Aşkın aldı benden beni. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Birkaç gün önce çok sevdiğim iki hocamla birlikte Bakırköy’e gittik. Bakırköy... Hepimizin sadece tek bir mekanı tahayyül etmesine sebep olabilen ilçe... Evet, hastaneye gittik. Hocalarımdan biri çok sevdiğim Ester Ruben. 3 senedir düzenli olarak her çarşamba gününü hastanenin ergen psikiyatrisi bölümünde geçiriyor zaten, okuma etkinliği düzenliyor. Hatta bir kitap da yazdı bu etkinliklerine başladıktan sonra : “Bakırköy Güncesi”... Okuyunca ezberimizi bozmuştu, hepimizin... Hatta bir sohbette, “Oradaki herkes kitaptaki gibiyse eğer, gidip biz yatalım hastaneye, onlar dışarı çıksın.” bile demiştik. Diğeri ise Feyza Hepçilingirler, yazar, anne, hoca, güzel insan... Etkinliğin o haftaki konuğu... Kadıköy’de buluşuyoruz sabah 9.20’de. Bir de adaşım, yakın arkadaşım Nazlı geliyor. Deniz otobüsünde sohbet güzel. Sanki buluşup gezmeye gidiyormuşuz gibi... Gazetelerimizi okuyup; okuldan, derslerden bahsediyoruz. Nazlı’yı deniz otobüsü tutuyor diye yanımda tuzlu kraker bile getirmişim. Sabah saatleri, hava aydınlık, ışıl ışıl... Bir hafta önce kardan, buzdan okula gidememişken bugün baharlık kıyafetlerle geziniyoruz, güneş gözlükleri takarak... Sohbet tamamen yüzeysel, günlük... Deniz otobüsünden inince, hastaneden bir araba geliyor bizi almaya. Feyza Hoca önde, biz arkada... Kısa bir yol gidiyoruz ve hayal ettiğimizden çok daha büyük bir alana kurulmuş bir hastane çıkıyor karşımıza. Biz şaşkınlıkla etrafımıza bakınırken yetişkin erkeklerin gezindiği bir basket sahasının yanından geçiyoruz. İşte orada tam da aklımızdaki Bakırköy’ün gerçekliğini hissedip ürpermişken Nazlı’yla göz göze geliyoruz. İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz, her zamanki gibi... Ergen psikiyatrisi bölümünün kapısındayız, yine Nazlı’yla göz gözeyiz. Ne ile karşılaşacağımızı bilmeden bekliyoruz. Ester Hoca zile basıyor. O arada kapıda çarşaflı bir kadın yanımıza geliyor ve kızını görmesine izin vermediklerini söyleyip dert yanıp ağlamaya başlıyor. Birkaç saniye, yalnızca birkaç saniye içinde... Kapı açıldığında bizimle arada kaynayacağını düşünüp içeri dalıyor, kızını görüp sarılıyor, ağlamaya devam ediyor. Kız donuk, tepkisiz... “Seni bugün çıkaracağım.” diyor, “Tamam, git.” cevabı geliyor kızından. Dışarı çıkarılıyor. Yine Nazlı’yla göz gözeyiz... Hemşirelerin odasına geçiyoruz. Kapının önünden bir sürü hasta gelip geçiyor. Kimisi cidden “hasta” duruyor, kimisi de gülümsüyor gözlerinize... Çaylar, kahveler; bir sohbet odada... Erkekler hamama gitmişler, 15 gündür sıcak suları akmıyormuş, onları bekliyoruz. Ama geç kalacakları haberi geldiğinde ise Ester Hoca başlama kararı alıyor. Toplantı salonlarına geçip Nazlı’yla en arka sıraya iki sandalye çekiyoruz. Feyza Hoca masaya oturuyor, Ester Hoca da ortada bir yerlerde... Sandalyemi çekerken yanımdaki kız “Hoşgeldiniz.” diyor. Kulaklarımın bile inanamadığı ve kendimden hiç beklemediğim bir samimiyet ve sıcaklıkla “Hoşbulduk.” diye yanıt veriyor, gülümseyip yerime oturuyorum. Feyza Hoca konuşmaya başlıyor. Feyza Hepçilingirler... Gözlerindeki sıcaklığın altında hep bir hüzün barındırdığını düşünürdüm ondan ders aldığım süre boyunca. Her derste illâ ki aklımdan geçerdi bu, yüzüne bakınca. Çok severek okuduğum bir kitabı vardı, “Sorulmadan”... Bitirdiğimde, son sayfaları okuduğumda, hıçkıra hıçkıra ağlıyorken bulmuştum kendimi. Annemde aynı etkiyi bırakmadı kitap... İşte o zaman, bir kitabı okuduğunuzda anlamanız için, içindeki derinlikleri görebilmeniz için suyun yüzünden baktığınızda, yazarını tanıyor olmanız gerektiğine inanmıştım. Feyza Hocam... Hayatını özetliyor, sonra yazarlığa nasıl başladığından bahsediyor. Yaptığı işleri, kitaplarını anlatıyor biraz da... Kulağım Feyza Hoca’yı dinlerken gözüm de salondakileri inceliyordu. Nazlı ile yine aynı saniyede aynı işi yapıyoruz. Dikkatini toplaması neredeyse imkansız olanlar, uyuyanlar, önündekinin kafasına yumruk vurup cevap olarak bir yumruk yiyenler, söz alıp konuyla tamamen bağlantısız şeylerden bahsedenler... Bunların arasında tek bir kişi dikkatimi çekiyor. Dikkatimizi çekiyor... Düz siyah saçlar, ince ve dingin bir ses... Söz almak için kaldırdığında gördüğüm incecik parmaklar ve zarif bir el... En arkadayız, yüzünü görmüyorum. İçeri girerken nereden bilecektim beni böyle etkileyeceğini, nereden bilecektim söyleşinin sonuna kadar o yüzü merak edeceğimi... Öyle olsaydı daha girerken dikkatlice bakardım. Öyle sorular soruyor ki, Nazlı’yla birbirimize bakıp gözlerimizle konuşuyoruz “Ben bu soruyu kırk yıl düşünsem bulamazdım.” gibisinden... Öyle bir ince zeka, öyle bir nezaket sahibi ki, bunu ne yazıyla tarif edebilirim ne de karşınıza gelsem sözlerimle...Resmen son dakikaya kadar başka neler sorup bizi şaşırtacak diye bekliyorum hayran hayran. Hatta bir ara Ester Hoca da bize dönüp “İşte insan düşünüyor bazen, böyleleri neden burda diye.” diyor. Söyleşi bitiyor. Kimi anları Feyza Hoca için de zor, kimi anları da midemize kramp sokacak kadar kahkaha dolu... Yerlerimizden kalkıyoruz, sandalyelerimizi düzeltip çıkıyoruz. Yine hemşire odasına... Ama ben “O”nunla konuşmak istiyorum. O’na nasıl etkilendiğimi belli etmek istiyorum. Başka bir odaya geçmek üzere yerlerimizden kalkmışken odanın kapısında onu görüyorum, yaklaşıp yanağını okşuyorum, “Sen çok akıllı bir kızsın, bunu sakın unutma.” diyorum. Gülümsüyor sıcacık ve teşekkür ediyor. İçim ferahlıyor. Nazlı’yla bakışıyoruz, yine aynı şeyleri düşünüyoruz... Günümün bundan sonraki kısmı pek de önemli değil. Çıkışta gidip sahilde Ester Hoca ve Nazlı’yla çay içip simit yedik. Belki de özgürlüğümüzü farkettik. Güneşe özgürce bakmanın ne demek olduğunu anladık. Havadan, sudan, okuldan, evlilikten, gelecekten konuştuk. Ama aklım hastanedeki o birkaç saniyedeydi. O’nun yanağını okşadığım saniyeler... Kendime yine şaşırdım. Salona ilk girdiğimde yüzümdeki gülümseme nasıl beklemediğim bir şeyse, bu da öyleydi. İçimden gelerek yaptığım bu hareket, aramda onunla kurduğum bağı böyle belli etmem, farklı bir boyut kazandırmıştı olaya. Akıllılıkla “delilik” arasında bir hiyerarşi kurmuştum sanki. Her insanla arasında mesafe tutan ben, sadece 5 yaşında bir küçük çocuğa yapacağım bir hareketi benden belki de sadece 3-4 yaş küçük bir genç kıza yapmıştım. İçimden coşup gelen o sevgi, beni utandırdı sonrasında. Neden yaptığımı da bilmiyorum hâlâ. Bildiğim tek bir şey var, O’nu ve o gülümseyen gözlerini ömrümün sonuna dek unutmayacağım... Akıl bir pamuk ipliğine bağlı, belki ufacık bir şeyle kaçıp gidecek; ama ruhumuz yerinde, sapasağlam... Hisseden de o, mutlu olan da, üzülen de... Umarım seni kırmamışımdır güzel kız... Umarım benim aklıma gelenleri düşündürmemiştir ellerim sana...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nazlı usta, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |