..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > ihsan alaittin bilgen




29 Eylül 2006
Pijamaların Yok Mu?  
“Pijamaların yok mu?” diye sorduklarında, ağzını açıp da iki tek laf edemedi.

ihsan alaittin bilgen


Kara Bir Gün: 7.Mart.1983


:BHHH:

7.Mart.1983
Saat: 16.20

“Pijamaların yok mu?” diye sorduklarında, ağzını açıp da iki tek laf edemedi. İstemediğinden değil. Alt çenesine menteşeyle tutturulmuş gibi duran ön dişlerini diliyle ittirdiğinde dişleri yerine oturuyordu. Çene kemiği kırılmıştı. Eksik dişlerinin boşluğunu dilinin ucuyla yokluyordu. Çenesinin altından kemiğine ilişik bir kapak kalkmıştı. Konuşmaya kalkıştığında canı yanıyordu. Dilini ağzının içinde anlamsızca yuvarlayarak konuşabiliyordu. Kim gece vardiyasında da çalışsa yanına pijamalarını alıp işe giderdi ki?

Hemşire sorduğu sorunun cevabını bekliyordu. Rengi uçmuş mavi iş elbiselerinde mora çalan kurumuş kan lekeleri… Ağzında kanının tuzlu tadı…
     
Omuz başında duran, o gün ilk kez çalışmaya başladığı tumbanın genç vinççisi:
“İş kazası,” dedi.”Vagonları çeken halat çarptı.”

Halat durduk yerde çenesini yarıp geçmemişti. O gün, Postabaşının keyfi kararıyla ‘tumbaya’ sürgün gitmişti. Körlemesine daldığı halat mahalline girmesiyle ‘vira edilen’ halatın sessizce çöreklendiği yerden havalanması bir olmuştu. Havayı yaran yağlı halat çenesine çarpmış ayaklarını yerden kesmişti. Biraz daha yaklaşsa halat bir gazoz kapağını fırlatır gibi kafasını gövdesinden ayıracak, ya da kafasına bir satır gibi inecek; ikiye ayıracaktı.
     
Kaza sonrası başına toplananlar:
“Verilmiş sadakası varmış, ucuz kurtuldu,”
” Geçen yıl gündüz vardiyasında bir ‘kazmacıyı’ biçti attıydı,”
” Daha makaralarla sabitlemesinler kör olası halatı...”, deyip söylenmişlerdi.

Onunki ucuz kurtulmak mıydı? Bilmiyordu. Boş gözlerle çenesine çarpan halatı vira eden vinççiye baktı.
     
Yıllardır gece vardiyalarını mesken tutmuştu. Gündüzleri okula gidiyordu. Uyarına geliyordu,
böylesi. Üniversite bitirip işletmede mühendis nasıl olurmuş gösterecekti herkese. Okulu bitirebilecek miydi? Bilinmez. Bilinen onun şimdiden iyi bir madenci olduğuydu.

‘Tahlisiye’ kadrosuyla işbaşı yaptığı işletmeye gireli üç yıl olmuştu. Kadrosunun tanımlı görevi ocağın emniyetini sağlamaktı. Ocak işçileri ocağa inmeden bağlı olduğu ekiple birlikte en ücra ayaklara kadar iner grizu ölçümü yaparlardı. İşbaşı yapacak ekip onların raporuyla ayaklara girer ya da girmezdi. Vardiya boyunca ocaktaki işçilerin emniyeti onlara emanetti.
     
Askeri yönetim sonrası ‘sakıncalı’ bulunan uzman işçilerin birçoğu yerlerinden edilmiş, düz işçiliğe
‘terfi’ etmişlerdi. İşinden olanlar, işçilerden, kartiye şeflerinden, mühendislerden tutuklananlar olmuştu. Koca kömür havzası için: ” Dikensiz gül bahçesi,” deseler; yeriydi. Dikenler ayıklanmış kan kırmızısı güller solmuş dalında kurumuş kalmıştı. Ocak girişlerinden ‘Evvela Emniyet’ yazıları kaldırılmamışsa da, “emniyet yetersiz,” diyenler ‘emniyetsiz’ bulunmaya başlanmıştı.

Oysa binlerce yıllık bekleyişin sonucunda oluşan kömür damarlarını yarıp kömürü yerüstüne çıkarmak hüner ve sabır isterdi. Zamanında önlem alınmazsa kömür kendiliğinden tutuşmaya başlar. Tutuşan kömürün önünün alınmaması grizu patlamalarına, grizu patlamaları da göçüklere neden olurdu.
     
O da ‘sakıncalı’ görülüp kadro fazlalığı gerekçe gösterilip görevi elinden alınanlardandı. Artık kartiye de nerede adama ihtiyaç duyulsa oraya veriliyorlardı onu. Bazen kazmacı yardımcılığı, bazen malzemeci, bazen domuzdamcı yamağı oluyordu.
     
Bir hafta önce eski kadrosunda ona ihtiyaç duyulmuş; tahlisiyedeki işine başlamış… Önüne tecrit barajı çekilmiş; henüz yangını sönmemiş bir ayağa inilmesinin sakıncalı olacağını kartiye şefine rapor ettiği için yeniden ‘sürgün’ edilmiş. Sürgün edildiği iş yerinde ilk geceden ‘kaza vurgunu’ yemişti.
     
Mavi giysili hastabakıcı çenesinden kopan et parçasını dikerken yarı uyuşmuş beyninde sağlık ocağına ardı ardına yanaşan ambulansların sesi yankılandı.
     
Hastaneyken sağlık ocağına dönüştürülen üç katlı binanın tüm katlarında ardı arkası kesilmeyen koşturmalar başlamıştı.
     
Henüz hava yeni kararıyordu. Sağlık ocağının arkasındaki ağaçlıklı bölgeden kaza haberini duyan madenci yakınları akın ediyordu. Ön kısımdaki düzlük, ambulanslar, arkasına yaralılar yatırılmış nakliye kamyonetleri, bagaj kısmı uzatılıp, ambulansa çevrilmiş Reno otomobillerle dolmuştu. Askeri bir kariyerden boşalan jandarmalar sağlık ocağının etrafını sarmıştı.
     
Girişteki hemşire kazadan yaralı kurtulan işçilere artık yanlarında pijamaları olup olmadığını sormuyordu.
     
Sağlık ocağının yan tarafındaki boşluk ocaktan çıkarılan cesetleri alamaz hale geldiğinde alt kattaki odaları boşaltılar. Mavi giysili hastabakıcılar, ayağa kömür karasına batmış madenciler yaralıları taşıyordu. Orta ve üst kattaki odalar yaralı kurtulan maden işçileri ile dolmuştu.
     
Yaralıları üst katlara taşıyanlar arasında O ve yanındaki genç vinci de vardı. Her yandan iniltiler yükseliyordu. Kazadan hafif yaralı kurtulanlar yanlarına her yanaşana birlikte çalıştığı arkadaşlarının kurtarılıp kurtarılamadığını soruyordu.
     
Koluna yapıştığı sedyede taşıdığı madencinin kopan kolu sedyeden aşağı düştü. Koluna girdiği madenciyi merdivenlerden çıkaran hastabakıcı kopan kolu yeniden sedyeye yerleştirdi. Sedyede kıvrılmış yatan madencinin kömür karasına bulanmış yüzünde bir tek acıyla sıktığı bembeyaz dişleri ayırt ediliyordu. Muşamba sendenin ortası kan gölüne dönmüştü.                     

Saat: 22.00
     
Sağlık ocağının önü tıklım tıklım... Ambulanslar gelip, gelip gidiyor. Flaşlar patlıyor. Bir birini iten insanlar, kadınlar çocuklar kapatmış kapını önünü. Jandarmalar görev başında. Ambulansın kapısı her açıldığında onlarca baş uzanıyor, gözyaşları arasında yaralıları, cesetleri teşhis etmeye çalışıyorlar. Feryatlar yükseliyor soğuk gecede.
     
Sağlık ocağının cesetlere ayrılmış ilk katının önüne ardı ardına tabutlar geliyor.
     
8.Mart.1983
Saat: 02.30
     
Ocak ağzını çeviren askerlerin sayısı arttırılmış. Haberi duyan ocak ağzına gelmiş. Madeni avucunun içi gibi bilen emekli madenciler çizmelerini çekmiş ocak başına varmışlar. Ne de olsa madeni onlar kadar bilen yok.
     
Yaralı sayısı giderek atıyor. Yeniceli Hasan, on yılı aşkındır birlikte kazma salladığı arkadaşının cesedini kucağına almış ocaktan çıkarıyor. Gecenin ayazına inat, teri kömür karasına karışmış, yol yol olmuş dökülüyor. Cesedi elinden almalarına izin vermiyor. Yere yığılıyor:
“İnmeyeceğim bir daha bu lanet kuyuya diye haykırıyor.”
     
Gazetecilerin patlayan flaşları, madencilerin yakınlarını akrabaları, güvenlik görevlileri, ambulanslar, ağlamalar, çığlıklar arasında kurtarma çalışmaları sürüyor.
     
Anneler, babalar, kocalarını korkunç biçimde kaybeden eşler çocuklar her çıkan cesedin etrafına koşturuyorlar, kavrulmuş cesetlerin üstüne kapaklanıyorlardı.

Saat : 04.00
     
Kazayı henüz haber almış uzak işçi köylerinden gelen insan seli bitmek bilmiyor. Güneş, sağlık ocağı önünde ağlayan, haykıran babasının, amcasının, kocasının, dayısının cesedini arayan madenci yakınlarının üzerine doğuyor.
     
Sağlık ocağının alt kattaki tuvaleti poliklinik reviri gusülhaneye çevrilmiş. Zonguldak merkezden alelacele bulup getirile 23 imam cenazeleri sağlık ocağı önünde kılınacak öğle namazına yetiştirmek için alelusul yıkamaya başlıyor.
     
Kara elmas şehitlerinin cesetleri tanınmaz halde. Ahmet’lerin, Mehmet’lerin, Satılmış’ ların, Kadir Çavuş’ların kimlikleri ancak tepe lambalarının künyesinden tespit ediliyor.
     
Çene kemiğine vurulan uyuşturucu iğne, ağzının içinde sallanıp duran dişlerinin acısını bastırmaya yetmiyor. Her nefes alışında ağzının içine buzdan oklar saplanıyor.
     
Acısını hırsla içine çekiyor. Emekli tahlisiye işçileriyle birlikte kuyubaşında ocağı inmeyi bekliyor. Beraber çalıştığı arkadaşları henüz ocaktan çıkarılamamış. Nasıl kuyubaşına vardığını bile bilmiyor.      
Patlamasa sonrası 902 numaralı Alman Kuyusunun ağzı 400 metre derinlik 700 metre mesafedeki patlamanın etkisiyle bir maden potasına dönmüştü. Vagon rayları erimiş, katlanıp düğüm olmuş, patlamanın tesiriyle ocak duvarları cilanmış, göçük yolları kapanmıştı.
     
Artık göçükte kalanların tek umudu önlerini arkalarını dolduran kömür yığınlarında yankılanan arkadaşlarının indirdikleri kazma sesleriydi.
     
Ölü ya da diri canla başla arkadaşlarına ulaşmaya çalışıyorlardı. Ölüde olsalar arkadaşlarının kömürleşmiş cesedini ocakta bırakmayacaklardı. Ocakta halen grizu biriktiğinin işaretini veren o pis ağır koku vardı. Aralarında zehirlenenler oluyordu. Büyülenmiş gibiydiler. Yaşayıp yaşamadıklarını bilmedikleri arkadaşları için hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Göçük kaldırmaktan yara bere içinde kalmışlardı. Saatler sonra vurdukları kazma ağırlaşmaya başladı. Zemine varmışlardı. Göçük burada kesintiye uğramış ahşap sarmalarla örülü tavan ayakta kalmıştı. Dekovilin vagonları bir gaz tenekesi gibi bükülmüş; üst üste yığılmış göçüğün önünü kesmişti.
     
Onu, boynundaki ucu oyalı madenci mendilinden tanıdı. Yüzü tanınmaz haldeydi.Ocak boyunca ilerleyen su kanalı patlamanın şiddetinden korunmak için kendini kanala atan madencilerle doluydu. Bedeni kömür balçığıyla kaplıydı. O ağır bedeni sırtına aldığı gibi kuyubaşına doğru ilerledi. Omzuna aldığı kollar sağlamdı hissediyordu. Kollarını bırakıp ayaklarına sarılmak istedi. Kollar omzundan sıyrılmaya başladı. İyice kamburunu çıkardı. Yamyassı olmuş kaygan rayların üstünde iki büklüm bedeniyle zorlukla ilerliyordu. İlk yardım ekibindekiler onu sedyelerle karşıladılar.
     
Saat : 9.30

Kuyubaşına çıkan asansörün içinde sedyede uzanmış yatan, onu aylardır en pis işlere sürgün eden postabaşı Mehmet Çavuştu. Artık ağzının içinde sallanıp duran dişlerinin acısını duymuyordu.


8.Mart.1983 Tarihli Hürriyet Gazetesinden Bazı Alt Başlıklar:

“Faciada 86 kişi hayatını kaybetti. Göçüğün bazı kesimlerine henüz ulaşılamadı. Ölü sayısının artmasından korkuluyor.16.00 vardiyasında 406 işçi 500m derinlikte çalışırken meydana gelen şiddetli patlama göçüye yol açtı. 200 kadar işçi kendini can havliyle dışarı attı. Kalanlardan bir kısmı kurtarıldı.”

“Başbakan Ulusu, Bakan Sadık Şide Kandilliye geldiler, kimliği belirlenen işçilerin cenazelerine katıldılar.”

“Bilirkişi heyeti olayda tedbirsizlik olup olmadığını araştırıyor.”

“Facia öncesi ocakta grizu kontrolü yapılmadığı iddialarını görevliler yalanladı.”

“5.000 madencinin çalıştığı Armutçuk bölgesindeki tam teşekküllü hastanenin kaldırılıp sadece iki pratisyen hekim bırakılması şiddetle kınandı.”

“İşçilerin cenazesini kaldırmak için 23 imam getirildi.”

“Kurtarma timindeki 2 işçi oksijen tüplerinin yetersizliği nedeniyle can verdi.”

“Ankara’dan gelen hükümet görevlileri görev başında ."
" Devletimiz yaraları saracaktır. Olay ihmalden kaynaklanıyorsa sorumlulardan hesap sorulacaktır."‘

"Askeri yönetiminde etkisiyle hükümet yetkilileri bu kez son derece hızlı. Bakanın bizzat kendisi kimliği tespit edilen ölülerin yakınlarına 7.500 TL cenaze yardımının ve 50.000 TL avans verileceğinin ‘sözünü’ bizzat kendi verdi."

29.Eylül.2006 / Kayseri.






Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bildik Bir Öykü
Şampanya Şampuan

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şöhretli Yazar Olmanın Formülü
Dışardakiler
Aynan Benim...
Şeytanmerdiveni
Botlar
Homa Kuşu'nun Seçimi
Gece
Yitik Bir Cumartesi Gecesi
Havlu
"Sandık Sandıklar İçiinde Sandığıımız Vaar... ""

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sır'ın Merkezine Seyahat [Roman]
Kutu Kutu Pense Kısmetim Neyse [Deneme]


ihsan alaittin bilgen kimdir?

Yaşam denizinin kıyısında taş kaydırırken derinliklerinden gelen kokusunu içinize çekemezsiniz. Her seferinde biraz daha derinlerden gelen kokusunu duymak için ilerilere açıldım. Her seferinde yeni acılar, hazlar tattım. Acıları, ''yaşadım ya, bu da bir şey'' ibmiginden geçirip katlanır kıldım. Nerede ve ne şartta olursa olsun gülmeyi unutmadım. Gülümsetmeyi denedim.

Etkilendiği Yazarlar:
Haldun Taner,Nazım Hikmet,Volter,Victor Hugo


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.