İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
O “hiç sevmediğim halde, bana, ‘Eylül’de gel’ adlı şarkıyı söyle dediler, ben de söyledim, sonra da ona aşık oldum” diyordu. Eylül’de Gel” adlı şarkıyı kendisi yazmamış ve bestelememişti. Şarkının sözleri, yine benim için önemli bir yeri olan Fecri Ebcioğlu’na, müziği ise Marc Aryan’a aitti. Düzenlemesi ise Doğan Kosmancalı... Ancak Alpay’da bu şarkı o kadar iyi oturdu ki, sonraki yıllarda adeta sendrom halini alacak olan bu havadan kurtar(a)madı kendini... 1999 depremi sonrasında, Kocaeli’de Süleyman Demirel Kültür Merkezi’ne gelmişti Alpay... Bir basın görevlisi ve aynı zamanda o ana kadar hafif meşrep hayranı olarak gitmiştim oraya... Unutamayacağım bir andı.... 8 Aralık 1999 saat 22.00... 17 Ağustos depremi, sonrasında insanlar ilk kez bir sanatçı ile buluşacaktı. Bense beklediğim o adama... Ön sırada “basın gücünü” de kullanarak izledim onu. Gözlerinden yaş akıyordu bir yandan, diğer yandan da kısık ve buğulu sesiyle “geçmiş olsun” diyerek başladı sözlerine. Uzun bir konuşma yaptı. “50 bin yaprak bu gün sarardı dostlar” dedi. (Depremde 50 bin kişinin hayatını kaybettiğini kastediyordu) “Bizler, yani kalanlar olarak lütfen birbirimize bunu yapmayalım” derken tüylerim diken diken olmuştu. Ölümü hepimizin başına mutlaka gelecek olan bir “Gerçek” olarak görüyordu. Herkesin hayatında bir sonbahar olacak derken, fiziksel değişimlerin yanı sıra, içsel bunalımları da yüklüyordu, en önemlisi de hüznü “Eylül” sözcüğünün içine böyle işliyordu... Alpay bu sözleri sonrasında “Eylül’de Gel” adlı o malum şarkıyı söyleyince, salonu dolduran 1200 kişinin neredeyse tamamının hüngür hüngür ağladığını görüyordum. O kadar ki fotoğraf makinesini tutarken, göz yaşlarımdan vizörü göremez hale geliyordum. Konser bittiğinde onunla röportaj yapmak istediğimi söyledim. Bu yaptığım en anlamlı röportaj olacaktı, en azından o an öyle hissediyordum. “Eylül’ü anlatır mısın?” dediğimde, notuma kendi elleriyle yazdığı ve altına imzasını attığı o sözleri yazdı; “Eylül demek hüzün demektir bence, hüznü yaşayamayan aşkı ve hayatı da yaşayamaz. Alpay...” Apay’ın Eylül’ü, aslında okulu bitmiş ve giden bir sevgili için kaleme alınmıştı... Tatil geldiği zaman / Ağlarım ben inan / Gidiyorsun işte / Arkana bakmadan / Nasıl geçer bu yaz / Ne olur bana yaz / Sen sen sen / Sen bir ömre bedel / Yok yok yok / Gitme gitme gel / Eylül’de gel, Eylül’de gel / Okul yolu sensiz / Ölüm kadar sessiz / Geçtim o yoldan dün / İçim doldu hüzün / Yapraklar solarken / Adını anarken / Bekletme ne olur / Gelmek zamanı gel / Yok yok yok / Gitme gitme gel / Eylül’de gel, Eylül’de gel, Eylül’de gel, Eylül’de gel / Alpay sevilip sevilmeyeceği belli olmayan bu şarkıyı söylediğinde, sözlerin efsaneleşeceğinden habersizdi. Eylül’e daha sonraları kendini o kadar kaptırmıştı ki, aradan geçen 19 yılın sonrasında, bir de “Eylül’de gel demiştim” şarkısını aynı adlı albümü ile müzik severlerin beğenisine sundu. /19 Eylül oldu, dönmeliydin sen bana/ ama, ama gelmedin/ Alpay daha sonra fark etti ki, aradığı şey ve gelmesini beklediği o “beklenen” hiçbir zaman gelmeyecekti. Şarkıdan çıkan “beklenen” ölene kadar içinde kalacaktı. İşte bu yüzdendir ki “bu adam” çıkardığı her kasetinde bu acıyı yaşadı. Sondan bir önce yayınlanan “küçük bir öykü - Alpay – best of volume one” çalışmasında Eylül’ün ağar izlerini bıraktı. Şarkıda sonbahar havası o kadar ağır basıyordu ki 15 şarkılık albümün 15’i de ayrılık ve hüzün kokuyordu. “Eylül’de Gel, Ayrılık Rüzgarı, Allah’ım Yeter, Gitme, Ne dedim ki, Hayalimdeki Resim, Hatırlar Hayal Oldu, Bir Daha Böyle Seversem, Gözlerin...” En güzel yazılarımı bu adamdan ilham alarak yazdım ben... Henüz bilgisayar başına oturmadan, sarı kağıdı masaya serer, sonra da ışıkları kapatırdım. On santimlik beyaz mumlardan özellikle satın alarak, masamın bir köşesine koyuverirdim. Işıkları kapar, mumu yakar fon olarak da Alpay’ın “Eylül’de Gel”i... Sonra beni nereye sürükleyeceği belli olmayan garip yazılar yazardım. Sarı saman kağıdın, mavi tükenmez kalem ile bu kadar tatlı olabileceği aklıma bile gelmezdi. Yazdıklarımın üzerini karalamadan, tek geçişte düşünce akışı çiziliyordu parmaklarımdan; bu sevişmeye sadece ben tanık olabiliyordum; Aslına bakılırsa, Eylül klişesi, bilinçaltıma Mehmet Rauf'un “Eylül”ü ile birlikte girmişti... Bunun da tek sorumlusu Lisede Edebiyat derslerime giren Sema hoca olsa gerek... Onda da bir Eylül hastalığı vardı. Yılın en duygusal ayı olarak gelir bana sonbaharın ilk ayı... Yazı yaşarken son baharı yazmak ne kadar anlamlı ama, belki de şu sıralar Eylül’den bahsetmek yeridir diye düşündüm. Temmuz, pek sevmez bu ayı... Temmuz şen şakrak, enerji dolu, sıcak, deli dolu bir ay... Eylülse, ağır, düşünceli, felaket öncesini görebilen, yorgun, dirençli bir ay... Temmuz kolay ve tek düzedir. Eylül’se geçiş döneminin etkisiyle dalgalıdır. Ne zaman ne olacağı belli olmaz. Nasıl davranacağı şüphelidir. Ancak sık sık ihtar geçer hayat defterinin sayfalarına... Eylül, başlarında güldürür, ortalarında düşündürür, sonlarında ise soldurur. Yapraklar sarılarını gizlemeye çalışır ancak başarılı olmazlar. Bir bir yere düşer, oradan alınmayı beklerler. Bir çoğu dallarına geri dönmek ister ama, bunun mümkün olmadığını, esen rüzgarla götürüldüklerinde anlayabilirler; Aynı biz insanlar gibi... Arkasına baktığı zaman bir daha dönebileceğini sanıp, en sonunda da, dönülmeyecek bir yolda olduğunun farkına varan biz insanlar gibi... Yapraklar gelecek yıl yeniden açacaklar... İnsanlar da yeniden doğacak! Ama ne o yaprak öncekinin, Ne de yeni doğan insan, önce yaşayan insanla aynı olamayacak. Haftaya hüzün dolu bir Eylül’le başlamak ne kadar doğru oldu bilmiyorum ama, kendinizi iyilikler ve güzelliklerle sulayın ki, Eylül gelmeden de sararıp solmak var bir de işin için de... Ki bu da işin en kötüsü olurdu herhalde ve bunu da kimse yaşamak istemez.... Eylül, Alpay...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |