"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Kendi arkadaşlarını, kendi meslektaşlarını ispiyonlayan insanlarla da henüz tanışmamıştık. Küçüktüm, dünyayı tanımamıştım daha, bizim dünyamız küçüktü ama mutluyduk. Hayallerimiz bile küçüktü, insan bilmediğini nasıl hayal etsin, biz ancak bildiğimizi ve görmek istediklerimizi hayal ederdik ve biz küçük şeylerle mutlu olmayı biliyorduk. Mesela yağlı yavan ve şekerli bisküvi, bizi mutlu ederdi. Nohutçu Ömer emmiden aldığımız bir külah nohut, Mamo dayıdan aldığımız elmalı şeker, her köşe başında satılan vici viciler, bizim doyulmaz zevklerimizdendi. Çelik çomak oynamayı çok severdik, atari çıkmamış, çılgınca bilgisayar oyunlarıyla tanışmamıştık daha. “Elim sende” der gülerdik, “birliğim birlik” der atlar, “kör ebe” der saklanırdık, “gırcik” oynardık mutlulukla, bizim oyunlarımız bize hastı ve biz sanal değil, gerçek takılırdık. Oyuncaklarımız telden ve tahtadandı. Tel arabayla sokak sokak dolaşır, tahta arabayı evde- kapı önünde sürerdik. Saatlerce köşe başına kurulan sergilerde Tommiks, Teksas okurduk. Porçikli Cemal amcanın porçikli satmasını seyreder, Ayrancı Pazarında tuluktan ayran, sermayesi eriyen adamdan buz satın alırdık. Rahmetli Dursun Çavuş’ un “içten pazarlıklı olmayan” seçim çalışmalarını tebessümle izlerdik... Her mahallede nadir bulunan tek kanallı televizyonu, tüm mahalleliyle birlikte seyretmenin zevkine doyum olmazdı. Ayda yılda bir lazım olan telefon görüşmesi için, telefon alabilmiş seçkin komşuların evine gider, telefonun kolunu bir-kaç kez çevirir, eğer santral memuresi çıkarsa (zordu ya) görüşeceğimiz telefonu söyler ve beklerdik. Çaylar, kahveler içilir ve ancak unutulmamışsa bağlanırdı. Daha çevirmeli-tuşlu telefonu görmemiş, cebimize girecek telefonları hayal dahi etmemiştik. Dedim ya bizim hayallerimiz de bizler gibi küçüktü. Hayatımızı tümden değiştiren çok kanallı televizyonlardan sonra müthiş alet olan bilgisayarla tanıştık, Internet’ te sörf yaptık… Çay, şeker, tüp ve gazyağı kuyruklarını gördük ve saatlerce kuyrukta bekleyenlerle ben de bekledim. Karaborsayı bile tattırdılar bana. “Beş Kuruş etmez” denen adamların, maddi değerini harcamıştım. O zaman paralarımız bile küçüktü, ama değeri büyük. Zamların en korkuncunu, kötü yönetimlerin en kötülerini hep yaşadım. Kıbrıs savaşını, radyoda yayınlanan ajanslardan öğrendim, radyonun başına üşüşmüş yaşlı amcalarla birlikte hem de… İnsanları sağcı-solcu diye kamplara ayırmanın ne acı şey olduğunu, kardeşi kardeşe, babayı oğluna düşman edilişini gözlerimle gördüm. Her ajansta sebepsiz yere öldürülen, kandırılmış vatan evlatlarının acı haberlerini duydum. Ve bir gecede yapılan ihtilalle kesilen kanın, neden o güne kadar aktığına da küçük aklımla anlayamadım… Kara belaları, Necabettinleri, kılları, tüyleri ve kıldan kıl kapanları, kılda keramet arayanları da hep tanıdım. O puslu yıllarda, hep özgür olmak istedim. Herkesin inandığı gibi yaşamasını ve söylemek istediğini, “birilerinin kulağına fısıldama dönemlerinin” bitmesini istedim. Erzincan depremini yaşadım, binaların çöküşünü, aynaların patlayışına tanıklık ettim. Akan kanları, dinmeyen gözyaşlarına karıştı göz yaşlarım. Kollarımda ölen insanın, ölüme adım adım, saniye saniye yaklaşmasına tanıklık etmenin hüznünü duydum, ta derinden. Darda kaldığımda yardım edecek abilerim, kardeşlerim vardı, annem babam ise hep yanımdaydı, içimi dökecek arkadaşlarım da vardı. Umutlarım vardı yıllarca, hayallerim, özlemlerim, beklentilerim… ne çok hayalim vardı oysa, ne çok umutlarım. Aşklarım, sevdalarım vardı ve hiç bitmeyecek sandığım çocukluk aşklarım… Ne dostluklar, ne ihanetler, ne güzel insanlar, ne kadar çirkin suratlar gördüm. Acı çektim, mutlu oldum, fakir düştüm, zengin oldum, başarılar tattım, başaramadıklarıma üzüldüm. Nasıl geçtiğini bilmediğim bu sürede, başıma gelen en güzel şey ise evlenmem ve üç güzel evladımın olmasıydı. Çocuktum bir zamanlar ve artık baba olmuştum. Ama ben daha büyümemiştim ki, neden geçen her yıl, saçlarıma düşen her ak, yüzümde inadına derinleşen kırışıklıklar, büyüdüğümü yüzüme haykırmak istiyor? Büyümüşüm işte, hem de habersizce… Tam tamına 42 yaşına girmişim bugün… Öyle söylüyor nüfus kağıdım, ama benim daha hayallerim vardı, büyümeyi ben istemedim, daha oynayacak oyunlarım vardı benim, nerden çıktı şimdi bu? Habersizce neden büyüdüm ki?...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Naif Karabatak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |