Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Bu programda kendi "evren modelimizi" yapacağız. Buna kendi "Big-Bangimiz", kendi "Varoluşumuz" da diyebilirsiniz. Yani "Kendi Gökkubbemiz" dışında tüm isimleri verebiliriz. Zira o isim daha önce kullanıldığından telif sorunu doğabilir. Zaten kubbe falan da yapmıyoruz. Malzemelerimiz; bir elbombası ve yüksek hızda çekim yapabilen kameradan oluşuyor. Tabii açık bir alana da ihtiyacımız var. Silah kaçakçılığı, terör gibi ülke gerçeklerine dayanarak diyebilirim ki elbombası bulmakta zorlanmazsınız. Belki yüksek hızlı kamera bulmak zor olabilir. Ama bombayı bulmak için nasıl Doğu'ya gittiyseniz, kamera için de DoğuBank'a gidebilirsiniz. Malzemeleri alıp açık alana gittiğimizde kamerayı elbombasının görüntüsünü ortalayacak şekilde yerleştirip, bir ip bağladığımız elbombasının pimini çekiyoruz. Bu sırada kendinizi korumayı unutmayın zira kapkaççılar heryerde! İşte hepsi bu! Artık sizin de nurtopu (veya ateştopu) gibi bir evreniniz oldu. Çektiklerinizi eve götürüp istediğiniz kadar BAKAbilirsiniz. Eee annelik içgüdüsü menapoz dinnemez. Eminim içinizde "Ne anlatıyor lan bu?!" şeklinde düşünenler vardır. Biz bu tiplere "erkek" deriz. Mesela stüdyo şefimiz de bir erkek... İsterseniz; özelde programın bu bölümünde ne yaptığımızı ve genel olarak evrenin, big-bangin, varoluşun NE olduğunu açıklayalım. Çünkü bu haftaki uygulamamız kısa sürdü ve sanırım program süremizin doldurmamız gereken yarım saati daha var. Ya da stüdyo şefimiz bana; kolsaatini 2'ye kesmek istediğini anlatmaya çalışıyor. Neyse… İnsanlar (özellikle erkekler) genellikle içinde bulunduğumuz (parçası olduğumuz) evreni veya genel anlamda varoluşu sabit bir olgu, nihayi bir biçim, kesinlik-sabitlik içeren bir kavram olarak düşünür. Oysa durum bir elbombasının patlamasından çok da farklı değildir. Bizim küçük evren modelimizden farkı, niteliğinden değil boyuttan kaynaklanır. Zira evren açık bir alanda değil, sonsuz hiçliğin ortasında (buradaki "orta" -içinde- anlamındadır) patlayarak ortaya çıkmıştır (buradaki "orta" da futboldaki değil) ve patlama daha şiddetlidir. Patlamanın etrafı, sınırlandırılmamış olduğundan ve dağılan madde bizim elbombasından kopan şarapneller gibi yerçekimince aşağıya çekilmediğinden dolayı (çünkü aşağısı yok, hiçliğin aşağısı olmaz, kurtarmaz) infilak (genişleme) devam etmektedir. Bunun, biz insanların "zaman algısı" ile kolay kavranamayacak kadar yavaş gerçekleşmesi, neler olup bittiği gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle (yani evrenini genişeme hızının birim algı eşimizin altında gerçekleşmesi nedeniyle) evren, uzun bir süre "sabit" zannedilmiştir. Bugün ise sabitlik içeren hiçbir varoluş biçiminin olmadığını biliyoruz. Ne nehirler ne de adamlar sabittir. Bizler hızlı (evrenin yaşı ve yaşlanma hızı ile insanınkini karşılaştırınca) yaşıyoruz ve genç ölüyoruz. Bu fark da "zaman" denen kavramın özündeki yanılsamayı oluşturuyor. Nasıl ki elbombasının patlaması sırasında geçen "zaman" önemsiz ise ve olup biteni anlamak için yavaş çekime ihtiyacımız varsa, EVREN ölçeğinde de durum budur. Yani zaman algısı bir ilüzyondur. Zaman, yoktur. Ya da tek bir an vardır ve o da Büyük Patlamanın olduğu, devam eden an dır. Zaman, bilinç sahibi varlıkların (bizim) hareket ve hızı birbiriyle ilişkilendirmesi ve hareketi belli birimler halinde (gün, saniye, yıl) "SAYMASI" prensibine dayalı bir kurgudur. Önce-Sonra, geçmiş-şimdi-gelecek gibi kavramlar, özünde, tek büyük olayın (patlamanın, varoluşun, evrenin) parçalara ayrılması ve neden-sonuç bağlamında birbiriyle ilişkilendirilmesi yöntemi ile kurgulanmıştır. Bir diğer değişle nasıl ki "kedi" kedi değilse, kedi kavramı sadece evreni anlamak ve düşünmek için ihtiyaç duyduğumuz kavramlardan biri olarak bizler tarafından kurgulanmış ise zaman da kurgusal bir fonksiyondur. Einstein'ın değişiyle "Zaman bir ilüzyondur!" Zaman yolculuğunun imkansız olmasının nedeni zamanın kendisinden kaynaklanmaz. Zira bir saniye geri gitmek için tüm varoluşu, tüm olayları bir saniye geri götürmek gerekir. Buna enerji akışları, kimyasal olaylar ve tüm hareketler de dahildir. Bu ise termodinamik ve entropi bağlamında olanaksızdır. Yani buradan da anlayabiliriz ki "zaman" sadece bir kurgudur. Biz zamanda değil, evrende VARız. Gerçekte tek varlık (evren-varoluş) tek olay (big-bang) tek sonuç, tek neden, tek an vardır. Ama "Düşünme"(1) dediğimiz eylemi gerçekleştirmek isteyen bilinç sahibi bazı yaratıklar, bu açıklamanın ne "tanrıya" ne "zamana" ne "hayatın anlamı/amacı" zırvalarına ne de tüm diğer kurgulara yer bırakmadığını gördükleri için açıklamayı "Görmemezlikten Gelme" ye karar vermişlerdir. "Ne ki bir dir, o birdir. Ne ki bir değildir o da birdir!" diyerek kibirli(5) davranMAyan insanların sesleri ise kalabalıkta kaynamıştır. Eveeet! Bir programın daha sonuna geldik. Ama üzülmeyin! Çünkü, bittiğine üzülmüş gibisiniz. Yoksa stüdyo şefimiz kamerayı neden tekmelesin? THE END Dipnotlar-Açıklamalar: (1)DÜŞÜNMEK: Düşünmek için evreni parçalara ayırmaya, bu parçalara isim vermeye (soyut-somut kavramlara) ihtiyaç vardır. Bütünün, parçaların toplamından daha fazlası olduğu gerçeği nedeniyle "düşünmek" maça 1-0 yenik başlar. Buna bir de algılarımızın yetersizliğini eklerseniz durum vahimleşir. Bazıları evrenin dilinin matemetik olduğunu söyler. Burada da evren parçalara (birimlere-sayılara) ayrılır ve sayılara, anlam değil değer yüklenir. Ama belirsizlik ve görecelilik nedeni ile bu yöntemle evreni ehlileştirmeye çalışanlar, onu kalıba, formile dökmeye uğraşanlar da sonunda pes eder. Sonuçta kurgular sadece faydalıdırlar ve gördükleri fonksiyonlar onları (hala) var kılmaktadır. Bunun dışında bir "gerçeklikleri" yoktur. Düşünerek, analiz ederek, parçalayarak varoluşu anlayamazsınız. Zira bu şekilde davranan kişi, "anlamaya çalışmak"tan -> "anlam vermeye" kolaylıkla sapar. Bunu ancak sezebilirsiniz. Bu sezgiye "sağduyu"(2) deriz. Bu sezgi herkeste vardır. Çünkü biz de zaten evrenin, varoluşun, big-bangin bir bölümüyüz. Biz varoluşun ta kendisiyiz. (2)SAĞDUYU: Sağduyu öyle birşeydir ki en inançlı(3) kişiye bile "Ne yani, Adem ve Havva'nın düzüştüğüne ve doğan kardeşlerin de birbirini düzerek "insanlığı" oluşturduğuna ve tüm bunların bir elma yüzünden olduğuna gerçekten inanıyor musun?" diye sorduğunuzda, size (ve muhtemelen kendisine de) itiraf edemediği "HAYIR!" cevabını vermesine neden olur. (3)İNANÇ: Evreni tamamen yanlış anlamanın(4) bir yolu... (4)YANLIŞ ANLAMA: Temel insan zihni fonksiyonu... Anlamaktan çok anlam vermeye yakındır. (5)KİBİR: Bu kavram kullanılırken kastedilen, "tüm evrenin; kendisi ve muadillerinin, zina yapıp yapmayacağı gibi konularda test edilmesi için "yaratılmış" bir yer olduğunu düşünmek" şeklindeki davranışlardır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |