Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Bir deniz kasabasında ayakları sıcak kuma değerken görmüştüm onu. Ben küçüktüm ona göre, o da büyüktü bana göre. Yaşlarımız ilerlediğinde sorun olmayacak bir şeydi ; ama o zamanlar için sorundu. Uzun yıllar… Ne kadar olduğunu söylemiyorum; çünkü çok yakın arkadaşlarıma anlattığımda bana salaksın sen dediler. Uzaktan uzağa bir adam bu kadar zaman sevilir mi diye. O yüzden söylemiyorum size de. Uzun yıllar, sokakta, çarşıda, yürürken yolda karşılaşmalarımızın toplamı kadar işte… Şimdi topluyorum da on parmağımı bile geçmiyor. Ne bir konuşma, ne bir selamlaşma hiçbir şey yokken ortada ben ona aşık oldum. O sıralar mitin ajanlarına taş çıkartacak kadar çok çalışıyordum. Üniversitede okuduğunu öğrenmiştim. Zaten düşününce de onu gördüğüm zamanlar hep yaz tatillerine denk geliyordu. Ve ben lise ikinci sınıftaydım. Her gün çarşıya onu görme umuduyla gidiyor, görmeden evin yolunu tutuyordum. Ne çok dualar ederdim göreyim diye. Bazen kabul olurdu da. Bir sokak sonunda, bir köşe başında, herhangi bir yerde onu görürdüm. Tabi beni fark etmezdi. Sonra bir gün bir şey oldu. Biliyorum yaşadığım sürece hep bunun pişmanlığını duyacağım. Biliyorum… Yine çarşıya hiçbir işim yokken ( benim işim oydu ki zaten ) onu görmek için çıktığım bir gün daha o zamanlar bu şehirde olup olmadığını bile bilmiyorum. Yanımdan geçti. Ben yokuş aşağı iniyordum.O da yokuş yukarı çıkıyordu. Ve baktı biliyor musunuz? Gözümün içine baktı. Sonra ben aşağıda arkadaşlarımla konuşurken geri dönüp peşimden geldi. Ben gidiyordum, o geliyordu. Ama hızlı hızlı kaçıp gittim. Şimdi düşünüyorum da hala anlam veremiyorum. Niye kaçtım ki? Evet onu sevdiğimi biliyordu. Biliyordu işte!.. Sonunda fark etmişti beni. Ama ben ne yaptım? Eşşek gibi kaçtım. Durmadım. Yıllardır beklediğim şey olmuştu ve ben kaçmıştım. Aptallığın böylesi. Her geriye dönüp bu olayı hatırladığımda kendi kendime aptal diyecektim. Dedim de. Gerçekten. Boran olayları böyle bilmiyor işte. O sanıyor ki ben Selim’le birlikte oldum. Hayalimde olan şeyleri Boran’a sanki yaşanmışlar gibi anlattım. Neden yaptım bunu bilmiyorum… İşte üniversite sınavlarına hazırlandığım o sene o evlendi. Bir karısı vardı artık. Atilla İlhan’ın dediği gibi güldü mü cenazeye benziyordu. Ama şimdi düşünüyorum da güzel gülüyor eşi. Bende o sene İstanbul’a felsefe okumaya geldim. Üniversitede bir çocuk vardı Murat. Selim’e o kadar çok benziyordu ki, bana teklif ettiğinde aslında ben Murat’ın teklifini değil, Selim’in teklifini kabul etmiştim. Onunla beraber oldum. İlk defa bir erkekle beraber oldum. Selim’le… Yoo hayır, Murat’la. Sonra Alper, Metehan ve sayamadığım, aslında isimlerini bile şimdi durup düşününce hatırlayamadığım bir sürü erkek. Ama en çok hatırladıklarım, Selim, Murat, Boran. Tabiki de Boran… Ne Selim’e Ne bir başkasına benzediği için onunla oldum. O farklıydı. Elimden tuttuğunda, gözlerime baktığında, beni vücuduyla sararken, konuşurken, dudaklarını oynatırken, dalıp giderken… Farklıydı o. Bu yüzden bu kadar uzun sürdü ya bu ilişki. Tabi ben yine kafam estiğinde çıkıp gittim. Bazen başkalarıyla oldum. Bir arkadaş aradığında, Boran’la tartıştığımda, Boran’ı başka bir kadından kıskandığımda… Şimdi neyi biliyorum biliyor musunuz? Onun bunu bildiği halde, gururu incindiği, kırıldığı, aşağılandığını hissettiği halde nasıl sevgisiyle karşımda durduğunu anlıyorum. O beni gerçekten seviyor… Biliyorum beni yargılıyorsunuz şu anda. Bunlar onu aldatman için sebep değildi diyordunuz. Siz hiçbir şey bilmeden sadece gördüklerinizle ( gerçi gördükleriniz de değişiyor ya ) insanları yargılamaya o kadar meraklısınız ki peşinen beni de yargılıyorsunuz işte. Ama beni anlamanız için benim kadar yalnız olmanız lazım. Kendinizi benim kadar kimsenin ulaşamadığı ulaşamayacağı bir yerde unutmuş olmalısınız. Ve bu kadar yalnız birine asla bir insanın yetmeyeceğini bilecek kadar yalnızlığa gömülmüş olmalısınız. Çünkü o kadar çok yaram, açılmamış ve kapanmamış o kadar çok boşluğum var ki beni deliler gibi seven Boran bile bu boşlukları doldurmaya yetmiyor. Bu yüzden görüntüler hep yarım kalıyor ya. Geçenlerde akşam güneş batımında İzedebiyat adında bir dergiyi okuyordum kaldığım pansiyonun balkonunda. Adı neydi şu kızın ya? Aaa evet hatırladım. Çağla’ydı. Onun prens ve kurbağa adlı şiirine ‘’ denk geldim.’’ Diyor ya orada ‘’ Yanımda kalan her şey anlamını yitirmeden bırakıp gittim.’’ İşte dedim bu cümle. Hayatım boyunca, evet evet hayatım boyunca kapıyı çarpıp çıkan olmamın tek sebebi buydu. Görüntülerin bozulmasına dayanamıyordum. Ve bozulacaksa da bozulmadan gideyim ki onları hep o güzel anlarla hatırlayayım diyordum.Anlıyor musunuz beni?Gerçekten?Sanmıyorum… Geçen Boran’ın sesini duymak istedim. Pansiyonun sahibi Gülizar Teyze’den rica edip telefonunu kullandım. Mesafeliydi sesi. Ekranda numarayı göreceği için söyledim nerede olduğumu. Güzelcehisar Köyü’nde, Hisar Pansiyon’dayım dedim. Önce şaşırdı. Sonra geleyim mi dedi. Kabul etmedim. Deniz seni çok özlüyorum dedi. Ben de deyip kapattım. Havalar soğudu iyice. Sonbahar geliyor gibi. Ramazan’da yaklaşıyor. Gerçi Ramazan’ın yaklaşması benim için bir şey ifade etmiyor… Ben hala on iki yaşımda o iftar sofrasında bütün aile birlikte yemek yerken… İşte ben her ramazanda o iftar sofrasındayım. Bir de Boran’ın oruç tuttuğu o gün. Kolunda saat Allah’ın gücüne gitmesin ama çok acıktım bir de seni çok özledim deyip duruyordu. Ben niyetli değildim ama ona saygımdan dolayı ben de onu bekledim. Birlikte iftar yapmıştık ben ağlamıştım… Sonra sevişmiştik…Çok güzeldi o gün… Yıldızlar güzel gözüküyorlar bu gece. Boran’la konuşalı dört gün geçti aradan. Dört günde çok şey oldu aslında; ama sizler hayatıma çok meraklısınız. O yüzden her şeyi anlatmayacağım sizlere. Hem nasılsa öğreniyorsunuz… Boran’a bir şarkıyı söylerdim hep. Eski bir şarkı. ‘Tükenir biter gider bitmez dediğin aşklar geriler teslim olur savaşçı umutlar, kurşuna diziler hep doğmamış duyguların, yine de çıkar bir yerden tadı sevdanın. Bebeğim üzülürsün kendinsin geç kaldığın..' Ne düşündüm biliyor musunuz? Kendimiz için ‘’doğru olduğuna inandığınız’’ şeyi yaparken bir başkasının yaşamını alt üst ediyorduk… Benim yapmaya çalıştığım şey gibi. Biliyorum o da günün birinde bir başkasını terk ettiğinde anlayacak bunu. Biliyorum. Bir yerlerde o şarkı çalıyor yine. Boşluktan aşağı doğru kayıyorum. Hızlı. Çok hızlı… Aniden yere çakılmak gibi bir şey oluyor. Kafamı çarpıyorum. Sonra devam ediyorum. Aşağı daha aşağı… Vücudum ıslanıyor. Nefes alıp vermem zorlaşıyor. Bedenim ağırlaşıyor. Yarım kalmış tüm görüntüler… Her şey… Boran, Selim, Murat, annem, babam… Seviştiğim geceler geliyor gözümün önüne gülümsüyorum. Su yutuyorum, nefes alamıyorum. Boran elimden tutuyor. Nefesim bitiyor. Kalbim duruyor. İki gün sonra Boğaz yakınlarından cesetini çıkartıyorum. Şişmiş bir beden. O gece kötü bir rüya görüp bir gün sonra onu zorlada olsa almak için yola çıkmıştım. Galiba ben o rüyayı görürken o çoktan atlamıştı veya atlıyordu o uçurumdan. Eşyalarını topladım, bana yazdığı yazıları okudum. Defalarca okudum. Ağladım. Kıyafetlerini kokladım. Bir daha o kokuyu duyamayacağımı bilmek, bir daha ona dokunamayacağımı bilmek canımı çok acıttı. Keşke dedim kendime keşke, gözlerini de alıp gitseydin. Beni buraya gömün, ben hep burada kalmak istiyorum yazmıştı. Oraya gömdük. En sevdiği çiçeği kum zambağını diktim toprağına. Onsuz bir hayatın senaryoları oynayacaktı şimdi. Görüntüler dediği gibi yarım kalmıştı. O böylesini seçti.Yazdığı kağıtta ölümümü de kendim seçmeliydim diyordu. Öyle oldu. Ölümünü de o seçti. Ama yine gözlerini, dokunuşlarını, görüntülerini bırakmıştı bana… Hani sana çok kızdığım zamanlar o şarkıdaki gibi hey there delilah* derdim ya… Yine diyorum Deniz. Beni bırakıp gittiğin… Bu sefer gerçekten gittiğin için. Arabaya binip İstanbul’un yolunu tutuyorum.Seni arkamda bırakıyorum…Güzel kadınım seni hep seveceğim… I’d walk to you if I had no other way ( yürürdüm sana doğru başka bir yolum olmasaydı ) Delilah I can promise you ( Hilekar kadın sana söz verebilirim ) My word is good ( sözüme güven ) Hey there Delilah here’s to you ( hey hilekar kadın* işte sana ) This one is for you… ( bu senin için ) I miss you… ( seni özleyeceğim ) 11.08.08 / BARTIN Çağla GÖKDENİZ... yıldız tilbe / sevdanın tadı plain white t's / hey there delilah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÇAĞLA GÖKDENİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |