Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Karl Marx 1848'de Engels ile birlikte "Komünist Manifesto" yu yazdığında, eminim bizlerin şu halini tahmin etmemişti bile. Gelgelelim o devirde Avrupa'da işçilerin hali acınacak durumdaydı. Ücretlerin düşüklüğü, calışma ortamının zorluğu, uzun calışma saatleri bir yana ya ücretlerini alamıyorlar, ya da içki karşılığı alıyorlardı. Şimdi ücretlerimizi içki karşılığı almıyoruz, bu doğru! Ama sattığımız fizik ve zihin gücü yanında ruhumuzu ele geçiren bu düzenin her gün beni kemirdiğini içten içe hissediyorum. Daha fazla kar etmek isteyen kurumlar rekabet yüzünden fiyatları çok arttıramadığı için maliyetleri kısmaya devam ediyorlar. Bu da en basitinden benim gibi enayileri daha cok calıştırmakla mümkün oluyor. Marx 19 yy. ortasında kapitalist düzenin zaman içerisinde kendi kendini yok edeceğini öngörmüştü. Rekabet ortamında yaşayabilmek için Burjuvanın yani işletme sahiplerinin maliyetleri kısacağı, bunun proleter kesimin daha fazla sömürülmesine yol açacağı idi. Tabi aynı adımların rakipler tarafindan da alınması sonucunda daha az iş gücüne ihtiyaç duyulması bu da çalışan kesimin işe yabancılaşmasına sebep olacaktı. Bunun neticesinde sosyal problemlerin artacağını, ortaya çıkan krizlerin kapitalizmin kendi sonunu getireceğini öngörmüştü. Bu teori belki de gerçekleşecekti. Ama o zaman sanayi devrimi daha dev adımını atmamış ve tüketimini tetikleyen seri üretim baslamamıştı. Bu atılım kapitalizme yeni bir yol açtı. 2.dünya savaşı sonrası soğuk savaş döneminde tam savaşı kaybediyorken, 1980 sonrası teknolojik gelişme ile hız kazanan globalizmle beraber 1991 yılında, rakibi komünizmi can evinden vurdu. Zaten öncesinde evinde kaynaklarını ve ucuz iş gücünü yitirmiş olan firmalar yemyeşil ovalara salınan sürüler gibi teker teker önüne açılan ülkeri sömürmeye başladı. Komünizmi kolay kolay bir daha ortaya çıkmamak üzere yere serdi. Bildiğiniz üzere bizde 1981 yılında resmi olarak kutlanmasına son verilen İşçi Bayramı (bizde Bahar Bayramı olarak anılırdı) avrupanın bir çok ülkesinde bunca meşaketli yılın anısına hala değerli bir resmi bayramdır. Onca mücadelenin anısını insanlara hatırlatmaktadır. Özellike İtalya, Fransa ve Almanya’da çalışanların önemli sosyal haklar edindiği bu bayram azınlıktaki Komunist partilerin öncülüğünde çoşkuyla kutlanır. Finlandiya’da bu bayramı kutlayan ülkelerden biridir. Burada da çalışanlar çok önemli sosyal haklar edinmişlerdir, ama burada biraz daha farklı kutlanır. 1 Mayıs “Wappu day” olarak anılmaktadir. Helsinki sokaklarında işçi hakları hakkında sert konuşmalar, sokak yürüyüşleri yerine, parkların her bir köşesine sızmış sarhoşların usta jimnastikçilere nazar edercesine esneklikte uyuma şekillerini görürsünüz. Evet gercekten cok ilginç! Kadın erkek ülkenin büyük bir coğunluğu sarhoş olup yıkılana kadar içerler. Hele bu sene olduğu gibi 1 Mayıs'in haftasonu ile birleştiği yıllarda ise bu kutlamalar hafta sonunda yayılıp bir şenlik :) havasına döner. Bunun sebepleri, acaba Marx' ın isyan ettiği gibi maaşları içki ile ödeme geleneğinin günümüze bir yansıması mı diye buradaki arkadaşlarıma sordum. Aldığım cevap tahminlerimin tam aksineydi. “Wappu” gününü anlamak için, burada bir kış geçirmem gerektiğiydi. O zaman bu günün uzun ve karanlık bir kış sonrası insanların hayata tekrar sarılması ve bunu kutlaması olduğunu anladım. Anlayacağınız buradaki İşçi bayramının bir zamanlar bizde de kutlanan Bahar bayramından başka bir şey olmadığını öğrenmiş oldum. Bildiğiniz üzere Marx’dan sonra sosyalist hareket Sosyal Demokrasi ve Leninizm olarak ikiye bölündü. Ilımlı yanı olan sosyal demokrasi özellikle kuzey ülkelerinde oldukça fazla yandaş buldu. Özellikle soğuk savaş döneminde komünizmin baskısını en çok hisseden kuzey ülkesi olan Finlandiya, dönem içerisinde çok da mali zorluklar yaşamış da olsa sosyal demokrasiyi başarıyla uygulamaktadır. Sonraki yazımda da detaylarını belirteceğim üzere, gelir seviyesinin artışına paralel olarak yüzde elliler üzerine çıkan vergi oranları hükümetin yükümlüklerini getirebilmesine en önemli desteği sağlıyor. Ama gelir vergisi oranları bilinenin aksine çok fazla değil! Ama bunun üzerine belediye, kilise, bezner vergiler de eklenince toplam vergi rakamı yükseliyor. Bizim vergi yükümlülüklerimizle onlar arasında bir uçurum olduğunu lütfen düşünmeyin. Bence Finlandiya’da ki en temel farklılık, ister şirket sahibi ister çalışan olsun, toplumdaki her bir bireyin bu sorumluluğunu dürüstce ve sorumlukla yerine getirmesidir. Bizlerin her birinin içine işlemiş olan gelirini saklamak, az göstermek, ödemeleri geciktirmek ya da ödememek gibi kavramların orada herhangi bir anlamı yoktur. Gerçekten çok dürüsttürler. Akıllarından herhangi bir hinlik geçmez. Sonunda bu ödediği paraların yine kendisine çalınmadan geri döneceğini, gerektiğinde haklarını da sorabileceklerini bilirler. İstedikleri takdride yan komşusunun ne kadar vergi ödediğini her bir vatandaşa erişimine açık olan vergi raporlarından takip edebilirler. Devlete ödeyeceği yükümlükleri nasıl azaltabileceğini düşünen biz Türkler için bu tip erdemleri kavrayabilmek biraz zordur. Thomas More’un 1515’de yazdığı Ütopya isimli kitabı duymuş, belki de okumuşsunuzdur. İlk olarak onun tarafından betimlenen “yok” devlet daha sonra Campanella, Francis Bacon gibi bir çok yazar tarafından daha hayal edilmiştir. Sınıf ve cins farkının olmadığı, her kesin barış ve huzur içerinde yaşadığı, eşitlikçi, paylaşımcı bir düzen hülyasını, hepimiz ister ve dileriz. Böyle bakıldığında ileride oluşmasını hayal ettiğim Birleşik İnsanlık Realitesi’ne ya da Ütopya’ya en yakın ülkerden biri de Finlandiya’dır ve diğer İskandinav ülkeleridir. Eğer bu hayali gerçekleştirmek isterseniz, More’un hayal ettiği ılıman iklimdeki ada yerine, buranın soğuklarıyla ve karanlıkta geçen ayları ile yaşamaya alışmalısınız. Kimilerine göre Marx’ın komünizmi de bir ütopyaydı. Bireylerin egosu, statü beklentileri bu rüyanın gerçekleşmesine hiç müsade etmedi. İnsanlar ve toplum hep kolay olanı, bencilliği seçti, hep önce kendini ve kendi cebini kolladı. Neticesinde kapitalizm tüm dünyayı kontrolü altına aldı ve her bir sistemin bir başkasını sömürdüğü emperyalist düzenle bizi karşı karşıya bıraktı. Komünizmde, dinlerin baskısından uzak, gelirin ve emeğin adilce paylaşıldığı bir ülke hayal edilmişti ve ne kadar ilginçtir ki günümüzde sadece bir ada devlet bu hayali gerçekleştirdi. Bu More’un mu, yoksa Marx’ın mı ütopyasıydı? O kadarı bilinmez ama belki de çok değil sadece lideri kadar yaşayacak bir ütopya! Bu ülkede başka bir yazı da! Eralp Elli 21.05.2006 Helsinki, 13:30 www.eralpelli.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eralp Elli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |