Düşgücü güzelliği, adaleti, mutluluğu yaratır. -Pascal |
|
||||||||||
|
Geçtiğimiz Salı günü okulumda bir konferans düzenlendi. Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı ( OBİV ) ile yakın ilişkide olan bölümüm, yine ortaklaşa bir konferansa daha imzasını atıyordu aslında; çekici bir yanı yoktu benim için. Özellikli olmasında tek sebep vardı, konferansla ve yurtdışından gelecek konuklarla, bölümde en yakın olduğum hocalarımdan Ester Ruben ilgileniyordu. Ester Hoca ile ne zaman olduğunu bilmiyorum ama arkadaş gibi olduk artık. Yaptığımız neredeyse her şeyden haberdar ediyoruz birbirimizi. Ben yazdığım bir şeyler olduğunda götürüp okutuyorum hemen, o bir düzenleme olacaksa fikrimi alıyor. Sınıf içinde belli olmayan bir kalıpla öğretmen-öğrenci oluyoruz; ders bitip kapıdan çıkınca da birlikte odasına gidip kahve içebiliyoruz. İşte Salı gününde de Ester Hoca’ya destek olmak için toplantıya katılacağımı söylemiştim, önceden ayarlamıştık her şeyi. Program sabah 10’da başlayacaktı. Sabah dersim olduğu için de ben öğle yemeğinden sonraki oturuma katılacaktım. Biz günün ilk saatlerinde sınıfta Türkiye’nin neoliberal politikalarını tartışırken, oditoryumda bir “Kürdistan” problemi patlak vermiş. İlk oturumun konuşmacılarından biri Lübnanlı bir gazeteci, biri İsrailli bir profesör, diğeri ise Ürdünlü bir doçentmiş. Küridstan’a Kürdistan diyecek miyiz, oranın adı aslında nedir üzerinden başlayan, Cengiz Çandar ile alevlenen ve salondaki askerlerin yorumlarıyla dallanıp budaklanan bir hal almış tartışma. Orada bulunmadığım için bunları sonradan öğrendim. Konuşmacıları dinlemediğim için de kimin kim olduğunu bilmiyordum tabi, nerden geldiklerini de... İkinci oturum öğleden sonra 3 gibi başladığında tarif edilemez bir sıkıntı da bende başladı doğrusu. Hayatımda gördüğüm en garip konferanslardan biriydi, hiç hoşlanmadım. Salona girip çıkanlardan, sürekli arıza çıkaran mikrofonlardan, ve arkamda oturup kendi kendine mırıldanan yabancı adamdan hiç mi hiç hoşlanmamıştım. İlgimi toparlayabildiğim tek aralık, Mısır’dan gelen Amerikalı prfesörün konuşması kısmı oldu. Zaten gariptir ama bir tek Amerikalıların ve İngilizlerin İngilizcesini anlayabiliyorum. Hele bir Ortadoğu konferansında o Ortadoğulu İngilizce aksanlı konuşmalar düşman başına... Neyse şükür ki çok uzamadan konferans bitti. Ester Hoca beni hemen akşam misafirlerle gidilecek yemeğe çağırdı. Ben de kabul ettim. Her şey çok hızlı gelişti. Misafirleri alıp otellerine götürdük, onlar biraz dinlendikten sonra da tekrar alıp yemek yenecek restorana geçtik. Dört misafirimiz vardı ve biz üç öğrenciydik. Asansör geldiğinde önce karı koca olanlar hareketlendiler, ardından da oditoryumda mırıldanıp bana işkence eden beyefendiye elimle işaret ettim ve bir de refakatçi olarak ben bindim. Her şey 5. kata çıkana kadar geçen zaman içinde, 1.5 metrekare var yok bir alanda gerçekleşti. Sonradan kendimi gecenin safı ilan ettim. Karı koca’ya dönüp “Siz İsrail’den gelmiştiniz değil mi?” dedim. Bir hızla cevabım yapıştırıldı garip bir surat ifadesi ve soğuk bir sesle: “Hayır biz Beyrut’tan geldik.” O anda da diğer mırıltılı bey “Ben İsrail’den geldim.”dedi bir gururla. Doğrusu ne olduğunu tam anlayamadım, sanki garip bir fırtına esti bir anda o küçücük alanda. Tamam, İsrail ve Lübnan arasındaki gerginlik su götürmez; ama bu derece soğukluk estireceğini de tahmin etmezdim. “Pardon ben karıştırmışım, çok özür dilerim.” dedim ve gülümsedim. Ardından suratım nasıl bir hal aldıysa Beyrut’tan gelen hanım gülmeye başladı. Allahtan o arada 5. kata geldik ve ben de rahat bir nefes aldım. Gece boyu inanılmaz eğlendim. Masadaki en değerli yere oturdum. Uzuuun masanın başına, evsahibi, OBİV’in başkanı, emekli büyükelçi Güner Öztek’in yanına... Bütün gece biz kendisiyle 1950lerden başlayan bir Türkiye Tarihi gezisi yaparken, masanın diğer tarafında ise Ortadoğu sohbeti sürmüş. Bugün Ester Hoca’yla birlikte gecenin kritiğini yaptık. “Biliyor musun Mr. Nawfal ( Beyrut’tan gelen gazeteci bey ) bana ne anlattı? Lübnan’da bir yasa çıkmış, hiçbir Lübnan vatandaşı bir İsrailli ile aynı organizasyonda bulunmayacak denmiş.” dedi. Yani Mr. Nawfal, İsrailli profesör ile aynı konferansa katıldığı için ülkesine döndüğünde yargılanabilirmiş. Bunu öğrendiğimizde, ki bu tip yasalar Ortadoğu’da bilimum devlette çıkarılmış zaten, bize hiçbir haber vermeden gezilerini iptal eden Suriyeli ve İsrailli diğer hocaların neden gelmediklerini de anlamış olduk. Bu ayrıntı bilgiyi aldığım anda kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü. İşi bu derece ciddiye bindirmiş bir Lübnan Devleti vatandaşına ben “İsrailli misiniz?” diye sormuştum. Bunu Ester Hoca ile paylaştığımda ağlanacak halimize güldük iki saat. Bu gafım umarım hayatımın sonuna kadar yaptıklarımın en büyüğü olarak kalır. Şimdi o 1.5 metrekarede estirdiğim rüzgârın sebebini çok daha iyi anlıyorum ve Ortadoğu’yu hâlâ sevmiyorum :)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nazlı usta, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |