Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Gökyüzünde mor mavi bulutlar... Güneş, ay ışığını yaran ışınlarını yaymaya başlamış, Kral Dara'nın sarayı, dört yanı üzüm bağlarıyla çevrili kentin her yanından seçilir olmuştu. Homa Kuşu, sarayın allı yeşilli camları yalp yalp yanan tepelikli pencerelerin birinin önündeki tüneğinde pinekliyor, nohut başını ortalayan küt gagasını, göz alıcı ışıltılarla parlayan tüylerinin arasına daldırıp çıkarıyor, uyanık kalmaya çabalıyordu. Bu kadim kentin insanları, onun gördüğü hiçbir şeyi unutmadığına, olup biten ne varsa belleğine kazıdığına inanırlar, kızıl ala gözlerini bu kerametinin nişanesi olarak görürlerdi. Oysa o, sarayın en seçkin yerlerini süsleyen kartal kanatlı, at yeleli, öküz döşlü, aslan pençeli tasvirlerinin tersine, gövdesinin her yanı kuş gibi olan bir kuştu. Taşa işlenmiş olağan üstü tasvirleri ise özenilmeyecek gibi değildi. Göğsündeki rengârenk tüylerden birini gagasıyla yolup kıymetli taşlarla süslü altın kafesinden dışarı fırlattı. Sarı yeşil bir tüy pencereden aşağı süzüldü. Küt kökü etrafında daireler çizerek, hazine dairesinin önünde nöbet bekleyen askerin çarığına kondu. Asker, öküz gönünden çarıkları içinde uyuşan ayak parmakları ucunda yükselip gerindi. Yana doğru açtığı bacakları saatler boyu ağır bedenini taşımaktan yorulmuştu. Dillere destan mücevherlerin saklandığı hazine dairesinin dört ahşap kapısından birini bekliyordu. Asker ki, adı Arami'ydi, bitmek tükenmek bilmeyen nöbet saatlerini, yüreğinde baharı karşılayan minik bir asma yaprağı gibi yeşerip tüm benliğini saran büyük bir tutkuya dönüşen sevgisiyle kolaylamıştı. Tan ağarırken, bedenini sarmalayan ak ipek giysiler içindeki sevgilisinin görüntüsü, başak renkli ovanın üstünde süzülür, uzansa dokunabileceği bir uzaklığa gelir, özlem derin bir sızı olur yüreğine akardı. Günün ilk ışıklarıyla birlikte ılık bir yel eser, siyah uzun saçlar yüzünü okşar, buz kesmiş o minicik burnu, sımsıcak dudakları teninde hisseder, onun parlak, yeşim rengi gözlerinin derinliğinde kaybolur giderdi. Ancak giysisinin her kıvrımında o olağanüstü güzellikteki bedenin bir yanını düşlemek ona yetmez olmuş, sevgisini ölümsüzleştirmek istemiş, geceleri el ayak çekildiğinde kapısında beklediği sarayın siyah mermerlerine sevgilisinin belleğine kazılı görüntüsünü işlemeye başlamıştı. Artık parmakları öğlesine ustalaşmıştı ki, bazı ayrıntıları sırtı duvara dönükken bile, beline asılı kamasının açıkta kalan ucuyla mermer üzerine kazıyabiliyordu. Siyah mermer üzerine işli rölyefinde sevdiği kadın, nazenin parmaklarıyla iri taneli, alacalı bir üzüm salkımı tutuyordu. Dudaklarının arasında kaybolan üzüm tanesinin üstüne sabahları çiy düşerdi. Güneş çok özel bir güne doğmuştu. Kral Dara, o güne dek hiçbir kralın yapmaya cesaret etmediği bir şeyi yapacak, ölümü ardından yerine geçecek halefini kendi bildiğince yetiştirmek için, geleceğin kralının seçilmesinin yolunu açacaktı. Önünde saygıyla eğildiği Kral Dara'ın yakutlarla süslü çarığını öpen genç subay, gözü sarayın mermer zemininde, geri geri giderek huzurdan çekildi. Kapının gerisinde duran askerin, değerli taşlarla bezeli, ahşap, uzun kapıyı kapatmasıyla da hızla uzaklaştı. Kralın, sarayın bu gözden ırak, çok özel bölümünde omzuna taktığı son derece sade broşu gözlerden uzak kılmak için göğsünü kaplayan harmanisinin bir ucunu omzuna attı. Kral, izlediği yolun doğruluğundan emindi. Biraz sonra Apadana'da yapılacak ölümünden sonra yerine geçecek, geleceğin kralının belirleneceği törenin kaderini, yaptığı bu önseçimle belirlediğini düşünüyordu. Sırf geride yerine geçecek erkek bir evlat bırakmadığı için ülkesinin kaderini, adil olduğuna inanılan raslantısal bir iradenin emrine bırakacak kadar kuş beyinli değildi. Seçimin, halkının adil olduğundan inandığı geleneksel bir yöntemle yapılmasını sağlayacak ama sonucu kendi istediği gibi belirleyecekti. Prenses Altun, bir mermere işlenemeyecek denli iç gıcıklayıcı görünümüyle sabahın ilk esintisiyle ferahlamış salona girdi. Göz alabildiğine uzanan ovaya açılan pencerenin yanındaki divana oturdu. Homa Kuşu'nun kıymetli taşlarla süslü altın kafesi yanı başındaydı. Ovayı kaplayan üzüm bağlarının üstünden nazenin bir seher güneşi yükseliyordu. Sevdiği gençle arasındaki aşılmaz engelin hüznü çökmüştü içine. Soylu olmanın böyle soysuz bir yanı vardı. Soyluluk adına toprak, her ne kadar verimli olursa olsun, hep aynı tür tohuma bağrını açmak zorunda kalıyordu. Sevdiği genç, önemli sınavlardan geçmiş, Kralın güvenini kazanmış, sarayın giriş kapısını süsleyen zambakların yapraklarıyla temsil edilen on iki seçkin askerden biri de olsa soylu sayılmıyordu. Bugün sevdiği adam geleceğin kral adayı olarak seçilirse evliliklerinin önünde hiçbir engel kalmayacaktı. Seçimin sonucuna babasının saygı duyacağına, kral gibi kral olduğunu göstereceğine inanıyordu. Altın kafesin altındaki minik çekmeceyi çekti. Çekmeceden ucuna göz alıcı minik taşlar işlenmiş mendili çıkardı. Mendilin düğümlü uçlarını çözdü. İçindeki incir çekirdeklerinden birkaç tanesini aldı. Korkunç bir yalan söyleyecekmiş gibi dili gagasının içinde düğümlenmiş kuşa verdi. Homa Kuşu, minicik tüylerle kaplı başını minnetle kızın parmaklarına sürttü. Prenses Altun, nohut başlı, gövdesi rengârenk tüylerle kaplı kuşa, himmetini beklermişçesine baktı. Mendili öptü. Kuşun gagasının ucundan akan sıvıyı mendille sildi. İncir çekirdeklerinden bir tanesini bile düşürmemeye özen göstererek mendilin, uçlarını düğümledi. Kuşun bir alev topu gibi kızıl gözlerinin görüntüsü gözlerinde asılı kaldı. Terasa çıktı. Genzinden tatlı bir ferahlıkla akan sarı al güllerin kokusunu içine çekti. Çiy düşmüş asma yaprakları üzerinde yüzlerce minik güneş parlıyor, sevdiği adam, güçlü kaslarını açıkta bırakan savaşçı giysileri içinde nöbet tuttuğu hazine dairesinin merdivenlerinden iniyordu. Ilık bir esintiyle bedeni ürperdi. Kanının kasıklarına doğru aktığını hissetti. "Bu mendil sana devlet getirsin", dedi. Kuşun gagasını sildiği ucu parlak taşlarla süslü mendili terastan aşağı attı. Arami, kartal pençesi gibi açtığı avcuyla mendili havada kaptı. Öptü koynuna koydu. Sevdiği kadına ait bu mendilin ona, yıllar yılı hazine dairesinin önünde nöbet beklediği, sarayın kapılarını sonuna dek açacağına inanıyordu. Doğduğu toprakları korumak için katıldığı bir tek savaş olmamıştı. Kralının kazanacağı zaferler adına savaşmaktan yorgun düşmüş bedeninin, esrik bir rahatlık içinde dinleneceği günlerin yaklaştığını umuyordu. Artık onun adına kazanılacak zaferler için on binlerce askerin ölümüne çarpışacağı günler kapıdaydı. Apadana Salonunu çevreleyen basamakları, çoğunluğu kadınlardan oluşan hıncahınç bir topluluk doldurmuştu. Topluluğun geri kalan bölümünü henüz ergen olmamış erkek çocukları ve yaşı bir hayli ilerlemiş, eli ayağı tutmaz olmuş erkekler oluşturuyordu Basamaklı bölümü aşıp yanındaki subaylarla salona giren Kral uğultulu bir alkış tufanıyla karşılandı. Apadana Salonunu dolduran geleceğin kralı olmaya aday genç erkekler büyük bir heyecan içindeydi. Salonun dip tarafındaki sette oturan saraylı kadınlar en az aşağıda bekleyen kral adayları kadar heyecanlıydı. Salonu tam ortalayan locada dokuz kızkardeşi, öz ve üvey anneleri ile birlikte oturan Prenses Altun'un duyduğu yürek çarpıntısı diğer kadınların duyduğu çarpıntıları bastıracak güçteydi. Kral adayı erkekler, gruplar halinde yüz sütunlu salona yayılmış, üç gruba ayrılmıştı. Kralın, kendinden sonra yerine geçecek aday olarak gizli bir törenle onurlandırdığı gencin de içinde bulunduğu soylu gençlerden oluşan grup salonun tam ortasında...Yüksek rütbeli subaylardan oluşan topluluk sağda... Sol tarafta da Arami' nin de içinde bulunduğu düşük rütbeli subaylar ve rütbesiz askerlerden oluşan bir topluluk yer alıyordu. Kral, seçimin sonucunu belirleyecek süreci başlatmak için tahtından kalktığında salonda çıt çıkmıyordu. Tahtın hemen önüne konan mücevherlerle süslü altın kafesin kapısını açtı. Homa Kuşu, itaatkâr bedenini Kralın güçlü ellerine bıraktı. Kral Dara, Homa Kuşu'nun kor gibi yanan kızıl gözlerine baktı. Onu kendi adayının da içinde bulunduğu gruba doğru fırlattı. Kanatları kırpılmış kuş güçlükle uçuyor, önde yer alan grubun üstünde dolanıyordu. Kralın, seçtiği adayının omzundaki balmumuyla tutturulmuş incir çekirdeklerinden oluşan broşu gözüne kestirdiği anda, Altun, değerli taşlarla süslü asasını elinden kaydırdı. Asanın yere düşerken çıkardığı ses salondaki sessizlik bulutunu yırttı. İncir çekirdeklerini kapmak için alçalan kuş yeniden yükseldi. Kral, müthiş bir öfkeyle sesin geldiği yere baktı. Homa Kuşu, kanadının çektiği yöne doğru yöneldi. Yüksek rütbeli subayların bulunduğu gruptakiler başlarını önlerine eğmiş, bedenleri kulak kesilmiş, kutsal kuşun onlara doğru yanaşan kanat seslerini dinliyorlardı. İyice yorgun düşen kuşun bedeni sağa doğru yatmıştı. Ateş alası gözlerine, Arami'nin harmanisi altından fark edilen mendilin ucundaki taşların gölgesi düştü. Kuş, son bir çabayla ışıldayan mendile doğru uçtu. Salon büyük bir uğultuyla ayağa kalktı. Altun'nun düğüm düğüm olmuş nefesi bir anda açıldı. Ilık bir esinti süzüldü yanaklarından. Kuş, Arami'nin omzuna konmuştu. Kral, kimsenin anlam veremediği bir kızgınlıkla salondan çıktı. Herkes ayağa kalkmıştı. Omzundaki Homa Kuşu'yla Arami, donmuş kalmıştı. Salonun girişindeki duvarda, pençesini ona doğru kaldırmış Homa Kuşu'nu karnından ve kafasından hançerlerken resmedilmiş, taşa oyulmuş kabartma tasvirinin önünden geçerken Kralın öfkesi daha da bir dindirilmez olmuştu. Kızının oyununu bozmuş olmasını içine sindiremiyordu. Akil yandaşları, Kral'a seçimin iptali için yol gösterdi. Omzuna Homa Kuşu konan Arami, harmanisinin altına değerli taşlarla süslü bir mendil gizleyerek hile yapmıştı. Geleceklerini, üç beş incir çekirdeğine kanan bir kuşa emanet etmeyi gelenek bellemiş bir halkı kandırmaktan kolay ne vardı. Kral, akil adamlarından Arami'nin bundan önce kendine verilen görevleri layıkıyla yerine getirip getirmediğinin araştırılmasını istedi. Araştırma sonucuna göre kararını verecekti. Kral Dara, araştırma heyetinin başına, omzuna kendi elleriyle incir çekirdeklerinden oluşan broşu iliştirdiği soylu genci atamıştı. Heyet nöbet yerini araştırdığında duvarda kazılı olan Prensesin resmini buldu. Arami'nin silahlarına el kondu. Belindeki kamasının küt ucu her şeyi ele veriyordu. Yine de adalet yerini bulsun diye sorguya çekildi! Arami, soylu bir direniş göstermekten çok, henüz krallıktan umudunu kesmemiş olmanın verdiği özgüvenle aşkını kabullendi. Ertesi gün seher vakti boynunun vurulmasına karar verildi. Son isteği sevdiği kadının armağanı mendil boynuna sarılıyken idam yerine gitmekti. Altun da babasından, sevdiği adamın, resmini duvara nakşetmekte kullandığı kamasının kendisine verilmesini istemişti. Kral büyüklük gösterip kavuşmaz âşıkların isteğini kabul etti. Günlerdir idam sırasının gelmesini bekleyen yoksul köylü, bu berbat zindanda birkaç saat ya da birkaç gün daha fazla yaşamak uğruna Arami'nin ucu değerli taşlarla süslü o paha biçilmez mendili gözden çıkarmasına bir anlam verememişti. Hangi aklı başında kişi sonsuza dek ona huzur verecek böylesine değerli bir eşyayla birlikte gömülmekten neredeyse bir hiç uğruna vazgeçerdi. Uyanık olmak gerekiyordu. Mendilin ucundaki mücevherleri önce dişleriyle yokladı, sonra zindana sızan ışık huzmesine tuttu. Zindanın karanlık duvarında ebemkuşağı parçacıkları parıldadı. Mücevherlerin sahte olmadığına aklı yatan uyanık köylü bu öneriyi memnuniyetle kabul etti! İdam cezalarının bu denli sık verildiği için sıradan sayıldığı bir yerde, cellatları, salt yaşamsal önem taşıyor diye işlerine yeterli özen göstermedikleri için kimse suçlayamazdı. Tan ağarırken, her zaman nöbet tutuğu yerde Arami'nin yerine kafasına geçirilmiş çuvalın ucu Prenses Altun'un mendiliyle bağlanmış köylünün boynu vuruldu. Cellat usta bir balta darbesiyle mendilin ucundaki değerli taşları tıraşlamış, köylünün uçurduğu boynuyla birlikte o değerli taşların da kamış sepete düşmesini sağlamıştı. Aldığı emre uyarak kana doymuş mendili baltasının kıvrık ucuyla kesik boyundan ayırmış , hilebazlara ders olsun diye hazine dairesinin girişindeki üzerine Homa Kuşu tasviri işli kilit taşına asmıştı. Kral olmanın ilk şartının ne zaman, ne yapacağı belli olmamaktan geçtiğini acı bir deneyimle kavrayan Altun, bu idam törenini sarayın erguvan rengi çiçeklerle donanmış terasından gerçek bir prensese yakışacak biçimde, metanetle izledi. Taş zemine çöktü, terasın mermer korkuluğuna sırtını dayadı. Koynundan çıkardığı mendili sapına sardığı, sevdiği adamdan yadigâr kamayı, göğsüne sapladı. Sabah esintisi kanlı mendili havalandırdı. Rüzgâr aynı koyundan çıkma iki mendili kavuşturdu. Güneş kanlı mendilleri kuruttu, kan kokusunu gökyüzüne savurdu. Tam o anda saray girişine işli, her bir yaprağı hazine dairesinin kapısını bekleyen bir askeri simgeleyen zambağın ortasından bir damla gözyaşı belirdi. Gözyaşı süzüldü, yapraklar arasından kaydı, yaprak oldu, on iki yapraklı zambağı on üç yapraklıya dönüştürdü. Müşkül anlarda akıl danışmaktan çok, kralın aklından geçenleri dile getirmeleri için el altında tutulan akil kişiler, Kral'a geride sekiz kızı daha kaldığını anımsatıp, kızlarından birine koca, kendine de yeni bir kraliçe seçmesini salık verdiler. Erkek bir evladı olursa onu, olmazsa doğacak ilk erkek torununu ölümünden sonra yerine geçecek geleceğin kralı olarak yetiştirebilirdi. Suçlananın çok olduğu yerde af kapısı aralık kalır. Yapılacak düğün şenlikleri şerefine zindanlar dolusu mahkûm affedildi. Kral Dara, törenler düzenlenerek huzuruna çıkarılan ilk erkek torununu kucağına aldığında kralı olma yolunda ilk ovüdünü öpermiş gibi yaptığı minicik kulağa fısıldamıştı: "Kulağın delik olsun." **** Yıllar sonra Büyük İskender ordusuyla Kral Dara'nın sarayını kuşattığında, geri çekilmeleri yasaklı olduğundan daima ileri atılmaktan başka çareleri olmayan delibozuk- lardan oluşan öncü savaşçılarının başını, adının sonuna ufak bir ekleme getirerek Yunanlaştıran Aramis çekiyordu. Adalet ve akıl yerine gücü oturtan bir uygarlığın ordusu, adet yerini bulsun diye de olsa adaleti seçen kadim bir uygarlığı yağmalıyordu. Arami, Kral'ın hazine dairesinin girişindeki kilit taşına işli Homa Kuşu tasvirine takılı gül kurusu rengi almış mendili mızrağının ucuna takıp aldı, hazine dairesine ilk dalan o oldu. Büyük İskender, Arami'yi ordusunda gösterdiği yararlılıklardan ötürü ödüllendirmek istedi. Denizden ve yurdundan ırak bu ülkeden çekilmeden, geçmişte hak ettiği hükümranlık koltuğuna geçmesi için ona bir şans verdi. Yüz sütunlu Apadana Salonunda yapılacak seçime katılacak üç adaydan biri olacaktı. Büyük İskender, altın kafesin sürgüsünü kılıçının ucuyla açtı. Kılıçın kafesin tellerine sürtünürken çıkardığı ses bomboş salona yayıldı. Homa Kuşu, Arami'nin omzundaki sahibesine ait gülkurusu rengi almış mendili kafesinden çıkıp havalanır havalanmaz fark etti, havada daireler çizerek alçaldı. Sonra ani bir çırpınışla salonun kemerli sütün başlıkları üstünde oturan tavanına doğru yükseldi. Salonun tavanında kanat sesleri yankılandı. Yüksek kapıya doğru yöneldi. Tüyleri güneşte göz alıcı bir ışıltıyla parıldadı. Erguvan rengi sarmaşıklarla kaplı terasın mermer parmaklıklarına kondu. Gerçek bir kralın ne denli boyun eğmez ve adil olması gerektiğini göstermek istermişcesine kızıl ala gözlerini Apadana Salonunu çevreleyen kent halkı ve düz ovaya yayılmış Büyük İskenderin orduları üzerinden gezdirdi. Yıllar yılı farklı dillerde bu hikâye bambaşka eklemeler yapılarak anlatıldı durdu. Hikâye aynı anlatılsa bile sonuna farklı hisseler eklendi."Sonuçta, nefret ve ihanet yerine gerçek sevginin kazanacağını işaret etmişti Homa Kuşu"... "İşte tam da bu nedenle Pers kralları ihanetin bedelini tebaasına anımsatsın diye Taht-ı Cemşid denilen mezarlarına Homa Kuşu tasviri koymuşlardı."... Farklı uygarlıklarda anlatılan efsanelerde kuşun adı bile farklı oldu.Homa Kuşu, bazen Simurgu, bazen Phonix, bazen Anka, bazen Huma, bazen de Devlet kuşu adıyla anıldı. Yapmak isteyip de yapamadıkları ne varsa efsane kahramanlarına mal eden tüm halklar bu hikâyeyi pek bir sevmişti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |