Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Örneğin tarihin özelliklerinden birisi onun yakıcı bir ulusal kimlik, kültürel kimlik, toplumsal aidiyet sağlamasıdır. Fransız Devrimiyle birlikte hayatımıza sokulan Ulus düşüncesi hemen her ulusun kendilerine ait bir tarihleri olması gerektiğini zorunlu kılmış, tarihsiz uluslar tüysüz tavuğa benzemiştir. Bu açıdan geçmişte olan her olay ve onun yorumlanışı su süzgeçte geçer: “Bu olay bizim ulus olma bilincimizi nasıl etkiler? Onu pekiştirir mi, yoksa köreltip azaltır mı? Tekrar eden tarih okumalarımızı bozuntuya uğratır mı?” Bu soruların tarihin aktarılışına ve yorumlanışına ne kadar büyük etkiler yaratacağı kuşkusuz çok büyük ama bu sorular sorulmaya başlandığında tarihin nesnellikten uzaklaşacağı da bir gerçektir. Ulus kadar önemli olan diğer kimlik öğesi de bireysel kimlik arayışıdır. Temel ve basit bir soru çıkış noktamız olur: “Ben kimim?” Sorunun cevabı felsefi olarak ince bir sınır çizgisindedir. Bu soruyu soran herkes ilk önce hemen kendi kişisel tarihine bakma eğilimindedir. Çünkü insan toplumsal yapıda kendisini bir bütünün bir parçası olarak görmek isterse, aynı şekilde de tarihsel olarak bir akışın uğrağı olarak görmek ister. Öncesizlik ve sonrasızlığın yanında başlangıç ve sonluluk da insan düşüncesi açısından anlaşılabilir ama kavranılamazdır. Bunu tarihe yansıtırsak birisine “Senin anne ve baban yok sen aniden var oldun,” dersek onu akıştan çekip almış oluruz. Bunun sonucu kimliksizliktir. Geçmişten bugüne uzanan bir akışın uğrağı olmak insanı rahatlatır, onda geleceğe uzanma arzusu uyandırır. Tarih ideolojik zeminin oluşmasında ve yürütülmesinde etkilidir. İdeoloji toplumsal hayatın tümden organize edilişi ve konulara yaklaşım bütünlüğüdür. İdeoloji o kadar değerli bir kavramdır ki Toplum, Toplumsal İnşa, Toplumsal Kurumların Örgütlenişi, Toplumsallaşma Biçimleri hep bu çeperin içine girer. İdeoloji kendisini en çok eğitim kurumlarında hissettirir. Çünkü eğitim birey ve toplumun geleceğe hazırlanışıdır, yani ideoloji geleceğin inşasıdır. Bilimsel, dinsel, sağlık aklınıza gelebilecek tüm kurumlar onun dinamikleriyle işler. Tarih de bu ideoloji oluşumunda bir kanıtsallık için kullanılır. Çünkü sıklıkla davranışların meşruluğu onun ne kadar tekrar edilir oluşuyla ölçülür. Tekrar toplumsal standardı belirler, davranışları pekiştirir süzgeç görevi görüp kimin sosyal kimin asosyal oluşunu belirler. İşte bir şeyi meşrulaştırmanın en kolay yolu da onun geçmişte tekrar edilir oluşunu basitçe göstermektir. Bunu da sağlayan tarihtir. Burada tarih bir yansıtma biçimi olarak kullanılır, geçmiş geleceğin inşasında kullanılır. Bir doğuş ve gelişme miti, rüştünü ispatlama, savaşlar, kendini yüceleştirme, estetik olarak güzel, etik olarak iyi ve bayağı olmayan, yani yüce bir tarihsel akışla karşılaşırız. Bunlar olanca sıklığıyla önümüze konduğunda, özel ve ayrı bir çaba harcamaksızın, sadece bu tekrarlanırlık onun zihnimizde mantıklı ve doğru görünmesini sağlar. Böylece tarihe yaklaşımda pek çok bakış açısı çıkar. Birincisi körlerin fili tarif edişine benzer. Ortada bir mit vardır, tarihsel kanıtlar pek azdır. Herkes bu göremediği şeyi yoklar bir sonuç çıkarır ve aktarımını yapar. Kanıtlardan çok yorumlar ve yargılar görürüz. Uzun tümceli, bunun niye böyle olması gerektiğine dair şatafatlı şeyler okuruz. İdeolojik ve kültürel filtrelemeler tarihçi farkında olsun ya da olmasın çok güzel işlemektedir. Tarihsel olayın deneyimden uzak, kanıtlarının azlığı, tarihçiye boşluk ve eksiklikleri doldurma yönünde cesaret verse de, bunun bilimselliği her zaman denetlenebilir olmalıdır. Tarihsel olayın bilinmezliği, eleştiri olanaklarımızı elimizden alsa da, tarih yazıcılığının çoğu kez bir senaryo değil, bir puzzle oyunu olduğunu aklımızda tutmamız gerekir. İkincisinde bilinçlilik öne çıkar. Az önceki kültürel ve ideolojik hedefler daha bellidir. Tarihçi burada daha çok yorumlayıcıdır. Bir tarihçi açısından iyi olan karşıt bir tarihçi açısından kötüdür. Pek çok tarihsel bakış açısı ve yorumlanış vardır. Hangisini seçeceğimize karar veremeyiz. Temel referans noktası tarihsel aktarımın bir somut yarara yardımcı olması ilkesidir. Bu bir ulus, ideoloji, güncel politikadaki bir eylemin doğruluğunu gösterme arzusu ve politikanın etik olarak iyi, mantık olarak doğru ve hakça olduğunu gösterme arzusundan çıkış alınır. Dikkatle okumamız, mümkün olduğunca metin içindeki sıfatları dikkate almamamız, metin çözümlemesinde en azından nesnel davranmamıza yardımcı olabilir. Son olarak ise olayla yakinen bir bağıntısı bulunmayan, kendi ön yargı ve filtrelerini belki de bu konu için etkisiz hale getirmiş tarihçiler vardır. Onlar bilimsel çalışma arzusundadır. Kanıtlar, gözlemler, tarihsel olayın olduğu zamandaki tüm olan biteni organik bir bütünlük içinde görme, yorumlamalarda dikkatli ve sıfatlardan kaçınan bir dil buluruz. İhtiyacımız olan da budur. Gerçekler kendilerini dayatırlar; bizlerin onları görmelerini, algılamalarını beklemezler. İnşası hayale dayanan bir tarih eninde sonunda gerçeğin saldırıları karşısında güçsüzleşir, önemini kaybeder. Türkiye’de de günümüzde karşılaştığımız pek çok sorunun temelinde, geçmişin bu gündelik “amaca uygunluk” penceresinden incelenip, aktarılışının da bu çerçeveden yapılmaya çalışılmasıdır. Ne yazık ki, öznel yazılı tarihimiz 1300 yılları geçse de, hala bir ulusal inşa sürecinde hissediyoruz kendimizi. Bu yüzden her tarihsel olay ve onu algılayışımız gerçekliğin kırbacından süzüleceğine, “ulusal inşaya” ne kadar yardımcı olduğuyla karşılaştırılıyor. Böylece “kulağa hoş gelen” ancak manipülasyona uğramış bir tarih bilinci taşıyoruz. Bu hem tarihsel belgelerin herkesçe incelenebilir olmasını (ki bu azar azar gerçekleşiyor), hem de yorumlamaların bilimsel bir derinliği zorunlu kılmasını gerekli kılıyor. Bugünün sorunları geçmişin çözümlerinden kaynaklandığı aforizmasını akılda tutup, geçmişe duru gözlerle ve önyargısız bakarak geleceğin daha sorunsuz olacağını düşünebiliriz. Tarihimizle ilgili pek çok sorunun şiddetle gündeme geldiği bu günlerde, buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu bir gerçek.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mikail Boz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |