Düşünce dilden, dil düşünceden doğar. -Platon |
|
||||||||||
|
Anılarımdan uzakta başka bir deniz kasabasındayım şimdi. Bilmediğim caddelerde dolaşıyor, tanımadığım yüzlere bakıyor, akşamları dalga sesleriyle o eski şarkıyı dinliyor, deniz kıyısından midye topluyorum.Ve kimseler bilmiyor o midyenin bana neler anlattığını. Martıların çığlıkları arasında oturup denizi izliyorum. Ufuk çizgisinde bitiyor gibi gözüken denizin aslında bitmediğini hatırlayıp öbür tarafta yine o sınıra bakan insanları düşünüyorum. Onların hayatlarını, bizim hayatlarımızı ve kendi hayatımı… Geçmişe bakıp, o tozlu raflardan yaşadıklarımı alıp hepsini teker teker yaşayıp, bütün unutulmuş dakikaları yeniden yaşamayı, kimsenin bilmediği gizli saklı anları, başkalarının asla bilemeyeceğini düşünerek yaşadığım zamanları, her şeyi… Yeniden yaşamak istiyorum. O aynadaki görüntüleri hatırlamamış gibi yapıp , yeniden oynamak istiyorum. Ama olmuyor. O kaçtığım gerçek ‘’şimdi’’ dalgaların malozları deniz kıyısına götürdüğü kirler gibi takılı kalıyor gözlerimde. Deniz kasabası demiştim evet. Öyle barlar, şezlonglar, sırayla dizilmiş oteller, turlar falan yok burada. Bir kasaba burası. Çoğu insanın beklentilerini karşılamayacak tarzdan bir yer. Oysa ben hiçbir zaman anlamadım o insanların eğlencelerini, bütün bir yılın stresini oralarda nasıl attıklarını. Yığılmış insanlar, birbirinin içinde görüntüler, kimin bakışının kimde olduğunun belli olmadığı ya da koruduğunuz bakışlarınızı hatta bedeninizi izleyen gözler… Ayrı bir huzur veriyor burası bana. Kendini taşımaktan yorulmuş birinin yorgunluğu geçer umuduyla geldiği bir yer benim için. Uzaklıklar beni yeniler diye düşünmüştüm. Oysa şimdi, buraya gelince aynı yorgunluğu, bir şeylerin değişmediğini fark edip yine yoruluyorum. Ve anlıyorum ki, uzaklıklar karar vermeyi kolaylaştırmaktan çok zorlaştırıyor. Onun beni uğurlamak için geldiği otobüs garında ümitsiz, vazgeçmiş, yıkılmış gözlerle bana bakıp kulağıma fısıldadığı o şeyler aklıma geliyor. Bir cam gibi kalbime saplanıyor. ‘’Nereye gidersen git her şey seninle gelir, o yüzden gitme. Yanımda kal…’’ demişti. O an hak vermemiştim ona. Gitmenin, o bırakmam gereken şeyleri bırakmam için ilaç olacağını sanmıştım ve şimdime dönüp, bu kayalıklarda oturan bedenimi hissedip, ellerimdeki teri, ayak uçlarımın üşüdüğünü fark ettikçe anlıyorum. Gitmek çare değilmiş. Çantamdaki küçük not defterimi çıkarıp ona yazmaya karar veriyorum. Deniz kuduruyor, kapıya asılı midyeler rüzgarla dans ediyor, uzaklarda bir köpek havlıyor bu serin ağustos gecesinde, senin bilmediğin bir kasabadan seni hatırlayıp aslında aklımdan hiç çıkmadığını ama unutmak için unutmuş gibi oynadığım rolü değiştirip sanki birden seni hatırlamış, aklıma yeni düşmüşsün gibi sana yazıyorum. Sevgilim, Sana haksızlık ettiğimi en başından beri biliyorum. Ve senin bu gerçeği tıpkı benim gibi en başından bilerek benimle olduğunu da biliyorum. Beni deli gibi sevdiğini, bütün planlarını bana göre ayarladığını,evlenme yaşının çoktan geldiğini belki de birçok insana göre geçtiğini; ama hala beni beklediğini, ailen ve çevrenin sana baskı yaptığını ve bunların hiçbirini belli etmeyip benim hazır olmamı beklediğini de biliyorum. Benim için her şeyi yapabilecek kadar bana çok bağlı olduğunu, bana bakarken, bana dokunurken, ıslak tenini hissederken, vücudunun titrediğini, seni bırakırım korkusuyla yaşayarak, bunu içinde hep taşıyarak yaşadığını ve tüm bu karışıklığın hiçbirini söylemeden, belli etmeden, sorgulamadan, susarak geçirdiğini de biliyorum. Biliyorum… Bütün bunları bildiğim birine ayrılmamız gerektiğini nasıl söyleyebilirim diye düşünüyorum ve sanki kararım kolaylaşacakmış gibi bir sabah küçük bir valizle buraya geliyorum. Dört yıldan sonra artık yanında olamayacağımı, zamanlarımızı birlikte paylaşamayacağımızı, birlikte güldüğümüz, birlikte ağladığımız zamanları, birbirimize aldığımız hediyeleri, birlikte gezdiğimiz şehirleri, dudaklarında gezinip tükürüğünü emdiğim gecelerimizi, seni keşfe çıkıp sanki her dokunuşta başka bir kapı araladığımızı sandığımız anları bir daha yaşayamayacağımızı nasıl söyleyebileceğimi düşünmek için geldim buraya. Buraya geleceğim sabah yanıma gitme diye geldiğinde artık bitmeli demeyi planlamıştım.Gözlerindeki o korku, o bitmişlik nasıl acıttı içimi. Sen beni delicesine severken, ben böyle bir anda senden uzaklaşırken, bunu sana nasıl açıklayabilirdim? Dürüst olmam gerekecekse de bunu nasıl yapabilirdim? Böyle bir durumda dürüstlüğü oynayabilir miydim diye sordum kendime… Her şeyden çok çabuk sıkıldığımı fark ettiğin bir zamanda çok korkuyorum demiştin bana. Birgün senden sıkıldım demenden çok korkuyorum. O gün bu ilişkideki en temel sorunu (aslında olmuş ve olacak tüm ilişkilerimdeki) bulmuştuk da o zamanlar anlayamamıştık bunu. Yaşadıkça, zamanlar içimizi parçaladıkça, geriye dönüp paylaşılanların adlarını değiştirdiğimizde anlayacaktık. Şimdi, şu an anladığım gibi… Ve başka bir gerçek. Sense daha anlayamamıştın. Yaşadığım her şey bir yerde bitiyordu. Zamanlar kırılıyor ve hiçbir şey birbirine yakın olamayacak kadar uzaklara düşüyordu. Seni yaşıyordum, seni hissediyordum, seni keşfediyordum ve sonra… Her şeyde olduğu gibi bitti dediğim noktada bıçakla keser gibi her şey bitiyordu. Dursam, gitmesem… Yaşadıklarım sanki aynı ve yaşam değişmiyor bense sayıklıyorum sanki durduğum yerde. Bitti diyorum. Ve korkuyorum. Görüntülerin değişmemesinden çok korkuyorum. Seninle kalmaksa görüntünün donup kalmış bir parçası gibi… İşte bütün bunları hissedip yaşarken bazen denize giriyorum. Özellikle sabahları ve akşam kızıl güneş yıldızlarla uzaktan uzağa konuşurken. Kuma uzanıp dalgalar bedenimi yaladıkça, beni kollarına alıp kucakladığın geceler geliyor aklıma. Ve sonra nedense ürperiyorum. İçimdeki boşluklar büyüyor. Her gün her şeye yeniden başlama düşüncesiyle başlıyorum. Yeniden başlamalarım ve hep yarım bırakmalarımla ne kadar tükendiğimi fark edip üzülüyorum. Yılların geçtiğini anlıyorum, yüzümdeki çizgilerin arttığını, gözlerimin daha fazla acı taşıdığını belki de yaşlandığımı düşünüyorum. Ve aslında bu hayatta en başında tükenenlerden olduğum gerçeğiyle yüz yüze kalıyorum. Yarıda mı bırakıyorum yoksa bitmiş bir mektup mu bilmiyorum. Ona gönderir miyim ya da bir şişeye koyup denize bırakır mıyım onu da bilmiyorum. Burada çok rahatım. Telefonlarım yanımda değil. Kimse nerede olduğumu bilmiyor. Herhangi bir yerde, herhangi bir deniz kasabasındayım. Herhangi biriyim… Bir yıldız seçip kendime onunla konuşuyorum arada. Uzaktaki köyün bütün ışıkları yanıp sönüyor sanki. Kırık dökük bu aşkın acılarını çekiyorum. Gecenin serinliğine aldırmadan içimdeki yangını dindirebilmek için denize giriyorum. Bir yıldız kayıyor, bir dilek tutuyorum. Ama ne dilediğimi bilmiyorum. Ay denizi nasıl aydınlatıyor bir bilsen. Kırık bir aşka bürünmüş kalbimi alıp dalgaların vurduğu kıyıda bıraktığım havluma sarılıp uyumaya gidiyorum… 03.08.08 / BARTIN Çağla GÖKDENİZ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÇAĞLA GÖKDENİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |