..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Beklenmedik > ihsan alaittin bilgen




30 Haziran 2006
Şeytanmerdiveni  
Kasetçaların ağzında duran kaseti ittirdi. Yağmur altındaki 84 model Kartalı, kadife olmasa da sesine kadife bir ton vermeye çalışan şarkıcının sesi doldurdu.

ihsan alaittin bilgen


Hoşlandığı değil. Sevdiği ve sevmediği şeyler olmuştu hep. Karşı olduğu ya da karşısında olan; yanında olduğu ya da yanında olan şeyler. Hangi ressamı seveceğini; hangi müziği dinlemesi gerektiğini bilir. Hangi yazarları okuması gerekiyorsa o yazarın kitaplarını okur. Kimi yazarların kitaplarını, sadece hakkında fikir sahibi olmak için sayfalarını çevirmekle yetinirdi.


:BICI:

Kasetçaların ağzında duran kaseti ittirdi. Yağmur altındaki 84 model Kartalı, kadife olmasa da sesine kadife bir ton vermeye çalışan şarkıcının sesi doldurdu. Kaseti çalan sanatçı, o günlerde ‘söz’ ve ‘müziği’ aynı ellerden çıkma biri binin benzeri bir dizi şarkı sürmüştü piyasaya… TRT sanatçısı diye anılan sanatçılardandı. Çalan kaseti, başrolünde oynadığı, büyük kente yaşayan orta halli ailelerin gitmediklerinde kendilerini konu komşudan geri kalmış hissettikleri, müzikalde okuduğu parçalardan oluşuyordu. Bu bir ilkti, hiç hoşlanmadığı bir sanatçının söylediği şarkılarla kendinden geçiyordu.
Sağ ön koltukta oturuyordu. Tek başına müzik dinlemeyeli yıllar olmuştu. Konserini izleyen omzu kalabalık devlet büyüklerine, TV ekranından yılışık gülücükler; teşekkürler yağdıran sanatçının görüntüsünü zihninden silmeye çalışıyordu.
Hoşlandığı değil. Sevdiği ve sevmediği şeyler olmuştu hep. Karşı olduğu ya da karşısında olan; yanında olduğu ya da yanında olan şeyler. Hangi ressamı seveceğini; hangi müziği dinlemesi gerektiğini bilir. Hangi yazarları okuması gerekiyorsa o yazarın kitaplarını okur. Kimi yazarların kitaplarını, sadece hakkında fikir sahibi olmak için sayfalarını çevirmekle yetinirdi.
Saatlerdir, Kirazlıyalı sırtlarında, deniz manzaralı işyerinin otoparkındaki arabanın içinde tek başına oturuyordu.
Cam arkasında Marmara Denizinin sahili sık aralıklarla, sessizce döven, biri birine tutkun dalgaları… Uzun zamandır ilk kez yaşama bu kadar yakın duruyordu. Yağmur damlalarının arabanın tavana çarparken çıkardığı sesler içine işliyordu.
Kara bir hortumun ucundan sinsice akan sular yağmur damlalarıyla öpüşüyor; yamaç aşağı inen çimenlikte ışıltılı yollar çizerek ilerliyordu.


Çocukluk yıllarından kalma bir bahçe…
Gül ağacının gölgesindeki, ekinliğin kenar taşları üstüne uzanmış tekir kedinin keyifle sallanan kuyruğu, toprak üzerinde birikmiş gül yapraklarını süpürüyor.
Yaz güneşi altında sulanan taşlıktan sis bulutçukları yükseliyor. Volkanik, kara taşların gözeneklerinde hapsolmuş su damlacıkları…
Annesi, mutfak merdivenlerinin oradan sesleniyor:
- Salçaya su sıçratma.
Üstü kurumasın diye günde iki kere tahta kaşıkla karıştırılan ezilmiş domatesler, yayıldığı bakır tepsilerin içinde salça olacakları günü bekliyorlar.
Yapraklarına su değen fesleğenlerin ıtırı, bahçeye yayılıyor. Sinekler yanaşmasın diye salçalık tepsileri fesleğenlerin yanına sıralanmış. Tepsilerin altında minik saç ayakları. Sarı beyaz aslanağızları, bodur menekşelerin moruna ağzını açmış, hayranlıkla bakıyor. Şeytanmerdiveni, dikenli dallarıyla gül ağacının bedenine tutunmuş; onları süzüyor. Suyun dayanılmaz davetine icabet etmiş bir solucan zarif hareketlerle toprağı deşeliyor.
Tekir, gözleri kapalı iştahla esniyor. Öğlen uykusuyla kendini yenilemenin verdiği huzurla kalkıyor. Kuyruk kökünü dişliyor. Gövdesini ön ayakları üzerinde esnetiyor. Ağır kendinden emin adımlarla ilerliyor; onun, çıplak bacaklarına sürtünüyor. Henüz erkekliğini müjdelemekten aciz tüyleri elektrikleniyor. Kedi yere kaygısızca uzanıyor. Karnı açıkta. Çıplak ayaklarıyla kedinin karnını okşuyor. Ayak parmakları kedinin boynunu okşarken tekir kedi patileriyle sarıyor ayağını. Arka ayakları tekmelemeye hazır. Tetikte.Tırmıkları, hafifçe ayağını kavrıyor. Annesi dişi bir aslan kadar koruyucu...
Tehditkâr kükrüyor:
- Hıı. Tarzan. Bırak, bakıyım oğlumu.
Kedi, üstün hem cinsinin tehdidine isteksizce boyun eğiyor. Sırt kaslarından destek alıp yay gibi fırlıyor. Yeşil gözlerinde korkudan eser yok. İnadına az ilerdeki asmanın gövdesine saplıyor tırnaklarını. Asmanın lifleri, tırnak aralarına sıkışıyor.
Suyu gül ağacının yapraklarına tutuyor. Yaprak uçlarında biriken inci damlalarında, güneş keyifle ışıldıyor.


Açılan bagaj kapağıyla; Kirazlıyalı sırtlarına döndü. Abisi elindeki altın yaldız çevreli aynayı battaniyeye sardı; takım çantasını, meşin saplı valizini aynaya destek olacak şekilde yerleştirdi.
- Çok beklettim mi?
Hiç bitmesini istemediği yalnızlığından uyandığına pişman:
- Yoo.
Suçüstü yakalanmış gibi arkalı önlü arka arkaya üç kez dinlediği kaseti teypten çıkarttı. Abisi, artan cam parçalarını uygun yerlere yerleştirdi; cam macununu kurumasın diye sıkıca naylona sardı.
- İyi ki uğramışız. Fazladan bir de ayna işi çıktı.
İçi alaca dalbastı kiraz dolu torbayı uzattı:
- Özlemişsindir ye.

Unutmaya yüz tutuğu, kirazın etli, tatlı buruk lezzeti, çökük avurtlarının içini okşuyor.
''Anneannem yolunu gözlüyor'', diyor abisi: ’’ Doğru annemlere gidelim.’’
Evin kapısında arabadan indiğinde: Abisi: ''Akşam yengeni alıp; uğrarım.’’, deyip ayrılıyor.
Elinde deri görünümlü valizi, nem, is, yemek kokuları sinmiş koridordan hızlı adımlarla geçerken;
eskiden nefret ettiği bu garip kokuyu özlemiş olduğunu fark ediyor. Burnunda küf, paslı demir, ağır nefes kokuları sinmiş koğuşun kokusu asılıp kalmış. Koridorda birileriyle karşılaşsa üzerine sinmiş bu kokuları alacaklarını düşünüyor. Merdiven basamaklarına ikişer ikişer tırmanıyor; kimselerle karşılaşmak istemiyor.

Annesi, ağır aksak koridoru adımlayıp kapıyı açıp onu karşısında gördüğünde yıllardır beklediği bu anın gerçekleşmesi ardından hayal kırıklığına uğramışçasına sessiz. Usulca:
'' Şükürler olsun bu günleri de gördüm.'',derken, ıslak yanaklarını yanaklarına dayayıp, kuruyup kalmış bedenine sarılıyor. Kollarını omzundan güçlükle ayıran annesi, içine dolan hüznü dağıtmak ister gibi sitem ediyor:
- Nerede kaldınız. Meraktan öldüm.
- İşi varmış bir yere uğradık, orada oyalandık.
- Üzerime iyilik böyle günde iş mi düşünülürmüş. Bunca yıl sonra kavuştum ya sana gel bir daha sarılayım.
Holün girişindeki sandalyeye oturup ayakkabılarını çıkarırken; annesi söylenmeyi sürdürüyor:
- Abin olacak o hergele niye yukarı gelmedi?
- Akşam yengemle birlikte geleceklermiş.
- Karı korkusundan anasının evine bir su içimlik uğramıyor.

Holün köşesindeki tahtadan tahtının üzerine kurulmuş Arçelik buzdolabının hırıltılı motoru bir zemberek gibi boşalıp; metal boruları birbiri üstünde takırdayarak yaylanıyor.
Annesi, hole açılan buzdolabının tam karşısındaki kapıyı çenesinin ucuyla gösterip; evcil bir hayvandan bahseder gibi: '' Aylardır gelmeni bekliyor.'', diyor.
Yaşlı kadın, aylardır kıpırdayamadan yattığı yatağına bağlı onu gelmesini bekliyordu. Bir gece önce, uzun zaman sonra ilk kez bakır tastaki ılık suya batırılarak ağzının kenarına yerleştirilen lokmayı dişsiz ağzıyla gevelemiş; dudaklarının üstündeki ak tüyleri titreterek hırlar gibi bir sesle:
'' Geldi mi?'', diye sormuştu.
Yatağına eğildiğinde zemheride kurumuş kalmış, zeytin dallı kollarıyla boynuna iştahla sarıldı; feri sönmüş, perdeli gözlerini belirsiz bir noktaya sabitlemişti. Hırlar gibi bir sesle:
''Atatürk geldin mi? Şükürler olsun.’’, dedi.
Aylardır ölüm döşeğinde yolunu gözlediği torununu tanıyamamıştı.
Annesinin muşamba örtülü masaya kurduğu sofrada karnını doyurdu. Annesi buzdolabının yanında ayakta onu izliyordu. Kuru köfte, soğuk patates kızartması, domates, biber, suyu bol tarafından ayran.
Islak odunların isiyle tütsülü banyoda kırklanırcasına yıkandı. Artık üzerine sindiğini düşündüğü o ağır koğuş kokusunu almıyordu. Zeytin prinası ve kostik kokulu ev yapımı semsert yeşil sabunla köpürttüğü lif kabağıyla vücudunu defalarca ovmuştu.
Yıllar sonra ilk kez üzerinde anne yapımı pijamalar, genişçe bir koltuğa yayılmış oturuyordu. Hole açılan genişçe salondaki renksiz televizyonda seyircilerin çıkan her sanatçıyı alkışladıkları malum eğlence programlarından biri… Arabada kasetini dinlediği sanatçı çıkmıştı. Seyirciler el çırparak eşlik ediyorlardı şarkısına. Televizyona sırtını dönmüş oturuyordu.
Konuşacak fazla bir şeyleri yoktu. Salonun bir köşesinde büzülmüş duran rafları boşaltılmış kütüphaneye yöneldi. Raflar nerdeyse tümüyle boştu. En üst rafta bezden kılıfının içinde yatan Kuranı Kerim, ara raflarda birkaç çocuk kitabı, çocukluk yıllarından kalma yaprakları sararmış Akbaba dergileri, geriye kalan tüm raflarda plastik yoğurt kaseleri içine dikilmiş envai çeşit çiçekler. Saksı niyetine kullanılan yoğurt kaplarının altında çatlak porselen tabaklar. Tabakların kenarı toprak pası tutmuş. Kütüphanenin demir iskeletine mor çiçekleri büzüşmüş bir boruçiçeği tırmanmış.
- Romanları bıraksaydınız bari.
- Seni aldıklarını duyduğumuzda kitaplarını, okul fotoğraflarını Abin, banyo küvetinde yaktı. Yıllarca çocukluk fotoğraflarına baktım durdum.           
Kapağında iktidar koltuğuna oturmuş İnönü’nün,'’Sen kalk da birazda biz oturalım’’, diyen Muhalefet liderlerine '’Hadi canım sen de.'', diyen renkli karikatürünün yer aldığı Akbaba dergisini kütüphaneden aldı.
Elindeki yıllar öncesinden kalma sayfaları sararmış derginin son beş yılda değiştirdikleri iki evden taşınıp gelmesine şaşmadı. On iki odalı, taş yapı, ortası avlulu Ermeni evinden, her bir odası bir çekyatlık bu üç odalı apartman dairesine düşmelerine şaşmadığı gibi. O evin bahçe kapısının önüne konan koca çakıl taşı, rüzgârla çarpmasın diye balkon kapısının önüne konmuştu.
Annesi: ''Yatalım artık; yorulmuşsundur'' dediğinde; hiç ses etmedi.
Çekyata uzandığında, hole bitişik odadan, anneannesinin can çekişirken çıkardığı hırıltıları buzdolabının motoruyla yarışıyordu. Az sonra, bitişik odada yatan annesinin horlamaları ikisini de bastırdı.
Karanlık oda bitişik dairenin yemek odasının ışığıyla aydınlandı. Eski evlerinin o koca bahçesinden, bu ufacık odanın köşesindeki formika kaplı masaya hapsolmuş Afrika menekşeleri, sardunyalar, şeytan merdivenleri. Bitişik dairenin yemek odasında dolaşan kadının silueti sürgün çiçeklerin üzerine düştü. Yattığı yerden doğruldu. Yıllar sonra ilk kez yabancı bir kadını üzerinde gecelikle görüyordu. Kadın kapağını açtığı buzdolabının içine eğilmiş elindeki tabağa meyve dolduruyordu. Tülsüz, basma perdelerin ardına gizlendi. Kadın tabaktaki kayısıları, kirazları lavaboda yıkadı. Elini siper edip suyu süzdü. Sırtının düzlüğünü, bel çukurunu, yuvarlak kalçalarını izledi. Mutfağın ışığı söndü.      
Çek yata uzandı. Kendi için canını vermeye hazır, can çekişen varlığı düşünüp halinden utandı. Yıllardır bastırdığı erkekliğini unutmaya çalıştı. Onun, Ankara ayazında gün ağarmadan kalkıp hastanede yatan, deliler gibi korktuğu kocasından; misafir kaldığı yakınlarıyla birlikte Mevlana turuna gitmek için izin alışı geldi aklına. Yolda dikkat çekmemek için evin yatılı hizmetçisinin paltosunu giymeyi akıl etmiş, gün doğmadan döneceği evin anahtarını yanına almayı akıl etmemişti. Döndüğünde sabah ayazında saatler boyu, evdekileri uyanmasını bekleyen hayat dolu kadın içerde yatan kadın mıydı? ''Allah’ım tüm ümmeti Müslüman’ı koru içinde bizi de’’ şeklindeki çift dikiş duaları zamanla şekil değiştirmiş; ''Allah’ım el âleme muhtaç etmeden canımı ala’’ dönüşmüştü. Kışı ortaladığında: ’’Bu baharı da göreyim bari.’’, diye her yıl yeniden tanrıyla pazarlığa otururdu. Şimdi onun için baharın yazın kısmeti kalmamıştı. Yattığı yerde günler akıp gidiyordu.
          
Hortumun ıslak beton zeminde kayarken çıkardığı ses içini titretiyordu. Gözünün önünde belirli belirsiz ışık geçiren bezden bir perde… Suyun açılmasıyla hortum, beton zemini kırbaçlamaya başladı. Hortumun ucundan fışkıran suyun beton zemini, duvarları döven sesi...
Yaralı ayakları suyun serinliği ile rahatlar gibi oluyor. İnleyerek açılan kapının, gürültüyle kapanışı ardından yüzünde hissettiği sigara, rakı kokan nefesler… Çıplak, yorgun vücudu, koşudan çıkmış bir atın bedeni gibi seğiriyor.
Hortumun betonu kırbaçlarken çıkarttığı sesler, suyun sesini perdeliyor. Kulağının dibinde yüzünü gözünde canlandırmaya çalıştığı biri: '' Dayanamayacaksın. Hırpalatma kendini.’’, diyor.
Vücuduna parçalarcasına çarpan, suyla tüm vücudu ürperiyor. Beton zemine yığılıyor yorgun bedeni. Gözleri kapanıyor. Tarzan, bayrak gibi diktiği kuyruğuyla karla kaplı zeminde yokuş aşağı kayıyor. Sırtındaki parlak kurşuni tüyleri kabarmış. Durdurmaya çalıştığı ayaklarının kontrolünü yitirmiş. Durmaya çalıştığında geriye doğru kayan ayakları onu dinlemiyor. Bacaklarını iki yana açıp durmayı deniyor. Beceremiyor. Tam karşısındaki ağaca çarptı çarpacak. Havalanan kar taneleri ardında Tarzan yitip gidiyor.                                                       
Ensesi terden ıslanmış yastığında yüzüyor. Holün oradaki odadan gelen hırıltılar kesilmiş. Terden sırılsıklam olmuş pikeyi üstünden atıyor. Şortunu düzeltip; hole ilerliyor. Annesinin horlaması buzdolabının hırıltısıyla yarışıyor. Yaşlı kadının, yastığa gömülü başı, zeytin ağacı genişliğindeki bedeli hareketsiz... Dili ağzında düğümlenmiş.

Annesini uyandırdığında, şaşırmıyor. Çoktandır beklediği bir şeyi yapar gibi tülbendiyle çenesini bağlıyor; hareketsiz bedeni örten pikenin üstüne kocaman bir kasap bıçağı koyuyor.
’’Sen yat.’’, diyor.''Sabah abinlere haber veririz.’’
Yeniden çekyata uzandığında siyah ve beyazdan oluşan dünyası bulanıklaşmaya başlıyor. Sadece kirli beyaz, gri arasında tonlardan oluşan bir dünyaya ilk adımını atıyor. Hiçbir şey yakın zamana kadar olduğu gibi net değil. Yıllar süren bekleyişin ardından gelen kör ölüm, günahları, sevapları dostları, düşmanları belirsizleştirmiş.Yeni dünyasında artık kimse eskisi gibi dost, kimse eskisi kadar düşman değil. Sevdiği ve sevmediği şeyler yerine, artık onunda hoşlanacağı şeyler olacak. Sadece kendisi için yaşacağı günler kapıda. Sırf bir inanç uğruna ‘yitirilmiş yılların’ acısını çıkaracağı, güçlü olamasa da güçlülerin yanına sığınacağı günler kapıda.
Bitişikteki apartmanın yemek odasının ışığı, şeytanmerdivenin dikenli dallarında fışkıran      ateş kızılı çiçeği aydınlatıyor.
Basma perdelerin ardına gizlenip; şeytan merdiveninin ilk basamağına tırmanırken; Annesinin, Kuran okuyan sesine buzdolabının inleyen sesi eşlik ediyor.

2006 /KAYSERİ





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın beklenmedik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Son Ders

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şöhretli Yazar Olmanın Formülü
Dışardakiler
Aynan Benim...
Pijamaların Yok Mu?
Botlar
Homa Kuşu'nun Seçimi
Bildik Bir Öykü
Gece
Yitik Bir Cumartesi Gecesi
Havlu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sır'ın Merkezine Seyahat [Roman]
Kutu Kutu Pense Kısmetim Neyse [Deneme]


ihsan alaittin bilgen kimdir?

Yaşam denizinin kıyısında taş kaydırırken derinliklerinden gelen kokusunu içinize çekemezsiniz. Her seferinde biraz daha derinlerden gelen kokusunu duymak için ilerilere açıldım. Her seferinde yeni acılar, hazlar tattım. Acıları, ''yaşadım ya, bu da bir şey'' ibmiginden geçirip katlanır kıldım. Nerede ve ne şartta olursa olsun gülmeyi unutmadım. Gülümsetmeyi denedim.

Etkilendiği Yazarlar:
Haldun Taner,Nazım Hikmet,Volter,Victor Hugo


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.