Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Tarih kelimesi belleğimize hep geçmişe ait bir kavram olarak sinmiştir. Bunun sebebi, çocukluktan itibaren bize öğretilen tarih kavramının hep geçmişi, olmuş bitmiş savaşları, kahramanlıkları anlatması ve bizi olmuş olanın basit bir izleyicisi haline getirmesindendir. Tarih kavramı doğa, yani evren ve buna bağlı olarak zamandan doğar. Evrenin herhangi bir yerindeki tüm olmuş, olan ve olacak olaylar tarihin kapsama alanına girer. Maddi eylemlilik olmadan tarih olmaz diyebiliriz. Şimdi eylemlilik derken bir şeyin altını çizmemiz gerekiyor. Hayvanların, bitkilerin ve inorganik doğanın varlığı da tümüyle eylemliliğe dayanır; ama tüm oluş ve değişim kendi kendine bir tarih yaratmaz. Bitkiler kendi tarihlerini yazamazlar. Bu durumda eylemliliğin yanına önemli bir diğer kavram giriyor, bilinç. Bilinç insanın kendisini ve çevresini tanıma ve anlamlandırma yeteneğidir. Bilincimizle doğayla zaman arasındaki ilişkiyi anlamlandırır ve tarih kavramını ortaya koyarız; insan olmadan tarihin bir anlamı yoktur. Tarihin merkezinde insan olunca, tarihin yazılması ve anlamlandırılmasında da onun ihtiyaçları öne çıkar. Evren bizim için anlamlıysa onun tarihini veya örneğin inekler bizim için önemliyse onun geçmişteki değişim ve evrimin tarihini inceleriz. Tarih biliminin merkezinde insan ve onun ihtiyaçları yer alır. Tarihin birbirine benzeyen farklı tanımları da vardır. “Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini YER VE ZAMAN bildirerek, SEBEP-SONUÇ ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır.” “Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.” Her birimiz verili tarihi “şimdi” düzleminde yaşarız. Onun geçmişteki şekillenişi bizden deneyim ve deneysellik bağlamında uzaktır. Bu durumda tarih biliminde “gerçeklik” sorunu önemli bir yer alıyor. “Tarihi her zaman kazananlar yazar,” özlü sözünü akılda tutarak, tarihi gerçekliğini ilk alıntıdaki, yer ve zaman, sebep-sonuç, kaynaklar ve bilimsel verilerle test etmeye çalışırız. Yer ve zaman, tarihsel bir olayın nerde, hangi koşulların etkisiyle ve hangi zaman içerisinde meydana geldiğinin bilgisini verir bize. Böylece tarihsel olayın mekân ve zaman düzleminde bilgisine ulaşmış oluruz. Yer ve zaman tarihin zeminidir diyebiliriz. İkisi olmadan tarihten söz edilemez. Sebep-sonuç ilişkisini öğrenmeden önce iki kavramı daha bilmekte fayda var; Olay: İnsanları ilgilendiren sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve benzeri alanlarda meydana gelen oluşumlardır. Olgu: Oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir. Olay ile olgu arasındaki farka şöyle bir örnek verebiliriz; mutfağa su içmek için gitmemiz ve suyu içmemiz bir OLAY, bundan dolayı susuzluğumuzu gidermemiz bir OLGUdur. Olay eylem, olgu eylemin sonucudur. Sebep-sonuç, ilişkisi önemlidir, zira biraz önceki bahsettiğimiz bilinç ve anlamlandırma açısından tarihi kavranabilir bir şey haline getirirler. Tarihteki her eylem bizim için olay anlamını taşımaz; kuşların uçan varlıklar olması önemlidir ama herhangi bir kuşun İstanbul’un tepesinde gezintiye çıkması bir tarihsel olay değerini taşımaz. Sebep-sonuç ilişkisi olayları ve olguların doğuşunu, bunun bize etkisini görmemizi sağlar. Geçmişe ait her şey bir kalıntı ve iz bıraksa da bunların hepsi günümüze ulaşmaz, bugüne ulaşsa da geleceğe ulaşmayabilir. Böylece tarihin gerçeklik sorununda kalıtlar ve kaynaklar önemli bir yer tutar. Geçmişten günümüze gelen, olayın geçtiği dönemde veya daha sonrasında kayıt altına alınan yazılı, dönem halkının kullandığı eşyalar, binalar ve çevreyle kurdukları ilişki bağlamında bıraktıkları üretim araçları, fosiller ve izler bizim için kaynak sınıfına girer. Tarihi değerli kılanın bizim anlamlandırma gücümüz olduğunu söylemiştik. Ve tarihi salt geçmişin bir kaydı olarak değerlendirmenin insanlığın ihtiyaçlarıyla bağdaşmayan ve tarihe salt OLAY düzleminde bakan gerici bir yaklaşım olduğunu da eklememiz gerekiyor. Olayları anlamlandırmayıp, olguları ortaya çıkarıp, bugünle ve gelecekle bağını kurmadığımız an tarih kuru bir gürültüden ibarettir. Türkiye’deki tarih eğitimin de tam da bu düzleme kurulduğunu görebiliriz. Böyle, bugünle bağı kurulmayan, olayların olduğu, eylemlerin olduğu ama sonuçlarının olmadığı bir tarih uykudan gayrı bir şey getirmez. Okullarda öğretilen tarih ise bilinçli olarak bir saptırma üzerine kuruludur. Örneğin Malazgirt Savaşı’nı bir olay, Anadolu’nun Türkleşmesi’ni bir olgu olarak önümüze koyalar, “fetih”lerin yükseliş devriyle bağını kurarlar, emperyalist devletlere verilen kapitalisyonlar, bilimde ve sanayide geri kalma, yönetememe ve çıkar ilişkilerinin Osmanlı’yı çökerttiğini bir olgu olarak öğreniriz ama genişleme ve “fetih”lerin toplumda ne gibi bir etki sağladığı, ne tür değişimler getirdiğini, toplumsal isyanları, toplumun yaşam biçimi hakkında herhangi bir bilgi edinemez, sıkıcı tarih günleri ezberleme moduna gireriz. Tarihi anlamlandırma çabamızda Tarih Felsefesi oldukça önemli bir yer tutuyor. Tarihi tecrübeleri günümüz meselelerinin çözümü için yeniden yorumlamaya Tarih Felsefesi denir. Tarih felsefesi tarihe getirilen bilinçtir. Geçmişle, bugünü birleştirme, bunu geleceğe taşıyacak bilgi ve deneyimlerle, gelecek hakkında fikir sahip olma iradesine dayanır. Tarihi anlamlandırarak kendimizi, sınıfsal konumumuzu ve geleceğimizi de anlamlandırmış oluruz. Tarihe bakış açımız, geleceğe bakış açımızıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mikail Boz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |