"Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu her altı ayda bir değiştirirler." -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Aşçıbaşının dediği gibi:’’İyisi haftayı, kötüsü haftalığı kurtaran cumartesi gecelerinden,’’ biriydi. Pencere önündeki masaya az önce iki genç kız oturmuştu. Birilerini bekler gibiydiler, gözlerini restoran önündeki park yerine dikmişlerdi. Kısa boylu olanı uzun saplı spor çantasını taktığı sandalyesini duvara yanaştırmış; kırmızı üstlüğünü çantanın üstüne atmıştı. İç gıcıklayıcı görüntülere nazır çevre masalar henüz boştu. Yüksek bankonun arkasında oturan restoran sahibi onların içeriye girmesiyle keyiflenmişti. Gece servisinin yüzlerini ilk kez gördüğü müşterilerle başlamasını o gece işlerin iyi gideceğine yorardı. Mal sahibi, birikmiş kiraları ödemesi ya da dükkânını boşaltması için bir ay süre vermişti. İşler iyi giderse, çalışanların haftalığını, toptancının alacağını, vergiyi, elektrik faturasını ödenmezse bu parayı bir ayda kıtı kıtına ancak toparlayabilirdi. Bunların hiçbirini yapamıyacağını O, da biliyordu. Bunca yılın emeğini hüzünlü mü, boş gözlerle mi taraması gerektiğini kestiremiyordu. Genç kızlar, mönüye üstünkörü bakmış, margarita pizza ısmarlamışlardı. Erol Bey, ki restoranın tek garsonudur, salata, sarımsaklı ekmek isteyip istemediklerini, ardından ne içeceklerini sormuş, üzülerek iki kişiye tek içecek siparişi almakla yetinmek zorunda kalmıştı. Daha masalardan sipariş alınırken kaç para bırakacaklarının hesabını yapan restoran sahibinin hüznü daha bir iç paralayıcı olmuştu. Ortada ikinci bir masa yoktu. Bahçe ışıklarını yakması için garsona işaret etti. Caddeye içerlek duran restoranın ışıkları bahçedeki erguvan ağacını aydınlattı. Erguvanların coştuğu aylardan mayıstı. Erol Beyin, incecik bedeni, upuzun kolları, kemikli kocaman elleri vardı. Çökük avurtlarının yarı aralık bıraktığı ağzından iri dişleri görünüyordu. Kuver dolabının kenarına kolunu dayamış, erguvan ağacının morluklarına dalmış, yuvarlanıp gittiği yaşam yumağını tel tel ayırıyordu. Bu gece, servis tepsisinde fazladan bir de hüzün taşıyacaktı. Üç yıllık evliliği süresince iki kez evi terk eden karısı son ihtarı çekmişti. Ya adam gibi eve para bırakır ya da emekli maaşı yüzsuyuna hürmeten birlikte yaşadıkları annesiyle onu başbaşa bırakıp, giderdi. Karısı, bir tekstil atölyenin ön muhasebesini tutuyor, telefonlarına bakıyordu. ''Üst başa para harcamadıktan sonra bir sıkımlık canını nasıl olsa doyururdu. Birşeylerin değişeceğini umarak yaşadığı yılları, bir gün gelir satılır umuduyla tozlu depolara yığılmış defolu çamaşırlar gibi üst üste yığmaya niyetli değildi. Ortada çoluk çocuk yokken ayrılmak en iyisi idi.'' Erol Bey orta halli, doğma büyüme İstanbullu bir ailenin, tek çocuğuydu. Hani şu bahçeli, teraslı ahşap evlerinden, avuçiçi balkonlu apartman dairelerine taşınmış olsalar da yaz akşamı rakılarından da onurlarından da vazgeçmeyen ailelerden. Garsonluk en son düşüneceği işti. Ancak ölen babanın ardından hastalanan annesi, genç yaşta dışarlıklı bir kızla evlenmesi onu ne iş olsa yaparım kıvamına getirmişti. Bazen çalıştığı işyerine Fenerbahçe Lisesinden arkadaşlarının geldiği oluyordu. Basket takımlarının pivotunun masalarına servis yapması onları hüzünlendiriyor... Konuştukça hüzün çayırında ‘neydi o günler geyiği’ otlamaya başlıyordu. Söz dönüp dolaşıp basketbol koçları Ateş Hocanın, merdiven başında uzun saçlı öğrencilerin saçlarını bahçe makasıyla budamasına, iri tokalı, geniş kemerlerini bellerinden çıkarıp; kafaderilerinde parlatmasına dek geliyordu. Aşçıbaşına bir ince hamur orta boy margarita rica edeceğim derken, Patronunun duyabileceği şekilde ilave etmişti: ‘’Şimdilik bir kola istiyorlar.’’ Aşçıbaşı, çok şeyimdeydi havasında yamağına seslendi: ’’İnce orta, hamur kes.’’ Unlayıp oklavayla incelttiği hamuru elleri arasında tokatlayarak açtı, tabanını deldiği hamura domates sosunu yaydı, peynirini serdi, fırına sürdü. Servis camından patronuna: ''Sen işten haber ver, yeter ki pizza istesinler der’’ gibi baktı. Restoran sahibi, bu bakışları çok iyi tanıyordu. O günlerde gelecek dercesine Aşçıbaşına baktı. Erol Bey, kırmızıbiberli, kekikli zeytinyağını götürdüğünde masadakilerin iğneli beşiğe oturmuş halleri geçmemişti. Böylelerini iyi tanırdı. Sandelyelerine iyreti otururlar, ceplerindeki parayla ödeyecekleri paranın hesabını yapmaktan ne yediklerinin ne içtiklerinin tadına varırlardı. Bazen bir anda hesaplarını ödeyecek biriyle çabucak arkadaş oluverirlerdi. Dükkânın özene bezene yapılmış sokak içi İtalyan lokantalarını andırır kırmızı-beyaz-yeşil ağırlıklı dekorasyonuna bile baktıkları yoktu. Kapıya yanaşacak bir arabayı gözlüyor gibiydiler. Sandalyesinın arkalığına taktığı spor çantayı düzelten kız, tepesinde dikilen garsona inat, düşük belli pantolonunun, açıkta bıraktığı gamzeleri, bluzunun ucunu çekiştirerek örtü: ''Nereden anladın bizi izlediklerini’’, dedi. En etkin silahları camgöbeği rengi bluzunun ardında bire beş var pozisyonunda duran arkadaşı: ''Aptallık etme kızım. Bizi arabasına atan oğlanın evinden çıktığımızda aynı araba kapıdaydı.’’ Kapıdan giren, sakallı adamın yüzünde sahte bir şirinlik maskesi asılıydı. Anatomi atlasını örtmeye çalışan kız, arkadaşına: ''İzlemişler.'' Sakalı adam, bankonun önünde durdu, en havalı üniformaya beş basar halli, telsizini bankonun üstüne oturttu: ''Fırın yanıyor mu?'' Yandığını biliyorum der gibi sormuştu. Beleş pizza istemeden önce bu soruyu sorması gerektiğini dün gece öğrenmişti. Erol Bey, böyle sevimsiz anlarda her keresinde yaptığı gibi yine mutfağa kaçmıştı. Üniformasız da olsa üniformalı halli dolaşan sivil, dün gece geç saatlerde ‘‘fırın kapalı’’, denerek savuşturulduğu unutmamıştı. Bu keresinde pizzayı kapacakmış gibi görünüyordu. ‘‘İki kişiyiz’’, dedi. Servis saati başlamasına karşın henüz ortada margaritacı masadan başka masa olmadığı için keyifsiz olan restoran sahibi, mutfak kapısını araladı, aşçıbaşına: ‘‘Orta boy natürel bir pizza at’’, dedi. Buradaki natürel tanımı pizzanın dünden kalma hamurla, üzerinde aşçıbaşının elinin yağından başka bir çeşni olmadan yapılacağı anlamına geliyordu. Camgöbeği bluzlu : ‘‘Pizza almaya gelmiş,’’ dedi. Kendi söylediğine kendi inanmamış, tedirginliği artmıştı. Daha rahat görünmeye çalışan arkadaşı da tedirgin olmaya başlamıştı. Erol Bey, mevcut durumla ilgi psiko-sosyal yorumunu Aşçıbaşına aktardı: ‘‘Dün gece yemleseydik, servis saatinde dükkâna dalıp müşteriyi tedirgin etmezlerdi.’’ Sivil:‘‘Biz dışarıda, arabada bekliyoruz,’’ dedi çıkarken. Masadakiler alelacele hesabı ödeyip, kalktılar. Erol Bey, kasa fişi ve paraüstünü sıkıştırdığı deri kaplı adisyon defterini masadan alacağı sırada restoranın, iki yanından iri beyaz taç yapraklı kocaman tepelikli margaritalar fışkıran beton yolunda çocuklu bir aile belirdi. Küçük çocukları olan müşterilerden pek hazetmezdi. Kirlenen masa örtüleri, servis sırasında fazladan istekler, bolca harcanan peçeteler, kırılan porselen kül tablaları, tuzluklar, hesap defterinin arasına bırakılan üç beş bozukluk demekti, çocuklu aileler. Çocuklu ailenin ardından margaritalarla süslü yolun başında beliren yaşlı karı kocanın yiyecekleri belliydi. Orta boy iyi pişmiş margarita ve ayran. İlk gelen ailenin siparişlerini götürürken sandalyenin arkasına asılı çantayı fark etti. Servis sonrası çantayı patronunun orda ki bankonun yanına bıraktı. ‘’Demin ki genç bayanlar unutmuş,’’ dedi. Patronu zihinden al ver hesapları yapıyordu çantayla ilgilenmedi. Sipariş telefonları da çalmıyordu. İş umduğundan daha kötü gidiyordu. Sıkıntıdan bankoya bırakılan çantayı aldı. Çantanın önündeki cebine elini daldırdı. Bir kredi kartı hesap özeti çıktı cepten. Hesap özetinin üzeride yakın bir adres yazıyordu. Harcama kalemleri arasında pahalı giyim mağazaları, eğlence yerleri ağırlıktaydı. İşyerini kurduğundan beri eşiyle birlikte bir yerlere gidip başbaşa yemek yememişlerdi... İşlerin yoğun olmadığı geceler kendi restoranlarında, servis alındıkça otura kalka yemek yedikleri oluyordu. Adres yakınca sayılacak bir yerdeydi. Çevredeki olası müşteri adaylarını hoş tutmak gerekirdi. Motosikletli servis elemanını çağırdı: ''Şu adrese bir bak,’’ dedi. Bu gün buraya gelmişler mi? Başka bir şey söylemene gerek yok. Unutulduğundan bahsetmediği çantayı servis elemanıyla yollamak istememişti. Sahibine elden teslim etmek en doğruydu. Oysa servis elemanı unutulan çantadan çoktan haberdar olmuştu. Erol Beyin, ağzında bakla ıslanmazdı. Servis olmadığı için huzursuz olan eleman yüklüce bir bahis umuduyla baktı patronunun uzattığı hesap özetine. Tam çıkacağı sıra sipariş telefonu çaldı. Patronu bankonun oradan dur işareti yaptı. Bir büyük boy pizza siparişi almıştı. Siparişi götürdükten sonra unutulan çanta için verdiği adrese uğrardı. Çıkan pizzayı kapan motosikletli eleman, hızla motosikletine atladı. Yere düşen adisyonu alırken gözü yerdeki kırmızı çantaya ilişti. Çantayı yerden aldı. Büzgülü ağzını açtı. Çantanın içinde kapalı bir cep telefonu, anahtarlık, pahalı tarafından bir kol saati ve ağzına dek para doluydu. Paranın sıcaklığı yüzüne vurdu. İçinde bu kadar para, değerli eşyalar olan çantanın ucuz yollu orospularının elinde ne işi vardı. Böyle bir pahalı semtte oturacak halleri yoktu. Çantayı çalmış olduklarını; sivil polisi görünce telaşlanıp; bırakıp gitmiş olabileceklerini düşündü. Hiç gereği yokken kendi elleriyle bir serveti sahibine iade etmeye uğraşıyordu. Telefona sarıldı. Servis elemanı telefona cevap vermiyordu. Hızır gibi imdadına yetişmiş olacaktı o paralar. İyi de yanına koyarlar mıydı? Kaptırırlar mıydı? Kapısı çalındığında o garip sersemliği üzerinden atamamıştı. Başının içini karıncalar talan etmiş gibiydi. Daldığı derin uykudan az önce uyanmıştı. Gözetleme deliğinden baktı. Kapıda duran pizza servis elemanına bir anlam veremedi. Yanlış adrese gelmiş olmalıydı. Kapıyı açtığında: ''Siparişimiz yoktu’’, dedi. Servis elemanı şirin görünmeye çalışarak: ''Biliyorum efendim,’’ dedi. “Bugün sizlerden restoranımıza gelen oldu mu?” İçinde umut güvercinleri kanat çırptı. Servis elemanına telefon komidinin çekmecesinden buluverdiği üç beş bozukluğu verdi. Alelacele üzerine bir şeyler geçirdi. ‘Sivrisinek halli’ garsonun selamını belli belirsiz aldı. Birkaç gece eve dönerken uğrayıp pizza almışlığı vardı. Bankoya yanaştı. Kasadaki adam yapışmış bir yüz ifadesiyle hoş geldiniz dedi. - Sizden bir arkadaş uğradı. Sanıyorum bir şeyler unutulmuş. Ahu Hanım uğramış olabilir. - Ahu Hanımı tanımaz mıyız? Maalesef uğramadılar. Önemsiz bir şey efendim, akşamüstü yemek yiyen iki hanım bir çanta unutmuşlar, içinde hesap ekstreniz çıktı. Gözü sırt çantasını aradı.Harcamalarını O, ödese de sosyal yaşamının röntgenini çeksin istemiyordu. Elbette yaşamında bulutlanmış noktalar olacaktı. Kırmızı sırt çantasının bankonun üstüne konurken çıkardığı şıngırtılı sesle irkildi, çanta boştu. Yanılmadığını çantanın büzgülü kordonunu açtığında anladı. Çantada kapalı duran cep telefonu ve evdeki kasa anahtarının da takılı olduğu anahtarlıktan başka bir şey yoktu. Restoran sahibinin, çantayı teslim etmekle içindekileri teslim etmenin aynı şey olmadığını anlaması için yazarkasa çekmecesinin açılırken çıkardığı tınlamaları umduğu kadar duymamış olması ve Erol Beyin yemek molası için mutfak girmesi yetmişti. Çapkın cazgır ortada bir gariplik olduğunun farkındaydı. Emin olmadan kokusu sevgilisinin burnuna gidecek hırsızlık hikayesini ortaya sermek istemiyordu. Paraları kızların başka bir çantaya koyup gitmiş olabileceğini de düşünmüyor değildi. Çoktan telefonla aramış olmalıydı. Çantanın içindeki telefonu açar açmaz telefonun çalmaya başladı. İt, çomak boşuna birlikte anılmamıştı. Telefonunu çaldıran oydu. - Nerdesin Dellocuk ? - Akşam için bir şeyler alıyorum. - Kıyamam sana. Boş ver dışarıda yeriz. Telefonu kısa kesmeğe çalışıyordu. En cezbedici silahına davrandı. - Başbaşa olalım istemiştim canım. Kaç gibi evde olursun? - Onu bulmadan olurum evde. Kusura bakma biliyorsun bu ara ofiste işler yoğun. ****** Comağı anımsamasına neden olan sevgilisi, bir zamanlar yaşlı zengin erkeklerin uğruna harcadığı paralarla yükünü tutmuştu. Şimdi sanat dünyasından elini ayağını çekmiş, bir zamanlar tecavüz sahneleri çektikleri ormanlık alanların içine kurulan tek katlı bahçeli villaların pazarlamasını yapan bir emlak ofisi açmıştı. Filmlerınde onu kötü emellerine alet etmeye çalışan müzmin tecavüzcüsüyle birlikte çalışıyordu. Villalarını pazarladıkları mütahit de yıllarca paralarını almak için peşinden koşturup durdukları eski bir film yapımcıydı. Kısacası eskiden tecavüz sahnesi çektikleri ormanlık alanın hep birlikte hakkından geliyorlardı. İlerlemiş yaşına karşın girdiği her ortamda kendine bakılsın isterdi. Hakcası bunu becermesini de biliyordu. Bir yaştan sonra kendine baktırmanın en kestirme yolunun koluna girip dolaşacağı genç erkekler olacağını kestireli yıllar olmuştu. Birlikte yaşadığı genci seviyor muydu? Şimdiye dek kimi sevmişti ki. Dümen kendi elinde olduktan sonra girdiği hiçbir ilişkiden zarar görmemişti. Dümende durmakta öğle kolay olmuyordu. Telefona uzandı. - Zeliş aramadınız. Temiz mi onu söyle. - …… - Demek öğle. Gerisini anlatmana gerek yok. İşin devamın getirseydiniz bari. - …… - İyi o zaman. Ben uğrar emaneti alırım. - …… - Ne demek bırakmak zorunda kaldık. Siz kafayı mı yediniz. Polis ne yapacak size. Nereye bıraktınız onu söyleyin . - ……. - Bizim evin ordaki mi ? Çabuk dönün ben de geliyorum oraya. Kızların geri döneceklerini ummak işine geldi. Çantayı aldı, bir kahve söyledi, cam kenarındaki masaya oturdu. Erol Bey, çantanın yükünün hafiflediğinin farkındaydı. Kahveyi masaya bırakırken: ''Döneceklerdir beyfendi'', dedi. Margeritalarla süslü yoldan ilerlerken onu gördüğünden yerinden kalkıp kalkmamakta tereddüt etti. Gereğinden fazla aydınlatılmış masasında otururken kendisini görmemiş olmaması olası değildi. Gözgöze gelmişlerdi. Kapıya koşturan garsonun ardından kapıya yöneldi. Hiçbir şey olmamış gibi öpüştüler. Ne büyük tesadüftü. ''Başbaşa tv karşısında yenecek bir yemek için O da pizza sipariş vermeyi düşünmüştü.'' ''Kahvem bitti kalkalım'', dediğinde içini titreten bir öneriyle karşılaştı. Şimdi eve kapanacak ne vardı. Bahçedeki erguvan ağacına karşı pizza yemek keyifli olacaktı. Hem arada bir böyle sıradan yerlerde yemek hoş oluyordu. Restoran sahibi, bu ummadık müşterilere sevinmesi mi üzülmesi mi gerekiyordu kestiremiyordu. Durumdan vazife çıkarmak Erol Bey’e düştü. Bu olagandışı masadan en pahalısından bir şarap, büyük boy deniz mahsulleri pizzası salata siparişi almıştı. Kimlerin geldiğini söyleyip Aşçıbaşına, siparişini ballandıra ballandıra verdi. Siparişi özenle hazırlamayı kuran Aşçıbaşı, servis penceresinin aralığından ‘tapılacak kadına’ baktı. Aralanmış dekolyesiyle dünyaya yanbakan göyüslerini masaya bir servis tepsisi gibi uzatmış oturuyordu. İyi ki bugün chees kek yapmıştı. Çikolata sosunu ateşte diriltmek gerekti. Tersliğin sabahtan beri peşini bırakmadığını düşünüyordu. Yataktan kalktığında yılın her ayına neredeyse eşit dağılmış kutlama günlerinden biri olduğunu anlamıştı. ‘Ahuşu’ onu kaldırmaya kıyamamış, giderken başucuna bir tomar para bırakmıştı. Tanışma, ilk öpüşmeleri, birlikte oldukları ilk gece, ilk tatile çıkışları, doğum günleri, sevgililer günü gibi olur olmaz yıl dönümlerini kutluyorlardı. Komidin üstündeki paralar sevgilisinin son dönemlerde kutlanacak özel günleri hatırlatma yoluydu. Bu sayede anlamsızca yapılan tartışmalar son bulmuştu. Günün neyin yıldönümü olduğunu hatırlamaya çalıştı. ''Mayısın 5 de çalıştığı spor salonuna spor yapmak için geldiğinde tanışmış... Haftasına yemeğe çıkmışlar, yemek sonrası ilk kez öpüşmüşlerdi. Öpüştüklerinde gece yarısını geçtiği için iki gün arka arkaya kutlama yapıyorlardı. Bu tarihleri hatırlıyordu. Doğum günlerini ve diğer özel günleri de. Hiç biri mayısın son günlerine denk gelmiyordu. Banyo yaparken neyi kutlamaları gerektiğini anımsadı. Geçen mayıs başında ayrılma noktasına gelmişler, ayın 29’un da dostlarının araya girmesiyle barışmışlardı. Suyun uyarıcı etkisini vücudunda hisseti. Suyun kaldırma kuvvetini Arşimet bulduğunda kaç yaşındaydı acaba. Onlara, artık işletmecisi olduğu spor salonundan arabasıyla çıkarken sahil yolundan rastlamıştı. Arabasıyla önlerinde durması yetmiş, gerisi kendiliğinden gelmişti. Olan olmuş cepleri boşaltılmış, sevgilisinin hediyesi altın kaplama kol saati, cep telefonu, arabana anahtarının da üzerinde olduğu nazarlıklı anahtarlık ortada yoktu. Acun adım salona koşturmuştu. Salondaki şöminenin bacasına gizlenmiş gömme kasanın kapısı açıktı. ‘Ahuşu’nun duyduğu güvenin sembolu olarak ona emanet ettiği kasa anahtarını nasıl fark etmiş; kasanın yerini nasıl öğrenmiş olabilirlerdi. Sevgilisinin sabah çıkarken kasayı açıp içindekileri boşaltmış olmasını dilemişti. Salon penceresinin perdesini aralayıp dışarı baktı. Araba yerinde duruyordu. Kasanın yerini onlara kendi söylemiş olabilir miydi? Hiçbir şey hatırlamıyordu. Hatırladığı tek şey sarmaş dolaş o iki küçük orospuyla divanda oynaşmasıydı. İyi de bu kadar profesyonel olabilirler miydi? Hem içkisine ilaç atıp onu uyutacaklar hem de evdeki kasanın yerini ağzından alacaklardı. Olanlar bir zamanlar sevgilisinin başrolünü oynadığı filmlerdeki sözüm ona entrikalara benziyordu. Onu telefonla arasa ağzından laf alabilir miydi? Koridordaki altın yaldız çerçeveli aynalı sehpanın üzerindeki telefonu kaldırdığında sehpanın altına atılmış spor malzemelerini gördü. Telefon etmekten vazgeçti. Spor çantası ortada yoktu. Giderken yanlarında götürdüklerine göre kasayı onlar açmış olmalı diye düşünmüştü. Bu beyinsiz, kas yığını herif için bu kadar tezgah hazırlamaya gerek var mıydı diye düşünmeden edemiyordu. Kıçına tekmeyi vurduğu gibi kapı dışarı edemez miydi? Herşey eskisi kadar kolay değildi. Emlak satarken bile, sık sık medyada kendisinden bahsetirmesi gerekiyordu. Türedi zenginler garip bir şekilde gözönünde olmayı da gözönünde olanlarla iş yapmayı da seviyorlardı. ‘Dellocuğuyla’ ilişkisi onu sık sık medyanın önüne taşımaya yetiyordu. Onun sayesinde de olsa, Dellocuğu sosyetenin bir numaralı spor salonunun işletmeciydi. Bunları bilmesine rağmen garip kadınsı bir güdüyle sevdiğinin ipliğini pazara çıkarmaktan hoşlanıyordu. Bugüne dek ona duyduğu güveni boşa çıkarmamıştı! Anahtarlarından birini ona teslim ettiği bu da bizim fak-fuk fonumuz dediği kasadaki paralara el vurmadığından emindi. Emin olmadığı tek şey vardı. Küpünün dibini bulan kadınlığının Dellocuğuna yetip yetmediğiydi. Zeliş’i ve yeni yetme arkadaşını bu yüzden ayarlamıştı. Cazgır sevgilisine zorlama da olsa bir çeşit sadakat testi yapmak istemişti. Sınıfta çakarsa onu kapı dışarı edemeden önce hediye ettiği altın kol saati, o pahalı cep telefonunu geri almayı planlamıştı. Zeliş, gereksiz yere tırsmasaydı herşey istediği gibi sonuçlanacaktı. Restorana girdiğinde sandalyenin arkalığına asılmış çantayı gördüğünde içi burkulmuştu. Salak Zelişin, polisten korkup bırakıverdiği çanta emin ellerdeydi! Almalarını tembihlediği yaşgünü hediyesi altın saatte, sadaketini test ettiği sevgilisinin kolunda... Restoran sahibine helal olsundu. Nasıl olduğuna akıl erdiremese de eve haber vermişlerdi. Şarap da güzeldi. Çıkarken yüklü bir bahşiş vermek gerekirdi artık. Kızlar, sabah komidininin üstüne koyduğu paraları sevdiğinin cebinden çekmiş almış olmalıydılar. Yapacak birşey yoktu. Ondan bunun hesabını nasılsa ilerde birgün sorardı. Hevesi kursağında kalmış Azgın Boğasını kurtarma yazılısına çekmeye, gecenin tadını çıkarmaya karar verdi. Gecenin hayali ve şarabın etkisiyle yanakları kızarmıştı. Restoran sahibi, 'küçük oruspuların' soydukları evin sahipleri masada otururken geri dönmeyeceklerinden emindi. Onlar da keyifle şaraplarını içtiklerine göre mesele yoktu. Garson çantanın boşalmış olduğunun farkına varmış mıydı acaba. İş ona kaldıysa kolaydı. Masa kalkar kalkmaz restoranı erkenden kapatmaya karar verdi. Nasılsa işleri düze çıkaracak parayı fazlasıyla kazanmıştı. Kadının haberi olmasa bile adamım bu kadar yüklü bir parayı çaldırdıktan sonra rahatça şarabını yudumlamasına bir anlam veremiyordu. Sivillere beleş pizza verdiği için kendini kutladı. Her işte bir hayır vardı. Yemekleri de bir türlü bitmek bilmiyordu. Margaritalarla süslü yolun başında Zeliş’in camgöbeği bluzunu fark ettiğinde tuvalete gitme bahanesiyle masadan kalktı. ‘Dellocuğu’da onları görmüş olmalıydı avurtlarındaki adeleleri atmaya başlamıştı. Garson tuvaletin olduğu bölümü gösterirken telefonunun tekrar arama tuşuna bastı. Zeliş’e geri dönmelerini söyledi. ‘Dellocuğu’ aynı şeyi yapmak için ayağa kalkmıştı. Restoran sahibi kapıya, dek gelen küçük oruspuların gerisin geri dönmesine de masadaki adamın onları görüp ayağa kalmasına da anlam verememişti. Henüz atlatamadığı yürek çarpıntısının etkisiyle bir sigara yaktı. Masaya döndüğünde ‘Dellocuğunun’ şarabını bitirmiş olduğunu gördü. Hem zarif hem erkeklik görevini layıkıyla yapan erkeklerin sadece filmlerde olacağının farkına varalı yıllar olmuştu. Yine de boş bardağı gözucuyla süzmeden edemedi. - Azgış, ne o ben masadan kalkar kalkmaz evkar mı bastı. Çikolatalı chese kek gerçekten nefisti. Restoran sahibi restoranlarını ilk kez şereflendirdikleri için hesabı da almamıştı. Hesap defterinin arasına yeni çıkan bankonotlardan en babasını yerleştirmesi için sevgilisini uyardı. Göz ucuyla restoran sahibini süzdü. Bankoya yanaştı teşekkür etmek için elini uzattı. Bu kel, göbekli adamın eski bir hayranı olmasını kendine yaraştıramasa da gösterdiği jesten memnundu. Aşçıbaşı da Erol Beyle birlikte kapıda onları uğurluyordu. Restoran sahibi bu densizliği hoş karşılamasa da yükünü tuttuğu cumartesi gecesinin hatırına ses etmedi. Çıkan kıymetli müşterilerini başıyla uğurlarken arkalarından başka müşteri gelmemesi için dua etti. Verdikleri yüklü bahşişin kokusu çabuk yayılmıştı. Servis elemanı restoranın bahçe kapısında onları uğurlarken bir şey unutmadınız der gibi adama yanaştı. - Çantanızı unutan hanımlar az önce buradaydılar. Bir eksiğiniz yok ya efendim dedi. ‘Dellocuğunun’, yılışık servis elemanın burnunun üstüne bir yumruk oturtmak yerine avucuna bahşiş bıraktığı için ne denli kızgın olduğunun farkındaydı. Sevgilisinin koluna girdi: ''Hangi kızlardan bahsediyor bu.'' derken soracağı hesabın ucunu yakaladığı için mutluydu. Çalışanlar, restoran erkenden kapandığı için memnundu. Erol Bey, bu gece aldığı bahşişle henüz kapanmadıysa karısına o çok sevdiği baklavacıdan bir kutu baklava götürecek annesine çaktırmadan odalarına çekilip afiyetle yiyeceklerdi. Hesap kapatma bahanesiyle dükkanda kalan patronlarının kapıda duran sivil polis otosunu gördüğünde keyfi kaçmıştı. O kirli sakallı polis dükkana doğru ilerliyordu. Yüreği kulaklarında atıyordu. Kapıya doğru ilerledi. Daha O, kapattık demeden Sivil: ‘’Yakında bu dükkanı kapatırsınız.’’ , dedi. ‘’ Pizzalarınız rezalet.’’ Sivilin ardından kasa üstünü aydınlatan güvenlik lambası hariç bütün lambaları söndürdü. Bankonun altındaki dolaba boşaltığı para destelerini çıkardığında her şeyin bu kadar düz gitmesinin nedenini anladı. Heyecanla dolaba doldurduğu, dükkânı kurtarmak için son umut olarak gördüğü paralar bir film çekiminden kalma, adi kağıtlara basılmış kalp paralardı. Bilinçsizce işleyen zihninden ben bu filmi görmüşmüydüm diye geçti. TEBRİZ /2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ihsan alaittin bilgen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |