..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Özcan Nevres




8 Mayıs 2001
Dilinin Belası  
Özcan Nevres
Köy Enstitüsünden sağlık memuru olarak mezun olduktan sonra atandığı köyde hemen göreve başladı. Köylülerin buldukları bir eve yerleşti. Köyün geniş bir bahçesi vardı. Bahçe ola bildiğince bakımsızdı. Bahçe içindeki kuyunun suyu oldukça yakındı. Kuyudaki


:CFAF:
Köy Enstitüsünden sağlık memuru olarak mezun olduktan sonra atandığı köyde hemen göreve başladı. Köylülerin buldukları bir eve yerleşti. Köyün geniş bir bahçesi vardı. Bahçe ola bildiğince bakımsızdı. Bahçe içindeki kuyunun suyu oldukça yakındı. Kuyudaki tulumba bakım görmediğinden köselesi kurumuş ve klapeside iş görmeyecek kadar eskimiş olduğundan kuyudan su çekemiyordu.Köy Enstitüleri çok yönlü eğitim verdiğinden, daha öğrencilik yıllarında günlük hayatta gerekecek bazı aletleri satın almış ve bunları kendi eliyle yaptığı bir tahta sandığa yerleştirmişti. Takım çantasından kurbağacık ile penseyi çıkarıp aletlerin yardımıyla tulumbayı vidalı yerlerinden söktü.
Kasabada Perşembe günleri Pazar kurulduğundan, köyden kasabaya giden çok oluyordu. Gece, tulumbadan söktüğü klape ve suyu emen köseleyi yanına alarak köy kahvesine gitti. İçeri girdiğinde kahvede oturanların tümünü selamlayarak, gidip muhtarın oturduğu masaya oturdu. Elindekileri masanın üzerine bıraktı. Muhtar,
Hayrola Ekrem, ne bunlar böyle,
Muhtar etme gözünü seveyim, bilmez gibi bir de soruyorsun.
Yahu Ekrem, ben nereden bileceğim bunun ne olduğunu?
Muhtar senin evinde tulumba yok mu?
Tulumbasız ev olur mu be Ekrem?
Öyleyse ne soruyorsun? Yoksa senin tulumbada hiç bozulmaz mı bunlar.
Yahu Ekrem sen bana, bağ ve pamuk arası nasıl sürülür? Atlar işe nasıl koşulur, bunları sor. Süt sağmak, tulumba onarmak benim dahiliye vekilinin işi. Ne etmeye getirdin bunları?
Yarın kasabanın pazarı. İş yapacak birine verelim bunları. Aynısından alı versin.
Yarın benim birader pazara mutlaka gider. O iş bitirmeyi de sever. Ona verelim alsın. Hele sen ne içeceksin bi yol onu söyle. Araya laf girdi. Sormayı unuttum.
Orta bir kahve içerim. Muhtar,
Kahveci!! İki orta kahve Getir, deve batmaz olsun dedi kahveciye. Kahveleri getiren ayakçıya masanın üzerindeki parçaları verdi.
Bak benim birader orada dipte oturuyor. Bunları ona ver. Bizim sağlıkçının olduğunu söyle. Aynısından yarın alı versin. Ayakçı,
Baş üstüne muhtar ağa diyerek parçaları alıp götürdü.
               ***
Muhtarın kardeşi Salih pazardan erken döndü. Kasabadan aldığı parçaları, muhtarlığın bitişiğindeki sağlık memuru ve ebe için ayrılmış odaya götürdü. Ekrem,
Hoş geldin Salih, sana zahmet oldu. Kaça aldın bunları?
Ne parası be sağlıkçı? Kırk yılda bir işin düşecek, ona da para mı olur?
Olur, olur. Sen bunları bedava almadın.
Para için sakın üsteleme, yoksa alır geriye götürürüm.Hem sen bunları nasıl takacaksın?
Söktüğüm gibi.
Etme be sağlıkçı. Bu işler erbap işidir. Bu namussuz tulumbalar, iğne deliği gibi bir yerden hava alsın, suyu, öldür Allah çekmezler. Cebinden küçük bir paket çıkardı.
Bak sen bundan istemedin ama ben aldım. Belli ki sen hiç tulumba tamir etmemişsin. Hadi gidelim de şunu beraber onaralım. Bekçiye sağlıkçının evine gittiklerini, arayan olursa oraya göndermesini söylediler. Salih eve giderken gerekir diye yerde bulduğu kiremit parçalarından birkaç tanesini aldı.
Kuyunun yanına vardıklarında Salih,
Çekiç var mı diye sordu?
Var tabi.
Al gel. Küçük paketi açtı. İçindeki kuyruk yağını çıkarıp taşın üzenine koyup iyice ezdi. Üzerine kiremit parçaları koyup kiremitleri yağla birlikte iyice ezdi.Hazırladığının bir kısmını tulumbanın takılacağı demirin üzerine yaydı. Demir ağırlıklı klapeyi üzerine yerleştirdi. Kalan eziği köselenin üzerine yaydı. Tulumbayı delikler denk gelecek şekilde yerleştirip vidaları taktı. Boşluklarını aldıktan sonra, yumuşak bir şekilde sıktı.
Bak Ekrem bey, bu vidaları fazla sıkarsan, tulumba döküm olduğundan kolayca kırılır. Buna kaynakta olmaz. Yenisini almak zorunda kalırsın. Kolun vidasını söküp köseleyi yerleştirdikten sonra vidayı sıktı. Köseleli kısmı tulumbanın içine sokup destek vidasını deliğinden geçirip somununu taktı. Hadi bakalım Ekrem bey, az su al gel. Ekrem evden getirdiği testiden tulumbaya su döktü. Salih’in kolu birkaç kez kaldırıp indirmesiyle tulumbadan gürül, gürül su akmaya başladı.
Ooo Ekrem bey, bu su ne böyle? Sen bu su ile koca bir bahçeyi sularsın. Su yakın olduğu için yormaz bu kol insanı. Ekrem,
Eline sağlık,hadi bakalım Salih ağa, kahvehaneye gidip kahvelerimizi içelim. Nasıl olsa saat beşe geldi. Rahat rahat otururuz.
               ***
Ekrem mesai saatinin bitmesini iple çekerdi. Mesai biter bitmez evine gider, evin geniş bahçesini beller ve tarhlar hazırladı. Bütün tarhları kışlık sebzelerle doldurdu. Tarhların birinde açtığı tavaları önce suya doyurdu. Sonra da maydanoz, dereotu, roka ve tere tohumlarını ayrı tavalara serpti. Üstlerine toprakla karıştırdığı yanık gübreleri eledi. Gece kahveye gittiğinde muhtarın Kardeşi Salih oturduğu yere davet etti kendisini.
Gel bakalım gel, koca bahçıvan. Ne bu yahu, bir bahçedir tutturdun. Yüzünü görene aşk olsun. Neler yaptın bu gün?
Tarhların birine dört tava yaptım. Her birine tere, dereotu, maydanoz ve roka diktim.
Roka ve tere nazlanmaz hemen çıkar ama, maydanozla dereotu çok nazlanır. Hele maydanoz ya çıkar ya çıkmaz.
Çıkar, çıkar. Sen hele dikmesini bil.
Ne yani bizim diktiğimiz maydanozların çıkmaması dikmesini bilmediğimizden mi?
Tabi ki bilmediğinizden. Siz tavaya tohumu serptikten sonra tırmıkla karıştırıyorsunuz. Tırmık kimilerini derine gömüyor, kimilerini de dışarıda bırakıyor. Bu yüzden diktikleriniz bozuk çıkıyor. Kimi yerleri boş oluyor. Kimileri ise ola bildiğince sık.
Peki sen nasıl yapıyorsun?
Sen yer hazırlıyordun. Tohumları attın mı?
Tava hazırlamayı bu gün bitirdik. Yarın gidip tohumları atıp tırmıklayacağız.
Yarın Pazar. Ben de geleyim sizinle. Suyumuz var değil mi?
Ne yapacaksın suyu? Sulayıp dikersek o tohum kaymağı nasıl kırar?
Ben yarın sana nasıl yapacağını öğretirim. Yarın bahçeye bir kalbur getirmeyi unutma.
O ne işe yarayacak?
Yarın öğrenirsin.
Ülen. sağlıkçı, başımıza bahçıvan kesildin be.
               ***
Ertesi gün beraberce Salih’in bahçesine gittiler. Su kuyusundaki su dolabına atı koştular. Tavaları suyla doldurdular. Suyun emilmesini beklerken, bire bir gübreyle toprağı karıştırdılar. Suyu emmiş olan tavalara Salih tohum serperken, Ekrem tohumların üzerine toprak gübre karışımını eledi.
Bir hafta sonra Salih arkadaşlarına Ekrem’in metoduyla maydanoz ve dere otlarının kılavuz verdiğini, diğerlerinin ise tavaları tamamen örttüğünü anlatıyordu. Üstelik çıkanların aynı sıklıkta olduğunu söylüyordu. Hele bi gelsin o, iki eline birer kahve söyleyeceğim.Ben, sen ne anlarsın bahçeden demiştim ona. Meğer ben bilmiyormuşum bahçe işini. O sırada Ekrem kahvehaneye girdi. Masadakiler hep birlikte ayağa kalkıp,
Gel bakalım büyük bahçıvan. Gel de bize de öğret bu bahçıvanlığı. Hemen orta kahvesini söylediler. Keçici Kazım,
Ülen sağlıkçı, ne biçim iş bu. Salih ağamıza çok değişik bir dikim öğretmişsin. Tohumlar kısa zamanda tavayı örtmüşler. Üstelik te eksiksiz çıkmışlar.
Siz sulamadan dikiyorsunuz. Tohum çıkması için gereken tavı bulamıyor. Çıkmak için yağmurları bekliyor. Yağmurun kararı olmuyor. Azı da çoğu da zarar. Zaten bir kısmını tırmık bozuyor. Kalanını da yağmur. Kuşlar cabası. Benim diktiğimde ise şansa bırakılmış bir şey yok. Siz bir dekardan ne kadar domates alıyorsunuz?
Ne dekarı?
Siz dönüm diyorsunuz, biz dekar. İkisi de aynı kapıya çıkar. Hadi söyleyin bakalım, bir dönümden kaç ton domates topluyorsunuz.
İki bilemedin üç ton.
Sizin diktiğiniz yerden ben sekiz on ton alırım.
Atma be sağlıkçı. Ne len bu. Tarladan taş mı topluyorsun.
Hayır domates topluyorum.
Nasıl oluyor bu?
Seneye burada olursam size onu da öğretirim. Ama ben yinede nasıl olacağını anlatayım. Bizimki memuriyet. Bu gün burada, yarın kim bilir nerede oluruz.
He ya dediler. Doğru söylüyorsun.
İyi ama bu öğreti size pahalıya mal olur.
Kaça mal olur?
Yahu ağzımız kurudu. Ha bire bedava konuşturuyorsunuz beni. Çayları ben söyleyeceğim ama malum ay sonu. İncelerin Mehmet,
Ülen sağlıkçı, çayın lafı mı olur. Hemen kahveciye çay getir diye işaret etti. Ekrem anlatmaya başladı.
Siz domatesleri ikinci çapada yatırıyor musunuz?
Yooo
İşte sizin az ürün almanızın nedeni burada yatıyor. Domatesler ikinci çapadan sonra diz boyu olurlar. Yeriniz azsa yatırma işini çapa ile yaparsınız Domates kökeninin arkasındaki toprağı çeker oyarsınız. Domatesin gövdesini bu çukura yatırırsınız. Üstüne yumuşak nemli toprak çeker, çapayla güzelce sıkıştırırsınız. Domatesin çok az bir kısmı dışarıda kalır. Yeriniz çoksa aynı işlemi sabanla yaparsınız. Sabanla domates fidelerinin arkasını oyarsınız. Dönüşte saban kulağının kaldırdığı topraklar gövdenin üzerine yığılır. Sabanın arkasından gelen bir kişi, çok gömülmüş olanların üzerindeki toprağın bir kısmını kaldırır. Bu gömülen gövdeler, kısa zamanda kök atar. Buda hızlı büyümesini ve bol ürün vermesini sağlar.
Doğru ülen sağlıkçı. Mantığa uygun.
               ***
Kışa doğru yaz günlerinde yetiştirdiği domates, patlıcan ve biber fidanlarını en çok güneş alan bir tarhın içine dikti. Kasabadan getirttiği morelyelerle tarhın üzerine bir iskelet kurdu. Yapacağı iş için sergi naylonu da getirtmişti. Tek başına iskeletin üzerini kapatmak çok zor olacaktı. İşi ertesi güne bıraktı. Gece kahvehanede masa arkadaşlarına,
Yarına işi olmayan var mı diye sordu? Arkadaşlarından Recep,
Benim işim yok. Hayrola hayırlı bir iş mi var?
E... söyle bakalım, köyümüzün hangi şanslı kızı bu?
Ne kızı be arkadaşım? Benim evde yapılacak bir işim var. Tek başıma çok zor olacak. Bu yüzden bana bir yardımcı gerekli.
O işe de yardımcı oluruz da, iş önceki dediğim iş olsaydı sevindirirdi bizleri. Hiç olmazsa ömür boyu köylümüz olurdun.
Yahu Recep ağa, benim etim ne, butum ne. Küçük bir devlet memuruyum. Kendime zor yetiyorum. Birde kambur mu yükleyeceksiniz sırtıma.
Ne kamburu be sağlıkçı? Maşallah evde radyo var. Buzdolabı da almışsın. Tüplü ocak ta almışsın geçende. Ne kaldı geriye? Senin evinde olanlar ancak köyümüzün en zengininin evinde var. Yatak yorgan desen o da var. Ne kaldı geriye. Bir tek avrat. Hadi gari, erken kalkan yol alır. Eh de bu işe de hemen köyümüzden bir kızla evlendirelim seni Muhtarın kardeşi Salih,
Ülen Recep, senin dilinin altında bir bakla var ama, ha bire geveliyorsun. Çıkar şu baklayı ağzından. Hangi kızı layık gördün sağlıkçımıza.
Ben yarın ona söylerim. Siz meraktan çatlaya koyun.
Ertesi gün Recep ağa doğruca sağlıkçı Ekrem’in evine gitti. Ekrem sergi naylonunu bir tarhın yanına uzatmış, yardımcısının gelmesini bekliyordu.
Hoş geldin Recep ağa. Hadi bir el at bakalım, şu örtüyü barakanın üzerine çekelim. Birer ucundan tutup kaldırdılar. Örtüyü barakanın öbür tarafına kadar çektiler. Naylon örtüyü çıtalarla barakanın üzerine sabitlediler. Dar tarafları havalandırma için boşta bıraktılar.İş bitiminde
Sağlıkçı be, ne olacak bu örtü burada?
İçindekileri soğuktan koruyacak.
Koruyup ta ne olacak?
Kara kışta taze sebze yiyeceğim.
Hadi be sağlıkçı, kış aylarında sebze yetişir mi? Sen iyiden iyiye benimle kafa buluyorsun.
Hele kış bir gelsin. Yetiştirdiklerimi beraberce toplar yeriz.
İnşallah derim ama, yine de benim aklım bu işe yatmadı.
Sen cam altında hiç fidan yetiştirmedin mi?
Çooook.
Senin o fideliğinden ne farkı var bunun?
Doğru ya.
                    ***
Kış geldiğinde Sağlıkçı Ekrem’in yetiştirdiği sebzeler tüm köylüleri hayrette bırakmıştı. Köylülerin bir çoğu, köylerinde ilk kurulan bu serayı görmeye geliyorlardı. Merakla soruyorlardı,
Aynısını biz de yapsak olur mu diyorlardı.
Olmayıp ta ne olacak. Bizi köy enstitülerinde boşuna mı okuttular. Önümüzdeki yıl orman idaresinden seracılık için kerestelik odun tahsisi istersek, orman idaresinin vereceği tomrukları biçtiririz. Seraları tomruklardan elde ettiğimiz morelyelerle inşa ederiz. Artıklarını, çok soğuk geçecek günlerde ısıtmada kullanırız.
Ertesi yılın ilk baharında muhtara bir ihtiyaç belgesi hazırlattılar. Yaz başlangıcında tomruklar geldi. Traktör arkasına bağlana bilen bir pule aracılığıyla çalışan bir eski hızar bulup köye getirdiler. Onu sağlam bir yere betonladılar. Orman işlerinde çalışmış olan Hatiplerin Mahmut, hızarın başına geçerek ağaçları biçmeye başladı. Zamanı uygun olanlar da kendisine yardım ediyorlardı. Elde edilen morelyeler hemen tarlalara taşınarak, seranın ağaç iskeletini kurmaya başladılar. Traktörleri olanlar çevredeki koyun ağıllarından satın alınan gübreleri taşıyorlardı.     Taşınan gübreler, iskeleti tamamlanan tarlalara kalın bir tabaka halinde serildikten sonra bellenerek toprağa karıştırılıyordu. Belleme işi bitenlerde ise dikim için gerekli arıklar açılıyordu. Bu sera işi gündeme gelmeden önce herkes sadece kendi yaptığı işi biliyordu. Oysa şimdi tüm seralar sıra ile işlenerek hazırlanıyordu. Tüm seralar tamamlanıp dikim iş bittikten sonra örtü için gereken sera naylonlarını satın aldılar. Havalar serinleyince naylon örtüler seraların üzerine çekildi.
Soğuk geçen gecelerin sabahında sera sahipleri merakla seralarına gidip soğuğun olumsuz etkisinin olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Bu ara çobanlar köylülerin göz bebeği olmuştu. Zira en doğru hava tahmin raporlarını onlardan alıyorlardı. Kış yumuşak geçtiğinden seralarda kullanmak üzere satın aldıkları talaş sobalarına gerek duyulmamıştı.
Kahvehanede derin bir sohbet vardı. Ürün hasatı için gün sayılıyordu. Tek tük kızaran domatesler vardı. Muhtarın Salih,
Ekrem bey, benim anlayamadığım bir şey var. Nasıl oluyor da bu seraların içi bu denli sıcak oluyor.
Sera örtüsü olan naylonun özelliği güneş ışınlarını iyi geçirmesi. Toprağın içinde bol gübre var. Toprak ısınırken gübrelerde kızışıyor. Bu da seranın içinde yaz sıcağına yakın bir sıcaklık oluşuyor. Naylon hava geçirmediği için, sıcaklık uzun süre içeride hapis oluyor. Soğumaya fırsat kalmadan güneş doğuyor ve kaybolan sıcaklık yeniden kazanılıyor. Çok soğuk olursa naylon örtüde oluşan su damlaları buz tanecikleri halinde ürünün üzerine düşer ve hasar yapar. Yapraklar ve ürün üzerinde kara lekeler yapar. O lekelerin oluşmasını önlemek için seranın içinde soba yakılması gerekir.
Ekrem bey siz nerede öğrendiniz bunları?
Ben Köy Enstitüsü mezunuyum dedim ya size. Bizi orada çok yönlü yetiştirdiler. Sizler Köy Enstitüleri kapatılırken bayram yapmıştınız. Halkın kalkınmasından korkanlar, okulumuzu kominist yuvası diye karalayarak kapatılmalarını sağladılar. Tümü birden
Deme yahu, deseniz ya biz iyi kazıklanmışız.
                    ***
Hasata hızlı girdiler. Alıcı hızlı. Gelir ise oldukça yüksekti. Köylü sağlık memurlarına büyük saygı gösteriyorlardı. Köyün ileri gelenleri
Ne yapsak ta bu değerli adamı köyümüzden kaçırmasak diyorlardı. Kız verelim dedik istemedi. Arazi verelim dedik istemedi. Üstelik yaptıklarının karşılığında da hiçbir şey istemiyor. Bu durumda yapa bileceğimiz tek şey buradan başka tarafa tayin edilmemesi için dua etmek.
                    ***
Köye yeni bir ebe atandı. Uzun boylu, ince yapılı, esmer ve oldukça güzel bir kızdı. Ekrem hoş geldin diye uzattığı elini tutan kızın elinden elini ayırmak istemiyordu. İçinden sım sıcak bir şeylerin aktığını hissetti.
Kız insanın içini yakan bir sesle
Hoş bulduk Dedi.
Ben köyümüzün sağlık memuruyum. Uzun zamandır ebe tayin edilmesini bekliyorduk. Sizin gibi bir hanımın tayini beni çok sevindirdi. Köyümüz insanları çok can insanlar ama, meslektaş arkadaşlığı çok daha güzel. Buraya tayin olduğumdan beri ilk defa bir meslektaşım ile birlikte çalışacağım. Önce size bir ev bulalım. Ev buluncaya kadar benim evde kalırsınız. Ben konuk odasında kalırım. Ev ayarlamamız uzun sürmez. Belki bu gece bile size ev bulurum. Köylü akşama tarlalardan döner. Geceleri kahvehanede toplanıyoruz. Çocukları için ev yapıp boş tutanlar var. Onlardan birini tutarız. Benim hatırımı kırmak istemezler. Size iyi bir ev bulurum.
Çok memnun oldum. Siz rahatsız olmasaydınız. Nasıl olsa muhtar ev işini hal eder. Hem annem bu işe ne der?
Çok af edersiniz efendim Size hoş geldiniz demekte geç kaldım Ne olursunuz teyzeciğim kusuruma bakma.
Estağfurullah oğlum. Neden kusuruna bakayım?
Gece doğumlarında bana haber verirsen beraber gideriz doğuma. Ne olur ne olmaz. Bakarsın köyün delikanlılarından biri çılgınlık yapmaya kalka bilir.
Yardımınıza şimdiden teşekkür ederim.
Hadi şimdi sizi kalacağınız eve götüreyim. Eve vardıklarında, genç ebe Nebahat evin bahçesine hayran olmuştu. Sokak kapısından eve kadar olan yolun iki yanında güller renk renk açmışlar. Doyumsuz bir güzellik sergiliyorlardı. Baharla birlikte yeni dikilen sebzelerin yeşili henüz toprağı örtmemişti.Toprak rengiyle yeşil tam bir uyum içerisindeydiler.
Ekrem bey bu bahçe de sizin mi?
Evet benim efendim.
Annem de ben de bayılırız böyle bahçeli evlere.
Bahçe sizin efendim. Ne zaman isterseniz gelirsiniz. Burayı da kendi eviniz sayın. Biz zaten burada evlerde kilit bilmeyiz. Herkesin kapısı açıktır. Evin içini gösterdikten sonra izin isteyerek ayrıldı. Geceyi konuk odasında geçirecekti. Akşam iyice yaklaşmıştı. Köyün bakkalları, ekmek arası sucuk ve kaşar yapıyorlardı. Ara sıra bunlardan birine uğrar, biri iki tek atardı. Bakkal dükkanına girdi. Bakkala,
Ver bakalım benim nevaleyi dedi. Bakkal ekmek arası sucuğu verdikten sonra bir bardağa doldurduğu rakıyı sotadaki masanın üzerine koydu. Boş bir bardak ve bir şişe suyu da rakının yanına bıraktı.
Hadi bakalım başla demlenmeye. Bakalım bu yalnız hayata daha ne kadar dayanacaksın. Duyduğuma göre köyümüze atanan ebemiz çok güzelmiş. Köyümüzün kızlarından hiç birini beğenmedin. İnşallah bu senin aklını çeler de bu rezil bekarlıktan kurtulursun.
Etme Allah’ını seversen Mehmet efendi. Ben bekarlığımdan memnunum. Kızcağız daha bu gün geldi. İşe başlamadan dillendirmeyin kızın adını.
Kızma be Ekrem bey, biz seni çok severiz. Hani dedim ki madem kız güzel. Eh sende yabana atılacak bir delikanlı değilsin. Aptala malum olur derler. Öyle geçti içimden. Sizin iyi olmanızı istemeyenin gözleri kör olsun. Az hizmetin geçmedi köyümüze. Hepimizin gözlerini açtın. Sayende hepimizin kazancı, eskisinden kat kat iyi. Evlenip burada kalmanız bizi çok memnun eder.
Mehmet efendi, kapat artık bu konuyu. Fol yok yumurta yok. Duyan da bir şey var zannedecek.
Meraklanma Ekrem bey, burada biz bizeyiz. Bir başkası olsa sana böyle takılır mıyım? İçkisini bitirinceye kadar konuşmadılar. Hesabı ödeyip kahvehaneye gitti. Kahvehaneye girdiğinde kahvedekilerin tümü kendisine gülerek bakar gibiydi. Sanki hepsi,
Hadi, hadi işin iş. Beklemene değdi. Bu güne kadar evlenmeyi düşünmüyorum diyordun. Bakalım bu güzel kıza dayana bilecek misin? Her zaman yaptığı gibi gidip Muhtarın Salih’in oturduğu masaya oturdu. Selamlaşma sırasında ocakçıya kahve yap diye işaret etti. Kahvesini yudumlarken Salih kulağına eğildi. Sen gelmeden önce seni konuşuyorduk.
Neden?
Ebemize görenler hayran kaldılar. Bizim sağlıkçı aptallık etmese de bu güzel kızı kaçırmasa diyorduk.
Salih, seni çok severim. Dostluğumuzun devam etmesini istiyorsanız, bir daha böyle bir şey duymayayım.
Tamam arkadaş, madem sen öyle istiyorsun öyle olsun. Sözü yine seracılığa getirdiler. Gece geç vakit dağıldılar.
Ekrem konuk odasına girdiğinde yatak ve yorgan çarşaflarının değiştirilmiş olduğunu fark etti.
Ulan muhtar senin kadar anlayışlı insana çok az rastlanılır. Ben kalacağım diye her tarafı dip temel temizletmiş. Soyunup yatağa girdi. Yatağa uzanır uzanmaz Nebahat’ın güzel yüzü gelip bir burgu gibi beynine saplandı. Ne yaptıysa onu beyninden çıkaramadı. Düşüncelerini yeni sezon için hazırlayacağı seraya kaydırmak istedi olmadı. Koyun saymayı denedi. Oda olmadı. Sabaha kadar Uyumadı.
Sabah önce bakkala gitti. Kaşar peyniri ve bir de ekmek aldı. Kahvehaneye uğrayıp kahveciye sağlık odasına bir duble çay göndermesini söyledi. Aldıklarını masanın üzerine açıp, getirilen duble çayla birlikte kahvaltısını yaptı. Az sonra ebe hanım geldi.
Günaydın Ekrem bey.
Günaydın Nebahat hanım. Kahvaltı yaptınız mı?
Yok yapmadım. Bakkala gidip eve bir şeyler aldım. Geç kalmamak için kahvaltı yapmadan geldim.
Bakkala gitmene ne gerek vardı? Dolapta her şey vardı. Rafta çay şeker de var.
Gördük onları ama, yinede bir şeyler alayım dedim.
Sen kahvaltı yapmadan gelmezsin diye düşündüm. Bu yüzden kahvaltımı yaptım. Peyniri de ekmeği de çok almıştım. Sana da yetecek kadar var. Ben sana bir duble çay söyleyeyim.
Yok zahmet etme. Annem çay hazırlıyor. Demlenince getirecek.
Annene niye zahmet ettiriyorsun? Kahvehane hemen şurada, yakınımızda. Ne zaman istesek hemen getirirler.
Olsun canım, kahvehaneden gelen çay evde yapılana benzer mi? Az sonra annesi çayla birlikte kahvaltılık ta getirdi. Daha iyi kaynaşmak için kahvaltısını yaptığı halde onlarla birlikte tekrar kahvaltı yaptı.
Gece yatağa girdiğinde dünkü geceyi uykusuz geçirdiği halde yine uyuyamıyordu. Olumsuz şeyler düşünüyorsun dedi kendine. O kız ola bildiğince güzel ve boylu poslu. Sense boy fakiri bir fukara. Gelenek olmuş erkek kadından uzun olacak diye. Sen bu boy fakirliğiyle vaz geç bu sevdadan. Uyumana bak. Böyle düşündü ama nedense bir türlü kafasından söküp atamıyordu bu güzel kızı.
Nebahat ilk gün yorgunluktan ve köy hayatını yadırgamaktan öte düşünecek hali kalmamıştı. Yatağa girer girmez hemen uyumuştu. Bu gece ise gözüne uyku girmiyordu. Ekrem takılmıştı kafasına. Kaşı gözü düzgün ve oldukça efendi bir insan. Ah biraz boyu uzun olsaydı ne olurdu sanki. Nedense aklından bir türlü çıkaramıyordu Ekrem’i. Mesleği mesleğime uygun. Herkes tarafından sevilen bir insan. Boyu biraz kısa olmuşsa ne olmuş yani? Gökten yıldız mı toplayacaklardı. Ne olursa olsun. Eğer kendisinden bir evlilik önerisi gelirse, nazlanmadan evet diyecekti. Bu düşünceyle rahatladı. Gözlerine bir ağırlık çöktü. Uyudu.
Kiralamak için köyün iyi evlerinden birini buldular. Eşya için acele etmiyordu. Zira Ekrem bahçesindeki çiçekler ve sebzelerin bakımı için evine geldiğinde onu mutlaka yemeğe alı koyuyorlardı. Bu da biri birlerine iyice kaynaşmalarına neden oluyordu. Bahçeye koydukları masada yemek yiyeceklerdi. Anne mutfakta yemek hazırlıyordu. Nebahat,
Ekrem bey evlenmeyi düşünmüyor musunuz diye sordu.
Düşündüm. Hem de çok düşündüm. Kısmetime hep köy kızları çıktı. Ben, bir meslektaşımla ancak mutlu ola bilirim diye düşündüğümden evliliği bir türlü gerçekleştiremedim. Burada kendimi işe verdim. İlçeye maaş almak için bile gitmez oldum. Maaşımı muhtara aldırtıyordum. Olmadı işte.
Nasıl bir eş düşünüyorsun. Belki benim dönem arkadaşlarından birini ayarlarız sana. Ekrem bu cümleyi nasıl söylediğine kendisi bile şaşırdı.
Sizin gibi birini. Nebahat şaşırmadı. Onun davranışlarından bu sözleri duyacağını tahmin ediyordu. Şaşırmış gibi yaparak,
Benim gibi biri mi?
Evet sizin gibi biri.
Doğrusu beni çok şaşırttınız. Beni beğendiğinizi hiç ummuyordum. Ekrem heyecandan boğulacak gibiydi.
Seni beğenmekten öte, senin için çıldırıyorum. Seni ilk gördüğümden beri uyku haram oldu bana. Elini Nebahat’ın elinin üstüne koydu. Eğilip dudaklarını Nebahat’ın ensesine koydu. Ensede gezen dudaklarını yana kaydırarak dudaklarını aradı. Nebahat karşı koymadı. Dudaklar biri birlerine kenetlendi. O sırada Nebahat’ın annesi elinde yemek tepsisiyle evden çıktı. Olanları fark edince geriye döndü. Biraz bekledikten sonra içeriden seslendi.
Nebahat! Hadi gel de yemekleri al. Nebahat,
Bırak artık beni. Bak annem beni çağırıyor. Koşar adımlarla eve gitti. Yemek sonrası anne kahve yapmak için eve gittiğinde Ekrem,
Nebahat, kahvelerimizi içerken annene seninle evlenmek istediğimi söyleyip seni isteyeceğim. Baban olmadığına göre, nasılsa kararı annen verecek.
Acele etmiyor musun.
Neden acele etmiş olayım. Aylardan beri biri birimizi yeterince tanıdık.
Ekrem, aylar önce kiraladığım eve taşınmakta neden ağırdan aldığımı şimdi anladın mı? Senin bu teklifi bana yapacağını umuyordum. Annemin itiraz edeceğini sanmıyorum. Nişan, düğün gibi göstermelik şeylerle uğraşmayalım. Köyde pikaplı bir kına gecesi yaparız. Nikahtan sonra bir haftalığına memleketimize gideriz. İlçelerimiz zaten biri birine çok yakın. Ekrem,
Hadi bu anlaşmamızı kutlayalım diye dudaklarına uzandığında, Nebahat,
Ne yapıyorsun? Neredeyse annem gelecek. Suçüstü yakalanmayalım. O sırada anne evden çıktı. Tepsiyle getirdiği kahveleri masanın üstüne koydu. Kahveler yudumlanırken Ekrem,
Anneciğim sizden Allah’ın emri, peygamberimizin kavliyle kızınızı istiyorum. Lütfedin evlenmemize izin verin.
Ben ne diye bilirim oğlum. İkiniz de okumuş insanlarsınız. En iyi kararı kendiniz verirsiniz. Nebahat peki dedikten sonra bana onaylamak düşer.
Nebahat, sen ne diyorsun kızım?
Sen peki dersen, ben de peki derim anne. Yeni sözlüleri baş başa bırakmak için
Ben mutfağa, bulaşıkları yıkamaya gidiyorum diye kalktı. Kalkıp fasulyelerin gölgelediği yere gittiler. Doyasıya öpüşerek, anlaşmalarını kutladılar. Ertesi gün ilçeye giderek nikah işlemlerini tamamladılar. Okuntu dağıtmak üzere de iki kasa fıstıklı ve güllü lokum aldılar. Köye döndükten sonra sabırsızlıkla nikah işlemlerinin askıdan inme süresinin dolmasını beklediler. Nikaha beş gün kala, Salih’in ve muhtarın kızları birlikte lokumları torbalamaya başladılar. Ertesi gün köy bekçisi okuntu torbalarını dağıtarak tüm köylüleri kına gecesine davet etti. Davetsiz kimse kalmamasına özen gösterdiler. Kına gecesi pikaplı olmasına rağmen çok neşeli geçti. Aynı gece nikahları da kıyıldı. Ertesi gün anneleriyle birlikte ilçeye gittiler. Oradan da otobüsle önce gelinin köyüne, oradan da damadın köyüne gittiler. Annelerini köyde bırakarak, Marmaris’e hareket ettiler. Bir hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitmişti sanki.
Köye döndüklerinde ilk işleri, Nebahat’ın kiraladığı evdeki eşyaları Ekrem’in bahçeli evine taşımak oldu. Mesai sonrası Nebahat ev işleri ile uğraşırken, Ekrem marangoza biçtirdiği morelye ve çıtalarla kameriye inşa etmeye başladı. Kameriye tamamlandıktan sonra etrafına sarmaşıklar dikti. Kameriyeye birde çatma kapı yaptı. İçine masa ve sandalyeler yerleştirdi. Gerçi yaz geçmek üzereydi ama, kış ortasında yazdan kalma günler olurdu. O günler kameriyede oturup, doğa ile iç içe yemeklerini yerler ve çaylarını içerlerdi. Bazı akşamlar, bira içerlerdi. Kadehlerini kaldırıp, şerefe derlerdi. Kadehler bazen evlilik yıl dönümü, bazen tanıştıkları günün veya ulusal bir bayramın kutlanması için kalkardı. Ekrem evliliklerinin ilk günlerindeki gibi şiirler okurdu. Şiirler kendi yazdığı veya Karacaoğlan’dan, Yunus Emre’den,Dadaloğlu’ndan, bazen de Eşref’ten olurdu. Seni çok seviyorum diyerek yanına iyice sokulur, başkalarının duymasından korkar gibi,
Ah Nebahat, benim sevgili karıcığım, seni nasıl sevdiğimi anlatamam sana. Sana olan aşkımı kanıtlamak için gökyüzünde gördüğün şu yıldızların tümünü yolarda kucağına dolduru veririm. Nebahat gülerek,
Yıldızların tümünü toplayıp kucağıma yığmana gerek yok sevgilim. Ben senin , beni çok sevdiğini biliyorum. Bu kez de kadehler yolunmaktan kurtulan yıldızlar için kalkardı. Mutluluklarının ömür boyu kesintisiz sürmesini dilerlerdi.

                    ***
Zaman akıp gidiyordu. Ekrem bin bir emekle yetiştirdiği sebzeleri çocuklarının talan etmesine aldırmadan gülüyordu. Dayanamadı.
Çocuklar, o patlıcanları biberleri domatesleri böyle ezip kırarsanız, anneniz size nasıl yemek yapacak. Hadi yeter artık yaptığınız yaramazlıklar. Anneniz görürse çok kızar. Hadi bakayım yemeğimizi kameriyeye taşımak için annenize yardım edin. Çocuklar babalarının yüzüne,
Baba bu da olur mu? Ne güzel oynuyoruz der gibi baktılar. Yinede itiraz etmediler. Koşar adımlarla eve gittiler. Birinin elinde su sürahisi ve bardaklar, diğerinin elinde ekmek selesi ve çatal kaşıklar geri döndüler. Anne yemekleri getirdi. Masaya yerleştirdi. Yemekler nefisti. Nebahat,
Ekrem, şehir ebeliği için kursa çağrıldım. Yakında köy hayatını terk edip ilçeye taşınacağız. Bu çocuklar nasıl alışacaklar şehir hayatına. Vaz geçeyim desem olmaz. Bunların orta öğretime başlamaları yaklaştı. Eninde sonunda ilçeye taşınacağız.
Hanım dert etme o kadar. Bahçeli bir ev bulur satın alırız. Şehirde bahçeler küçük olsa da çocukları yine de oyalar. Pek sorun çıkacağını sanmıyorum. Ben de ilçeye atanmamı isteyeyim. Bir an önce ilçeye yerleşelim.
İyi olur be Ekrem.
Pazar günlerini ilçede ev aramakla geçiriyorlardı. Satılık ev çoktu ama, bahçeli olanı yoktu. Sonunda hastaneye yakın küçük bir bahçesi olan bir ev buldular. Pazarlıkta anlaşarak kaparo verdiler. Ertesi gün yine ilçeye giderek tapu işlemlerini tamamlayarak evin anahtarını aldılar. Mobilyacıdan iki divan alarak eve koydular. Cumartesi ve Pazar tatilinde gerekli tamir ve boya işlerini Ekrem kendisi yapacaktı. Kireççiden aldıkları sönmemiş kireci bakkaldan aldıkları iki yağ tenekesi içinde söndürdüler. Son arabayla köye döndüler. Çocuklar evi beğenmemişlerdi. Biri annesinin, diğeri babasının boynuna sarılarak,
Ne olur bu köyden ayrılmayalım diye ağlayarak yalvardılar.
Tamam çocuklar, ağlamanıza gerek yok. Biz köyümüze sık sık geliriz dediler.
Sık sık geleceğimize hiç gitmesek daha iyi olmaz mı?
Gitmek zorundayız. Şurada ne kaldı sizlerin ortaokula gitmenize. Ha bu gün, ha yarın nasıl olsa gideceğiz. Orada da yeni arkadaşlar edinirsiniz. Oraya ısındığınızda, buraya bir daha gelmek bile istemezsiniz. Gece yattıklarında, çocukların biri birine sarılıp ağladıklarını fark eden Nebahat ‘ın içi burkulmuştu. Alışırlar diye geçirdi içinden.
                    ***
Şehir hayatına çocuklar çabuk alışmışlardı. Oysa Ekrem bir türlü uyum sağlayamıyordu. Bu yüzden içkiye verdi kendini. İş saatinde bile kaçamak yapıp içiyordu. Kötü, çıkarcı arkadaşlar edinmişti kendisine. Çıkarcılar onu hastane kapısında bekliyorlar, çıkar çıkmaz koluna girip doğruca gazinoya gidiyorlardı. Ne evi, ne eşi, ne de çocukları bir hiçti gözlerinde. Varsa içmek, yoksa içmek. İçkiye para yetiştiremediğinden sürekli borçlanıyordu. Alacaklıları evinin kapısına, hastanenin kapısına dayanıp hem kendisini, hem de eşini küçük düşürüyordu. Ayrılmaya karar verdiler. Bir süre ayrı kaldılar. Eş, dost araya girdiler. İçkiyi bırakma şartı ile barıştılar. İçkisiz günler uzun sürmedi. Daha da azıtmıştı. Ulu orta dine imana ve devlet büyüklerine küfür ediyordu. Yine ayrıldılar.
Ekrem’i çok seven bir arkadaşı onu hastane kapısında bekliyordu. Hastaneden çıkınca koluna girip,
Hadi b akalım bu gece beraber içeceğiz. Hem de doyasıya.
Hastir ulan oradan, sen içmekten ne anlarsın?
Niye, benim ağzım yok mu?
Hadi gidelim bakalım. Yolda iki gençle karşılaştılar. Gençler,
Ekrem abi, bu gece de içecek miyiz?
İçmez olur muyuz be. Hadi bakalım hep beraber gidelim. Gazinoda masayı donattıktan sonra içmeye başladılar. Gece yarısına doğru arkadaşı hesap istedi. Gelen hesap yüz yirmi liraydı. Arkadaşı Cevat,
Hadi bakalım beyler, pamuk eller cebe deyince iki genç,
Bizim paramız yok dediler.
Paranız yoktu da niye geldiniz? Ekrem,
Bırak çocukları yahu, onlar benim konuklarım. Benim üstüme yazsın hesabı.
Hayır, kimseye hesap yazılmayacak, her kes payını ödeyecek. Gençler paralarının olmadığını yinelediler. Cevat,
Gelin ulan buraya deyip gençleri dışarı çıkardı. İkisine de ikişer tokat patlattıktan sonra,
Bir daha sizi Ekrem’in masasında görürsem kemiklerinizi kırarım. Hadi bakalım, def olup gidin. Gençler hızla uzaklaştılar. Döndüğünde Ekrem ayağa kalkmış kendisini bekliyordu.
Ne yaptın çocuklara?
Biraz okşadım.
Niye yaptın öyle, onlar benim arkadaşlarım?
Onlar senin arkadaşların değil, senin leş kargaların. Hesap ne oldu?
Yazdırdım.
Garson gelir misin buraya?
Buyurun efendim. O hesabı defterden silin. Kasaya yöneldi. Kasada oturan patrona,
Ekrem’in tüm borcunun hesabını çıkar bana.O yazdığınız yüz yirmi lirayı silin. Hesap çıkarıldı.
Sonucu bir fişe yazıp verin bana. Yazılı fişi aldıktan sonra yüz yirmi lirayı ödedi. Kalan hesabı ay başında benden alacaksınız. Bundan böyle buna tek kuruş bile veresiye vermeyeceksiniz. Verirseniz alamazsınız ve sonuca katlanmak zorunda kalırsınız.
Baş üstüne efendim. Beraber gazinodan çıktılar. Cevat,
Yeni taşındığınız ev nerede diye sordu.
Niye sordun?
Seni evine götüreceğim de ondan.
Ben eve gitmiyorum.
Niye?
Hanımla küsüz. Aylardır ayrıyız.
Bakmakla yükümlü olduğun iki çocuğun olacak, sen kendi maaşın yetmediğinden, eşinin de maaşına el koyup, içki alemlerine yatıracaksın. Sattığın evin parasına ne oldu? Onu da mı içkiye yatırdın? Normal mi senin bu yaptığın. Hadi bakalım senin eve gidiyoruz.
Gitmem.
Hayır gideceksin. Cevat Ekrem’i hızla sürüklemeye başladı. Ekrem fazla direnemedi. Ev yakındı. Kapı önüne geldiklerinde,
Ne olur eve girmeyelim. Yatmışlardır.
Sen çocuklarında yatacak hal mi bıraktın. Baksana ışık yanıyor. Cevat kapının ziline bastı. Kapı hemen açıldı. Eşi çıktı kapıya. Hiçbir şey olmamış gibi içeriye buyur etti. İçeri girdiler. Eşi hemen mutfağa gidip kahve hazırladı.Kahveleri verdikten sonra geçip karşılarına oturdu.
Vay be beyimiz bizim evin yolunu biliyor muydu? Yoksa kadeh arkadaşların boşadılar mı seni diye sordu. Cevat,
Nebahat hanım, beni iyi tanırsınız. Ben bu gece Ekrem’e iyi bir ders verdiğimi sanıyorum. Bedavacı arkadaşlarının dostluk maskelerini yüzlerinden alı verdim. Ekrem’in bu geceki içtiği son içkisi olacak. Bırak ta onunla ben konuşayım.
Ekrem, karına şöyle iyice bir bak. Siz kaç sene çok mutlu bir hayat geçirdiniz? O mutlu yıllarınızda ara sıra eşinle birlikte içtiğiniz hafif içkilerin dışında içki içiyor muydun. Eminim içmiyordun. Köyden buraya taşındıktan sonra ne değişti ki böyle içkiye sarıldın. Evine bağlılığın kalmadı. Seni evinden koparan içki arkadaşlarına git. Benim param kalmadı. Bu gece senden içelim de bakalım, seni içmeye götürecek birini bula bilecek misin. Maaşların gitti. Evinin parası gitti. Gırtlağına kadar borçlandın. Yavaş yavaş kredi muslukların kapanıyor. İnsanlara ne olur bana içki parası verin diye yalvaracak mısın. Kendine, karına acımıyorsun. Bari çocuklarına acı. Yarın seni saat beşte hastaneden alacağım. Köylere gidip çayımızı kahvemizi köylülerle birlikte içeceğiz. Ta ki tamam ben artık içki içmeyeceğim. İçmemeye alıştım deyinceye kadar. Ne dersin bu önerime? Ekrem ağlıyordu. Başını kaldırıp eşine,
Sizden ve çocuklarımdan özür diliyorum. Yemin ediyorum bir daha ağzıma içki koymayacağım. Cevat ayağa kalkıp ikisiyle de tokalaştıktan sonra,
Dileğim içki yüzünden bir daha yuvanız dağılmasın dedi ve gitmek üzer izin istedi. Ekrem karısının yüzüne dikkatlice baktı. Gitmesi mi, kalması mı gerekiyor, karar veremiyordu. Karısı,
Sözünde duracaksan kal, gitme dedi. Cevat’ı beraberce kapıya kadar uğurladılar.
Cevat dediği gibi her akşam hastane önünden Nevzat’ı alıp köylere götürdü. Ay başında aylığını aldığında beraberce gazinoya gidip kalan borcu ödediler. Gazinodan çıkıp yine bir köye gittiler. Bir aydan fazla sürdü köye gitmeler. Ekrem içkinin adını bile anmıyordu. Cevat yıkılacak olan bir yuvayı kurtarmanın mutluluğunu yaşıyordu. Köy dönüşü bazı kez eve beraber gidiyorlardı. Amacı evdeki tutumunu öğrenmekti. Eşi,
Çok sağ olun Cevat bey, sayenizde yuvamız yıkılmadı diyordu.
                    ***
Cevat uzun bir geziye çıkmıştı. Ekrem, içkiye tekrar başlamak için sanki onun gitmesini bekliyordu. Eski arkadaşlarıyla içmeye başladı. İçki çıkışı gittikleri kahvehanelerde ulu orta dine, imana ve devlet büyüklerine küfür ediyordu. Uyaranlara da ağır hakaretler yağdırıyordu. Arkadaşları ulu orta küfür ediyor diye kahvehaneye gitmektense, ilçenin içinden geçen şehirler arası yolda gezmeyi kararlaştırdılar. Ana kanalın üzerindeki köprüde ayrıldılar. Ekrem kanal üzerindeki toprak yoldan evine doğru ilerlerken, yoğun karanlığın içinden çıkan biri gelip önüne dikildi.
Sen kimsin ulan Allah’a, dine, imana küfür ediyorsun. Dayı mısın sen diye sorduğunda Ekrem,
Seninde Allah’ını, kitabını sözünü tamamlayamadı. Karşısındaki adam üzerine atılıp kafasını koltuğunun altına aldı. Eliyle tuttuğu çenesini hızla geriye doğru çevirdi. Boynundan kütürt diye bir ses çıktı. Adam Ekrem’in cansız bedenini sulama kanalın içine itti.
Cesedi sabah erken saatte tarım işçileri tarafından bolundu. Savcılığa bildirildi. Üstün körü bir soruşturmadan sonra, tahkikat dosyası faili meçhuller dosyalarının arasına kaldırıldı.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhabbet Kuşları Nasıl Üretilir
Bağımsız Aday Deli Osman
Tarımda Neden İlerliyemiyoruz
Terör ve Geleceğimiz
Hayvan Severlikteki Tezatlar
Aşırılığın Sonu
Sefalet Podyumda
Yaşadıklarımızdan
Hormonsuz Gıda
Tarımda Gerilemenin Nedenleri

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Onu Ölesiye Sevmişti
Severek Ayrılalım
Mutluluğu Ölümü Ararken Buldu
Mustafa Efe
Bir Zamanlar Ben De Politikacıydım
Neden Terk Ettin
Güz Gülleri Gibi
O Yalancının Biriydi
Aşk Bu Mudur
Ölümüne Aşk

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Acılarla Yaşamak [Şiir]
Özleyiş [Şiir]
[Şiir]
Bir Dosta Mektuplar 1 - 12 [Şiir]
Sevgiliye [Şiir]
Seni Düşündüm Yine [Şiir]
Alın Götürün Beni Dalgalar [Şiir]
Ah Bu Sensizlik Yok Mu [Şiir]
Bir Rüzgardır Yaşamak [Şiir]
Uyan Be Memet [Şiir]


Özcan Nevres kimdir?

1958 de gazetecilige basladim. O zamandan beri yazmaktayim.

Etkilendiği Yazarlar:
Yaşar Kemal, Ümit Yaşar Oğuzcan Fazıl hüsnü Dağlarca


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.