"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Hazan ve gece, hayatın hüznü aksettiren gri yanıdır. Bu zaman dilimlerinde hüzün nöbetleri belleğimizi çepeçevre kuşatır. Sonbahar hatıralara neşter vururken, gece; aydınlık ufuklardan göz kırpan umutların önüne perde olur. Söz sükûta teslim olur kızıl şafaklarda. Hazanla beraber gökyüzünün gülümsemesi, yerini asık ve ekşi bir surata bırakır. Mavilikler diriliğini yitirir gökkuşağında. Boşlukta kaybolur geleceğin aydınlıkları. Acılar, ayrılıklar, kayboluşlar ve ölümler yansır hazanın hüzün aynasına. Dert harmanı göğe değdirir kara başını. Ayaklarımız toprağa değdikçe alnımızın ateşi diner; yüreğin şişi iner. Kara bulutlar tuval olur esrik duygularıma. Ben her sonbaharda ölürüm, ölümsüzlüğe kanatlanarak… Kışlar kar olup üzerime yağar. Hüzünler çığ gibi ağırlaşıp ezer cılız bedenimi. Gurbetteki ruhum sılaya varıp hesaba durunca nereye düşer gölgem? Ruhun acılar zincirine yeni halkalar ekleyen hazan, yine yapacağını yapıp hüzün coğrafyamızı karanlığa gömer. Ah hüzün, gönlümün davetsiz misafiri!… Yüreğimin kapılarını sıkı sıkıya kilitlesem de sonbaharın kanatlarına tutunup bacadan girersin gönül malikâneme. Ne kadar değiştirsem de güzergâhımı, bütün kavşaklarda sana giden yol düşer payıma. Vuslat şiirlerinin üstüne kâbus gibi çökersin. Ama hakkını yemek de istemem, zira ilhamımı beslersin tıka basa. Sonbaharın acılı yüzü, yere düşen yapraklarda gösterir derin çizgilerini. Bulutlar boşaltır gözyaşlarını toprağın derin çatlaklarından içeri. Aşk damlacıkları acıklı yüzüyle düşer gönül imbiğinden gamzeli yanaklara. Ateşin damlaların sıcaklığı yakar buz dağlarını bile. Ten erir bir mum misali her gece yarısı sabır nöbetlerinde. Aydınlıklar zor çıkar sabaha… Sonbaharda güneş saklar gülen yüzünü ve dost sıcaklığını… Sonbahar yağmurları altında ağlayanların gözyaşları belli olur mu hiç? Kavurucu giryelerle birlikte toprağa düşer mi tenin ateşi? Sevda kervanları varır mı menzile seher vakitlerinde? Hasret terennüm eden şarkılardan bîzâr olur yaralı gönül… Hazanla birlikte kaybettiklerimiz yaz başlarında döner mi geriye? Bekleyiş yerini vuslata bırakır mı dersiniz? Uykusuz geceler sabaha varınca yüreğin acıları diner mi? Yoksa yeni bir intizar nöbeti nâr içine mi düşürür düşlerimizi? İlk ve son teşrin doğumla ölüm arasındaki ince çizgiyi belirginleştirerek kaderin kedere dönüşünü hızlandırır. Tecelliler kader aynasına düşünce bizi ellerimizden tutarak solgun hatıralara götürür. Sevgi urganı uçurumun kenarında boğazımıza değil de, bileğimize sarılıp, elimizi kavrarsa hayata tutunmanın doyumsuz hazzını tadarız gönül diliyle. O zaman hazanın hüznü neşeye dönüşür ruhun sermest günbatımlarında. Yaşam bir ganimet olur ömür heybemizde. Buz gibi sabahlarda gönül şöminesinin alazlarında ısıtırız üşüyen duygularımızı. Siyah beyaz fotoğraflar, çocukluğumuzun günahsız atmosferine götürür kirlenen hissiyatımızı. Çocuk düşlerimizin masumluğunda hayata, kaybettiği derin anlamı iade ederiz. Her sonbahar yaşlı gözlerim acının resmini çizer uzak iklimlerde bıraktığım sevgi tuvallerine. Tek renk hâkim olur resimlerin gizli diline. Ürpertilerim dağ başlarında çadır kurar, hüzünlerime komşu olurlar. Kanım damarlarımda donmamak için zor dayanır. Yürek talan edilir sevgi ve muhabbet eşkıyalarınca. Destursuzca girilir kalbim haremine. Geçmişimi boyar acemi bir ressam renklerin en siyahına. Anılar gömülür toprağın derinliklerine. Zaman akıp gider bir ab-ı hayat misali göz pınarlarımdan. Ağaçların eteklerine düşen sapsarı yaprakları niçin hemen toplar temizlikçiler?... Niçin yaşatmazlar bize hüznün acı lezzetini? Acıları yaşamadan yürek nasıl metin olur? Demiri dayanıklı kılan ateş değil midir? Yine bir sonbahar yangınının seherinde düşlerim ve uykularım perişan… Sonbahar hüzün sağıyor sabrın pörsümüş memelerinden. Kentin kaybolan ruhunu bulmak için düşmüşüz yollara… Darmadağın hayaller gecenin saçlarına tutunuyor. Teselli vermiyor dünden arda kalan kırık dökük altın sarısı hatıralar… Endişeler yuva yapıyor belleğimin en tenha köşelerinde. Yapraklarla birlikte neşemiz de düşüverdi çamurlu yollara. Ümitlerse aldı başını gitti açık denizlere… Şimdi sevgilinin ürkek bakışlarında dağılıyor efkârımız…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.NİHAT MALKOÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |