Ölümden sonra yeni birşeylerin olduğu konusunda umutluyum. -Platon |
|
||||||||||
|
Yazılarım oldukça seyreldi, biliyorum. Çok yazdığım zamanlar işim olmadığı zamanlardı. Şimdi bir işten diğerine koşuyorum. Yakında Rusya'ya gideceğim. En son Kuzey Irak’ta Erbil’e gidişimi yazmıştım. Ondan sonra iki kez daha gittim Erbil’e. Yaklaşık 5 ay kaldım, çalıştım. Birkaç ufak olay oldu ama derleyip yazacak kadar önemli bulmadım. Kuzey Irak Kürt bölgesinde fazla olay olmuyor, kontrol sağlanmış durumda. Ben oradayken yalnız bir büyük olay oldu. Bir intihar bombacısı askerlik şubesinin önünde bekleyenler arasına dalıp bombayı patlatmış. 60 kişi öldü. İçlerinde ben de olabilirdim. Çünkü yoldan geçenlerden de ölenler olmuş. Aynı Türkiye’deki HSBC, elçilik ve Sinagog patlamaları gibi. Yani sözüm ona hedef gözeten, ancak masum insanların da ölmesine sebep olan eylemler. Bu herkesin bildiği gibi terördür. Ali’ye kızıp Veli’yi dövmektir. Adına da eylem diyorlar. Neyse, konumuz bu değil. Temmuz’da Irak defterini kapadım. Sıcağa dayanamadım. 46 derece olmuştu. Klima da yoktu. Sağlığım gözle görülür arazlar vererek bozuldu. Havalar biraz serinledikten sonra yine gidebilirdim ama gözüm korktu biraz. Çevresi 2 metre kadar duvarla çevrilmiş bahçeli bir evde yaşıyorduk. Yabancı olduğumuz çevrede biliniyordu. Sıcak olduğu için akşamları dışarıda oturuyorduk. Bağıra bağıra Türkçe konuşuyorduk. Bir kere bir arkadaş dedi ki, “Şimdi yoldan geçen biri buraya bir el bombası sallasa hiçbirimiz sağ kalmayız.” Dediği doğruydu. Bize saldırabilirlerdi, çünkü Amerika’nın işbirlikçisi olan Kürtlerin işbirlikçileri idik. Onlara binalar yapıyorduk. Hatta bir keresinde bir Amerikan kampına bile gittik. Erbil’de Türk GSM operatörleri yoktu ama Korek isimli bir Güney Kore firması vardı ve cep telefonu ile konuşabiliyorduk. Bir gün patronlarımdan biri aradı. Bir arkadaşla birlikte kent dışında bulunan bir Amerikan kampına gitmemi istedi. Bir elektrik mühendisliği işi varmış. Ben mimar olduğum için o işler bana uzaktır, anlamam dedim ama o sırada başka kimse olmadığı için gitmek zorunda kaldım. Amaç yalnız firma adına orada bulunmakmış. Peki dedim. Oranın yerlisi bir şoför ve inşaat mühendisi arkadaşla otobanda kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra kampa ulaştık. Kamp filmlerde, Tommiks Teksas’ta gördüğümüz vahşi batının öncü kalelerine benziyordu. Bütün çevresi kum torbaları ile kaplanmış, gözetleme kuleleri olan ve içeriye tek giriş yolu birkaç S yapan bir kamptı. İçeride iyi Amerikalılar ve çevrede kötü kızılderililer… Ana giriş kapısının biraz ilerisinde bir bariyer, yanındaki küçük kulübede iki tane yerli vardı. Haliyle bizi durdurdular ve bizi kimin çağırdığını sordular. Bilmiyoruz dedik. Neyse ki o dağ başında bile cep telefonu çalışıyordu. Patronu aradım, bizi kimin çağırdığını sordum. “Michael” dedi. “Peki soyadı yok mu?” dedim. “Bilmiyorum” dedi. Bu sırada asıl kapı açıldı, içerden iri bir araç çıktı. İçinde de iki Amerikalı. Herhalde geldiğimizi haber verdiler. Amerikalı da aynı soruyu sordu. “Michael” dedim. “Which Michael? We have many Michaels,” (Hangi Michael? Bizim bir sürü Michael’imiz var) dedi. “Bilmiyorum” dedim. Biz öyle bakışıp bekleşirken başka gelenler oldu. Anlaşıldı ki gerçekten çağırılmışız. Bıraktılar. Korka korka içeri girdik. Cep telefonlarımızı aldılar. İçerisi de yine filmlerde gördüğümüz esir kampları gibiydi. Sıra sıra dizilmiş birbirinden bağımsız, penceresiz, çevresinde yine duvarların yarısına kadar kum torbaları olan barakalar vardı. Pencerelerin olmayışı içerinin dışarıdan görünmesini engelliyordu. Yani emniyet için böyle yapılmış olduğu anlaşılıyordu. Bir tanesine bizi buyur ettiler. Klima çalıştırıldı. İçerisi buz gibi oldu. Başka firmalardan temsilciler geldiler, sonra konu ile ilgilenen Amerikalılar geldiler. Baktım, hiç siyah derili yoktu. Hepsi beyazdı. Kiminde bizim MHPlilerin bıyıkları gibi bıyıklar vardı. Kulaklarımda ‘Country Music’ çalmaya başladı. Aklıma ‘ku klux klan’ geldi. Kendimi Amerika’nın güney eyaletlerinden birinde bir bardaymışım gibi hissettim. Hiç dost gibi değillerdi. Yalnız biz değil, onlar açısından da orada bulunmak zorunda olduğumuz için bulunuyorduk. Çünkü Türk, Arap, Kürt olmuşuz, fark etmez, biz kızılderiliydik. … Irak’a gidişlerimde bize bir bilgisayar çıktısı vermişlerdi. Ben oradayken Talabani Cumhurbaşkanı oldu ve Kürt bölgesinin özerkliği kabul gördü. Zaten birinci körfez savaşından beri süre gelen fiili durum onaylandı. O yüzden dönüşte, sınırda pasaportlarımıza ilk kez Irak çıkış damgasını vurdular. Şimdi de bugünlerde Anayasa oylaması yapılıyor. Bu sürede orada ne yaptığımızı merak eden varsa, gecikmeli olarak bir içişleri bakanlığı binası yaptık, bir kültür bakanlığı binası temeli attık, bir spor kompleksi projesi ihalesi aldık (tasarım bana ait), bir arkadaşın deyişiyle oradaki kelelerden birine bir villa projesi (tasarım yine bana ait) yaptık. Bütün bu projelerin inşaatların malzemesi Türkiye’den geldi. Gümrükte Türk tarafında adam yetmezliğinden, bürokrasiden zorluklarla karşılaşıldı. Biraz da o yüzden gecikmeler oldu. Ben dahil Türkiye’de birçok insan namusuyla, adam öldürmeden, yolsuzluk yapmadan, uyuşturucu satmadan para kazandı. Bizimle birlikte Türkiye de kazandı. Sonuçta oralılarla el sıkışarak, dostça ayrıldık. Dönüşte Zaho’da Türk lirası ile alışveriş yaptık. İnsan yurt dışına uçakla çıkıp uçakla döndüğü zaman bazı şeyleri anlayamıyor. Arabayla çıkıp arabayla girmenin başka bir anlamı var. Habur kapısında Irak gümrüğünden çıkıp köprüden geçerken uzaktan kırmızı üzerine beyaz ay ve yıldız işaretleri görünür. Bilirsiniz ki bütün tersliklerine rağmen sizin olan ülkeye giriyorsunuz. Bu ülke sizi kabullenmek zorunda, almamazlık edemez, reddedemez. Siz ona, o da size aittir. Yine her şeye rağmen kendinizi emniyette hissettiğiniz yerdir. Ben ne düşündüğümü belli etmiyordum ama, köprüden geçip ilk kontrol noktasına yaklaşırken yanımdaki Kürt arkadaşım, “Oh, memleketimize geldik,” dedi. 18.Ekim.2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |