"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Bulutların arasından kaçıp kurtulan ışık demetleri, Zirvesi mavimsi dağlarla biten buğday tarlalarına vuruyordu. Belki bu tarlalarda son kez el ele tutuşuyoruz. Aslında ikimizde olacakları biliyoruz. Bu yüzden ağzımızdan tek kelime çıkmıyor. Çünkü ne söylesen, hüzün olup gömülüyor kalplerimize, ve bu hüzün büyüdükçe, gözlerimiz yaşarıyor. Birbirmize bakıp ağlamamak için susuyoruz. Buğdayları aşıp, Bu sesizlikle yol kenarına varıyoruz. Ben bavulumu yere bırakırken Yüzünün güneşin son ışıklarıyla hüzün çiçeğine dönüştüğünü farkediyorum Yanına gelip elini tutuyorum. Yüz metre ilerideki dinlenme tesisiindeki kamyoncular restoranttaki sanatçıyla hep bi ağızdan ud eşliğinde bi şarkı söylüyorlar. "Karakolda ayna var Kız kolunda damga var Gözlerinden bellidir Cevriye’m Sende kara sevda var" neşeli bir ritimde, kamyoncuların bağırışlarıyla söylensede bu şarkı o an burkuyor yüreğimi. elini tutuyorum. yüz asır tutamayacakmış gibi elini tutuyorum. yüzüne bakıyorum. bütün çabalara rağmen gözlerindeki yaşlar gözleirmin yaşarmasına yetiyor. Hemen yüz metre ötedeki meyhaneden bozma dinlenme tesisinde bi şarkı çalıyor. "Denizlerin kumuyum Balıkların puluyum Aç koynunu ben geldim Cevriye’m Ben de Allah kuluyum" Gözlerin gözlerimde. Yaşlarla, yaşlarımızla. Artık ikimizde ağlıyoruz. Gözlerini hiç bu kadar hüzünlü görmemiştim. Gözlerindeki, hüzün silahını, ağzıma dayayıp boşaltmak istermsin bütün bir şarjörü. Ağzımı, aklımı, ruhumu dağıtmak istermisin. Çünkü ben isterdim. Farkındayım, Gözlerindeki gitme sözü ağzına varamıyor. Ben seni bağrıma basıp hiç koklamamış gibi içime hapsetmek istiyorum. ve öyle kalıyoruz. Kaç saniye, kaç saat, kaç asır? Ve en sarhoş ağızlarda o şarkı çalıyor. Köprü altı iskele Gidiyorum askere Üç gün değil üç ay değil Cevriye’m Nasıl geçer üç sene Son kez başını iki elimin arasına alıp, Anlına anlımı dayıyorum. Sen bişeyler söylemeye çalışıyorsun, Ama olmuyor. Kahrolası kelimler çıkmıyor, O güzel ağzından, çıkamıyor. Ve son sözlerimi söylüyorum. Gözleirndeki bu eylül niye? Kim demiş, son baharda güller sararır diye? Gülüm sakla ertesi baharlara ellerini. Korkma sil gözlerindeki hüzünü gül. Ellerin olmadan biter mi bahar? Saçların olmadan eser mi rüzgar? Kokun olmadan güneş mi doğar? Gözlerin olmadan şu dünyam dar. Yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Son kez ona sevdiğimi söyledim. O, söylediklerimden sonra koşarak buğdayların ortasına bana döndü. Beni seviğini söyledi.Bir daha yüzünü görmedim, ve bu konu hakkında bişey söylemek istemiyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Engin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |