İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Güneşin yakın dostudur o... Çölün kırmızısıdır Sümeyye Mızrakların dostudur Revaha Utanmıştır ve "utanma"dan canını sunmuştur Allah'a Salebe... Ama hiç konuşmamışladır. Ses çıkmadan, "çıt" duyulmadan ağızlarından... Üzülme dedi babam, iyi adamlar çıkacak Firavun sarayından. Musalar doğacak. Kızıl deniz açılacak hıncından. Üzülme dedi babam! "Sevmek; olsa olsa vazgeçmektir her şeyden; sen yaparsın..."dedi. İnsanlık, dinlemektir insanı, inanmasa da insanlığına. Susmaktır zulme verilecek en acı cevap ve bakmaktır gözlerine sevgilinin en büyük armağan... Bir hikaye vardı aklımda, unutamadım yıllar yılı.. Bir adamdı; adı Salebe... Peygamber, savaşta eşi şehit düşen bir kadının evine "emanetindir göz kulak ol, kapısında nöbet tut" diye nisahatlemişti. Salebe, acayip adam... Salebe, kapısında beklediği evi tutuyordu. Birgün içerideki kadın def-i hacete çıkacağı an gördü kadını Salebe... Kadının gözleri çok güzeldi. Bembeyaz teni vardı. Salebe, daha önce bu kadar güzel bir kadını görmemişti hayatında. Salebe kadını gördü. Bakmak istemiyordu yalnız. Zira görmekle, bakmak arası derin farkı anlatmıştı Allah Resulü... Salebe acayip bir adamdı... Tutamadı kendini! Döndü kadına; "Ey kadın! Ne kadar güzel gözlerin var. Ey kadın, Ay gibi bir yüzün var" dedi. Tutamadı kendini Salebe... Kadın döndü Salebe'ye; "Ey Salebe Allah Resulü beni sana emanet etmişken, senin yaptığın nedir. Allah Resulü'ne, Allah'ın rızasına ne oldu" dedi. Şimşekler çakıyor, gök gürüldüyor, Salebe'nin bedeni kendinden geçiyordu. Allah Resulüne ne diyeceğini düşündü. Allah'a nasıl hesap vereceği aklına geldi. Allah'ın Resulüne yaptığı akıl alacak bir şey değildi. Çekti gitti. En yüksek dağa tırmandı. Aradan iki gün geçti. Peygamber kadının evine geldiğinde, kadına Salebe'yi sordu. Kadın durumu anlatınca, Allah'ın Resulü, sahabeleri, Salebe'yi bulmaları için görevlendirdi. Aradan bir hafta geçmişti. Salebe'yi aramaya çıkan Sahabeler, bir yerlerden çığlık sesi duyuyorlardı. Hıçkıra hıçkıra ağlama ve feryat sesleri geliyordu. Biraz daha yürüdüler. Bir beden gördüler. Başı görünmüyordu. Yaklaştılar. Elleri iki yana açık toprak üzerinde secde etmişti. Yaklaştılar... Salebe'ydi gördükleri... Salebe başını toprağa gömmüştü. Herşeyden utanıyordu. Sadece metrelerce ileriden ağlama sesi duyuluyordu. Salebe bir haftadır ağzına tek lokma bile koymamıştı. Kendinden geçmiş, gücü kalmamış olmasına rağmen, ağlama sesleri ve bir an kesilmiyordu. Sahabeler Salebe'yi, peygamberin yanına götürmek için aldılar. "Seni peygamber affetti ya Salebe! Biz seni onun yanına götüreceğiz" dediler sahabeler. Salebe kalktı, göz yaşları elbisesini sırılsıklam etmişti. Salebe iki üç adım attı. Elleri açıktı. Avuçlarında toprak vardı. Sahabelere baktı. Peygambere gidiyordu. Emanete hıyanet etmişti. Hiçbir şey konuşamadı. Salebe üzgündü. "Allah" diyerek, sahabelerin kollarında can verdi. Dayanamamıştı Salebe.... Bir acayip adamdı o... Susmuştu gök, utanmıştı insanlık... Peygamber "o şehit olmuştur" demişti Susmuştu Salebe... ...Susarak anlatıyordu rüzgar derdini. Ve bulut sessiz ağlıyordu. Yağmur yağıyordu bir gün. Bir tırtıl kozaya durmuş can bekliyordu... Sonra "Bilal dedi babam".. "Anlat baba" dedim. "Bilal" dedi. "Hep susmuş, ama hep susmuş oğul. İnandıklarından caydırmak, kendi ilahlarını ona kabul ettirebilmek için Bilal'ı kızgın çöl sıcağında, tuzlanmış deve derisi üzerine yatırmışlar. Bilal'ın derisi, kavruk deri üzerinde kızgın tuzla bir olmuş. O büyük acı karşısında bile hiç ses çıkarmamış 'Hayır de, bizim ilahımıza inan, seni kurtaralım' demişler ona. Bilal hiç ses çıkarmamış. Sadece inandığı şeye inanıyor ve ona güveniyordu. O uğurda ölecek olsa bile, onun için eziyet değil, büyük bir şeref olacaktı. Ama bu daha başlangıçtı... Sonra Bilal'ın üstüne, kendinden büyük bir kaya koydular. Altında tuzlu, kavruk deve derisi, üstünde bedeninin iki katı bir kaya kütledi. Vaz geç dediler. Bilal'a, inandıklarımıza inan. Ağlıyordu Bilal, gözünden yaşlar akıyor, sarı kızgın çöl kumları ıslanıyordu. Bilal sustu. Sadece "La ilahe... "diye de ekledi. Baba dedim. Ağlatma beni, şu garip gönlümü gamla kaplama. Onlar böyle yaptılar. Zordu hayat, kötüydü her şey.. Susmalıydı insan en büyük cevap niyetine. Susmalıydı; en büyük cevaptı çünkü susmak, suçluya verilecek.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |