeden bırakmadım. Kalktığımda her yerimin tutulduğunu, kütük gibi olduğumu gördüm. Önce abdest alıp öğlen namazımı kıldım. Sonra de çeşitli eksersizler… Baktım olmuyor Tülüğe çıktım. “Tülük” dediğim bizim orada/Orduzu Kaldırım’da tarihi bir tepinin ismi. O civarın en yüksek tepesidir Tülük. Çok eski zamanlarda, Malatya şehrinin, bu günkü Battalgazi/Eskimalatya’da olduğu dönemde, -kimin dönemi olduğunu bilmiyorum ama bizim köyün bilge yaşlısı Bekiosmen’in (Bekir Türkmen’in) söylediğine göre Battalgazi dönemimde- o Tülük bir gözlü kulesi olarak kullanılıyormuş. Malatya’ya hâkim bir tepe. Oldukça da yüksek… Biz çocukken ona “Gavûr Dağı” diyorduk. Neden Gavûr Dağı, bilmiyorum. Her ne ise ben şimdi tarihini burada anlatacak değilim o tepenin… Tülüğe çıktım, spor olsun diye çıktım. Orucum, yalnızım, demeden çıktım. Tam tepeye vardığımda kan-ter içinde kalmıştım. Ama öylesine rahatlamıştım ki… Tepenin en uç noktasındaki yapı, tüm erozyonlara rağmen -tamamen yıkılmamış- duruyordu. Aslında çok şey hissettim orada ama kuşbakışı Malatya’yı seyrederken geçmişle şimdiki dönem arasında hissettiğim duygularımı anlatmayacağım burada. Tepede en çok dikkatimi çeken şey; define avcılarının kazdığı yerler oldu. Delik deşik etmişler tepeyi. Kazmadıkları yer bırakmamışlar… Hâkim bir noktada oturdum baktım Eskimalatya tarafına doğru. Bir ara, gördüğüm minareleri saymaya kalkıştım. Sanırım 20- 30 tane minare saydım. Ama niye minareleri saydım ki… Güneş de öyle bir güzel ısıtıyordu ki..yorgunluğun verdiği rehavetle gözlerime tatlı bir uyku musallat oldu. Yalnız başınayım, ne olur ne olmaz, demeden vurdum kafayı yattım gelişigüzel… Defineciler ne kurnaz adamış, diyerek düşündüm. Kolay yoldan servet edinmek, zengin olmak ha… Definelerce yeni kazılan bir yere doğru gittim. Taze toprağı şöyle bi karıştırdım ellerimle. Aa.. O da ne? Bir altın. İnan ki altın!...Demek benden önce buradan altın çıkartılmış. Kim bilir bunu da görmeden düşürmüşler. Acaba başka bulamaz mıyım, diyerek aramaya, toprağı karıştırmaya devam ettim. Ama başka, bir tanesinden başka bulamadım. Olsun, taş attım da kolum mu yoruldu, düşüncesiyle altınımı cebime koydum, nefesi çarşıda, bir kuyumcuda aldım… Sanırım epey para tutmuştu bozdurduğumda. Şimdi bu parayı nasıl harcamalıydım? Kesinlikle bu bir imtihan… Allah, beni bununla imtihan etmek için bu altını bana verdi… Öyle ise, bu imtihanı burada kaybetmemeliydim. Bunu iyi bir yerde değerlendirmeliyim… Önce, bu paralarla bir yemek vermeyi düşündüm. Şöyle şatafatlı bir iftar yemeği… Malatya’nın en lüks düğün salonlarından birinde… Her kesimden insan çağırmalıydım. Sonra vazgeçtim, çünkü bunu herkes yapıyordu, hem de tadını kaçırarak yapıyorlardı bu hayrı(!) Yoksa bu parayla hanıma bir inek mi alayım ha, ne dersiniz? Hani her gün söylüyor ya… “Bana bir inek almadın, bu çocuklara ne yedireceğim?” Hıh!.. İnek de almam. Bu paraları daha iyi bir yerde değerlendirmeliyim. İyisi mi komşumun –yeni yaptığı evinin üstünü kapatamayan- komşumun evinin yapımında yardımcı olayım, dedim ve nefesi komşuda aldım. Paraların hepsini eline sıkıştırdım. Ancak çok az bir miktarını geri istedim. Önce vermek istemedi, ne yapacaksın, diye ısrarla sorması üzerine; “Vallah yalan yok, iç çamaşırlarım yırtık da.. Kendime de biraz iç çamaşır almak için istedim” deyince –acıdı-verdi. Yani az önce eline sıkıştırdığım paralardan sadece çok az bir kısmını tekrar istemek öylesine zor oldu ki benim için... Verdi ama… Verdi mi vermedi mi? Tam da böyle sorgularken; uyanmaz mıyım? Tüh be, keşke de komşumun evini yaptırmış olsaydım…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şevket Başıbüyük, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |