Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
ZAMANDA YOLCULUK Yüzyıllardır insanların kafasını kurcalayan bir soru: Zamanda yolculuk mümkün müdür? Son yıllarda teknolojinin ilerlemesi ve görüş açısının genişlemesiyle daha çok düşünülen bir konu zamanda yolculuk. Bu kavram, değil bir paragrafta, bir kitapta bitirilemeyecek bir konu. Ben burada çeşitli kitaplardan, yayınlardan, filmlerden izlediklerimi ve kendi düşüncelerimi derlemeye çalışacağım. Her zaman olduğu gibi zamanda yolculuk için de çeşitli görüşler var. Bu konu gerçek anlamda bilimsel olarak Einstein’in görelilik kuramından sonra düşünülmeye başlandı. Görelilik kuramına göre, zamanda yolculuk bir bakıma mümkün, bir bakıma mümkün değil. Böyle olmasının nedeni, konuya bakış açısına bağlı. Çünkü ışık hızı bir sınır olmak üzere, iki türlü zamanda yolculuk vardır. Görelilik kuramından evrenin büyüklüğünü irdelerken söz etmiştim. Daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız, Einstein’ın kitabını okumalısınız. Geleneksel fizikte basit bir yol formülü vardır. Hız eşittir yol bölü zaman. (V= S/t) Yani hız, yol ve zaman arasında bir bağıntı vardır. Görelilik kuramında ise olay bu kadar basit değildir. Bu kurama göre cisimler ışık hızından daha hızlı yol alamazlar. Yani yukarıdaki formül sonsuza kadar kullanılamaz. Ayrıca işin içine bir de kütle girer. Buna göre hızı artan bir cismin kütlesi de artar. Gene bu kurama göre cismin hızı arttıkça, zaman yavaşlar. Öyle ki cismin hızı ışık hızına gelince zaman durur. Cisim ışık hızını geçebilirse zaman geriye doğru akmaya başlar. Böylece karşımıza iki çeşit zamanda yolculuk çıkıyor: 1- Işık hızının altında olan hızlarda, ileriye doğru zamanda yolculuk 2- Işık hızının üstünde olan hızlarda, geriye doğru zamanda yolculuk. Görelilik kuramına göre bir cisim hareket ediyorsa, birinci şıkta olduğu gibi zamanda yolculuk yapmaya başlamıştır. Hatta evin içinde yürüyorsanız bile, zamanda yolculuk yapıyorsunuz demektir. Fakat bu sırada hızınız o kadar düşüktür ki, bu yolculuktan ne siz etkilenirsiniz, ne de çevrenizdekiler. Bir otobüsle veya bir uçakla yolculuk yapmanız durumu değiştirmez. Hızınız ışık hızına göre hep ihmal edilebilir düzeydedir. Dünya üzerinde yapılan yolculuklarda çok yüksek hızlara çıkılamayacağından, kimsenin yaşantısında bir değişiklik olmaz. Fakat uzayda yapılan yolculuklarda durum değişmeye başlar. Hızın dünyada olduğundan fazla olmasıyla, yolculuğu yapan kişi veya araç için zamanın yavaşlaması hesaplanabilir noktaya gelir. Aya giden astronotların dünyada yaşayanlara göre 1 saniye daha az yaşlandıkları hesaplanmıştır. Zamanın yavaşlama düzeyi, yapılan yolculuğun hızına bağlıdır. Hız ne kadar çoksa, zaman o kadar yavaş geçer; ta ki hız ışık hızına varana kadar. Yolculuk hızı ışık hızına vardığında, zaman akışı durur. Görelilik kuramına göre, yolculuğu yapan kişi ve aracın hızı arttıkça kütlesi de artmaktadır. Kütle artışı, yavaş dünya hızlarında ihmal edilebilir düzeydedir. Fakat ışık hızına ulaşıldığında kütle sonsuz olur. Görelilik kuramının getirdiği formüllere göre bir kütlenin, bir aracı bir kişinin ışık hızına ulaşması olanaksızdır. Fakat yüksek hızlarda zamanın yavaş geçtiği kanıtlanmıştır. Astronotlar aya değil de daha uzak yerlere, daha yüksek süratlerle gidip gelmiş olsalardı, dünyadakilerle astronot arasında oluşan zaman farkı 1 saniye değil, hatırı sayılır bir düzeyde olacaktı. Örneğin, yeterli bir hızda ve yeterli bir uzaklığa yapılan bir yolculukta, dünya yüz yıl yaşlanırken, araçta bulunan astronot yalnız bir yıl yaşlanabilecekti. Bu durumda, astronot geleceğe doğru zaman yolculuğu yapmış olacaktı. Astronot dünyaya döndüğünde, karısı ölmüş olacak, çocukları yaşamlarının son yıllarında olacak, torunları veya torunlarının çocukları da kendi yaşında olacaktı. Görelilik kuramına göre zamanda yolculuk böyle gerçekleşir. Astronotumuz 1 yıl yaşamakla zamanda yüz yıl ileriye gitmiş olur. Buna karşın, gene görelilik kuramına göre astronot hiçbir şekilde yolculuğa başladığı zamanın gerisine gidemez. Hızına bağlı olarak, kendisi için zaman daha yavaş geçer; o kadar. Yolculuğa başladığı zamanın gerisine gidebilmek için astronotun aracının, yolculuğu sırasında ışık hızını geçmesi gerekir. Fakat hiçbir cisim ışık hızında veya ışık hızından daha hızlı hareket edemez. Öyle ise görelilik kuramına göre zamanda geriye doğru yolculuk olanaksızdır. Şimdi bilimin yollarını biraz zorlayalım. Işığın dalgalar ve foton parçacıklarının birleşimi şeklinde yayıldığı düşünülüyor. Işık hızını geçememek demek, foton parçacıklarının madde ve parçacıklar içinde hareket edebilen en hızlı parçacık olarak kabul etmek demektir. Fakat son zamanlarda tahyon denen ve fotondan daha hızlı hareket edebilen parçacıklardan söz ediliyor. Bu parçacık böyle bir özellik gösteriyorsa, hem daha bilmediğimiz şeyler var demektir, hem de zamanda geriye doğru yolculuk olanaklı olabilir demektir. Peki ışık hızını geçen madde veya parçacık neden zamanda geriye doğru yolculuk yapmış olsun? Bir astronot veya biz, ışık hızından daha hızlı gittiğimiz zaman daha önce büyük patlama kuramında incelediğimiz gibi, geride kalan hiçbir şeyi göremeyiz; çünkü geride kalan cisimlerin ışınları bize ulaşmazlar. Fakat burada küçük bir hile var. Bize yalnızca o an yayılan ışınlar ulaşamaz. Ama geride kalan cisimlerin daha önce yayılmış ışınları vardır. Işık hızını geçen madde biz olsak, geriye doğru oynatılan bir film şeridi gibi, geçmiş zaman ait ışık ışınlarının eski halini görmeye başlarız. Güneşin ışınları bize, yayıldıktan 8,5 dakika sonra ulaşıyor. Şu anda güneş sönse, bunu ancak 8,5 dakika sonra anlarız. Güneş bir ışın yaydığı sırada bir astronot o ışınla aynı hızda, yani ışık hızında dünyaya gelse, güneşten çıkışından 8,5 dakika sonra dünyaya ulaşır ve bu süre içinde hep aynı ışını görür. Astronot güneşin ışınlarından daha hızlı olursa, güneşin daha önce yaydığı ışınları yakalar ve onları geçer. Böylece güneşin, kendisi yola çıkmadan önceki durumunu görür. Güneş ışınları sürekli olarak dünyaya çarpıyor ve yansıyor. Işınlar dünyanın uzayda görünmesini sağlıyor. Casus uyduları yerde olan biten her şeyi gözlüyorlar. Dünyadan yansıyan güneş ışınları uzayda yayılıyorlar. Dünya uzaydan görünüyor. Peki astronotumuz güneşten değil de dünyadan yola çıksaydı ne olurdu? Diyelim ki astronot normal bir hızla yola çıktı ve dünyadan uzaklaşmaya başladı. Astronot dünyayı gözlüyor olsun. Bu arada aracının hızı artmaya başladı. Aracın hızı arttıkça dünyadan gelen ışınların araca ulaşması daha zor olacağı için, astronotun gözlediği dünyadaki hareketler gittikçe yavaşlar. Astronotun aracı ışık hızına ulaştığında, dünyadan gelen ışınlarla birlikte yolculuk yapmaya başlar ve dünyadan gelen görüntü, bir video görüntüsünün duraklama tuşuna basılıp dondurulması gibi donar. Aracın hızı ışık hızını geçtiği zaman görüntü, bir video bandının geriye sarılması gibi, geriye doğru gitmeye başlar. Astronot kendisini göremez; çünkü hızı ışık hızından fazladır. Kendi görüntüsü kendisine yetişemez. Astronot bu durumda ancak aracı ışık hızına çıkmadan önce yayılmış olan ışınları görebilir. Araçta geçen bir sürenin sonunda, astronotun gördüğü içinde bulunduğu araç, yolculuğa çıkmasında bir süre sonrasına döner. O zaman astronot kendisini ve aracının geri geri giderek dünyadan atıldığı ana döndüğünü görür. Aracına bindiği gibi indiğini, geri geri uzaklaştığını görür. O anda dünyada olsa, kendi kendisiyle el sıkışabilir. Yaptığı yolculuğun zorluklarını, ve yaşadığı deneyimi kendisine anlatabilir; kendisinin bazı konularda daha dikkatli olmasını sağlayabilir. Zaman, bir video bandına kaydediliyormuş gibi kaydediliyor. Zamanda geriye dönüş mümkün olsa, yapılan hataları düzeltmek mümkün olabilir. Zaman içinde olayların hep aynı şekilde gelişmesi (kader) diye bir şart yoktur. Biz yalnızca içinde bulunduğumuz zaman dilimini yaşıyoruz. Bulunduğumuz zamandan bir an öncesinde varız. Bir saat, bir gün, bir yıl, on yıl, kırk yıl öncesinde gene ya varız ya da henüz yaşamaya başlamamışız, yalnız annemiz, babamız var. Benden, her an için bir tane Sinan var. Mümkün olsa ve zamanda geriye gidebilsem, yani şimdi bulunduğum zaman dilimini geriye doğru değiştirebilsem, kendimi orada, gittiğim zaman diliminde görürüm. Neler yaparım? Şu anda geçirmiş olduğum bir ameliyatı, tehlike büyümeden, daha önce olmayı öneririm. Bugün teşhisi konmuş hastalığımın ne olduğunu anlatırım. Ayrıca, daha geçmişe gidersem, anneme, babama, kinin içip zehirlenerek ölen anneanneme dedeme nasihatlerde bulunurum. Nasıl olsa onlarla aynı yaşta veya daha büyük olacağım. Beni kendilerinden büyük bir kişi olarak görecekleri için belki dinlerler. Onlar için ve benim için gelecek, şu anda olduğundan farklı olur. Belki anneannem ölmezse, annesi farklı bir kişi olan teyzem doğmaz. Annem iyi bir evlilik yapar veya babam aksilik yapmaz. Belki ben de doğmam ama, şu anda yaşamakta olan ben ve teyzem bu durumdan hiç etkilenmez. Belki küçük teyzem de vaktinden önce evlenmez ve kuzenlerim de doğmaz. Bizim yerimize başka insanlar olur. Yani hayatın akışı şu anda olduğundan çok farklı olabilir. Fakat bu değişiklikler yalnızca o zaman dilimini etkiler. Yaşadığımız an etkilenmez. O zaman diliminde olacak değişiklik, ancak bugüne gelene kadar zaman geçtikten sonra bugünü etkiler. Biz de bu arada normal zaman akışı içinde, daha ileride bir zaman diliminde oluruz. Çünkü zaman ve olaylar, bir teyp bandına kaydedilir gibi kaydedilmektedirler. Bandın bir yerinde değişiklik yaptığınız zaman, bandın tamamının değişmesini isterseniz, bandın sonuna kadar kayıt yapmasını beklemelisiniz. Bant ancak yeni kayıt eskisini sildikçe değişir. Çok fazla geriye gitmezsem, benden her an için bir tane Sinan olacağından ben yalnızca bir zaman aralığına ait olan Sinan’ı etkilemiş olurum. Ama şu andaki durumum bundan etkilenmeyeceği gibi, geçmişimi de aynen şimdi bildiğim ve yaşadığım gibi bilirim. Başka bir benzetme daha yapayım. Birçok kimse zamanı sakince akan bir ırmağa benzetir. Bu oldukça doğru bir benzetmedir. Irmağın kaynağı büyük patlamadır. Ancak bu ırmak hiçbir zaman bir denize dökülmez. Diyelim ki ben dev bir adamım ve zaman ırmağının kıyısında duruyorum. Irmağın kaynağını görüyorum. Ancak o kadar büyük olmama rağmen nereye döküldüğünü göremiyorum. Parmağımı bir yerde suya sokup ırmağı bulandırıyorum, karıştırıyorum, köpürtüyorum. Su aktığı için, zaman geçtikçe parmağımı suya soktuğum yerden başlamak üzere su, suyun aktığı yöne doğru karışır. Parmağımı suya soktuğum yere gelen sular, yollarına karışarak devam ederler. Karışmış olan suların uzunluğu zamanla ne kadar artarsa uzasın, o noktayı daha önce geçmiş olan sularda bir değişiklik olmaz. Normal akışına devam eder. Suyun ilerlemiş olan yerleri bu karışıklıktan etkilenmez. Çünkü onlar da zamanla birlikte akışlarına devam ederler. Karışıklık ilerilere hiçbir zaman yetişemez. İşte zaman da aynı böyle bir davranış içindedir. Suyu bulandırma işlemini zamanda geri dönüş ve geçmişi değiştirme kabul edersek yaşanan olayların akışındaki değişiklik aynı ırmaktaki karışıklık gibi olur. Dünyamızın ve evrenin bir geçmişi olduğunu biliyoruz; ancak yaşanmış bir geleceği olup olmadığını bilmiyoruz. Biz bulunduğumuz anı yaşıyoruz. Zamanı gelince sonrasını yaşıyoruz. Ama şimdi bulunduğumuz anın sonrası acaba yaşandı mı? Yani acaba geleceğimiz yaşandı mı? Yani şimdi ırmağın neresindeyiz? Sonunda mı ortalarında bir yerlerde mi? Geleceğimiz bir yere kadar gene bizim tarafımızdan yaşandıysa, bunu bilemeyiz. Hiçbir şeyin farkında olamayız. Zaman ırmağının herhangi bir yerinde noktasında olabiliriz. Yalnızca zamanda yolculuk yapmasını becerebilecek olanlar bunu bilebilirler. Amerikan senatosunda uzaylıların olduğu iddiaları var. Aslında kanımca, bu uydurma bir haberdir ama belki de biz bilmeden geleceğimizden geri dönüp bizi yönlendirmeye çalışan insanlardır bunlar. Bu olasılığı da düşünebilirim. Belki bazı dünyalıları alıp, eğitip, geri getiriyorlar. Onlara göre daha önce dünyanın başına gelmiş, bize göre olabilecek felaketleri önlemeye çalışıyorlar. Bu pek uçuk bir düşünce gibi görünebilir ama bunu düşünen ilk ve tek insan ben değilim. Bundan yüz yıl önce aya gidilebileceğini belki yalnız Jules Verne düşünebiliyordu. Bu gerçekleşti; şimdi gözler başka hedeflere dikildi. Fakat Jules Verne ve çağdaşları aya gidildiğini göremediler. O çağdaşları tarafından hep uçuk bir yazar olarak anıldı. Wright kardeşler 1910 yıllarında ilk uçağı yaptılar, otuz yıl sonra jet uçakları çıktı; yirmi yıl sonra da aya gidildi. Bu baş döndürücü gelişme nasıl oldu? Birileri yardım etmiş olabilir mi acaba? Her ne kadar, biz zamanın herhangi bir noktasında olabilirsek de bu kayıtın, bu durmadan akan ırmağın, ilerlemekte olan bir sonu ve bir başlangıcı olsa gerek. Zaman içinde yolculuk gerçekleşse bile, bir noktadan sonra geriye veya ileriye gitmek olanaksız olacaktır. Çünkü henüz öyle bir zaman yaşanmamıştır. Büyük patlama öncesi zamanın başlangıcı olarak kabul edilir. Büyük patlamanın öncesi diye bir zaman da yoktur. O nedenle başlangıcın öncesine zaman yolculuğu ile bile gidilemez. Normal şartlar altında düne, hatta yaşadığımız anın bir an öncesine geri dönemeyiz; fakat dünü tarif edebiliriz. Ne işler yaptığımızı, ne yemek yediğimizi, hangi sinemaya gittiğimizi anlatabiliriz. İnsanlık tarihini, arkeolojik kazılara bakarak dünyanın yaşını, uzaya bakarak evrenin yaşını tahmin edebiliriz. Fakat yarın için böyle bir şey yapamayız. Yarın her şey olabilir, hiçbir şey olmayabilir, yarının kendisi olmayabilir. Zaman şeridi içinde nerede olursak olalım, zamanın ulaşılamayacak olan bir sonunun olması gerek. Zaman yolculuğu ile bile gidilemeyecek bir son. Zamanda yolculuk olanaklı olsa bile, yaşanmamış bir geleceğe yolculuk yapılamaz. Diyelim ki, bir uzay gemisi, astronotları veya kozmonotları ile uzayda yolculuk yaparken, dünyada yüz yıl geçiyor; yolcular için ise bir yıl. Yolcular dünyaya döndüklerinde dünyanın, ayrıldıklarından yüz yıl sonrasını buluyorlar; ama dünya bu yüz yılı yaşamış oluyor. Yolcular ise, dünyanın yaşadığı geleceğe yolculuk yapmış oluyorlar. Birçok insan UFO gördüğünü iddia ediyor. Belki gerçekten de görmüşlerdir. Bu konudan UFO haberlerinde söz etmiştim. Orada sözü geçen adamlar, canlılar başka bir dünyadan gelmiş olabilecekleri gibi, bizim kendi geleceğimizden de gelmiş olabilirler. Bunlar belki kendilerini tanıtmadan bazı savaşlara bile katılmışlardır. Yüksek teknolojileri sayesinde savaşın seyrini değiştirmişlerdir. Belki bazı savaşları çıkarmışlar, bazılarının çıkmasını engellemişlerdir. Bazısına da hiç müdahale etmemiş ve: “Yesinler birbirlerini.” demiş olabilirler. Dikkat edilecek olursa, şimdiye kadar yapılan savaşların tümünü, teknolojisi yüksek olan taraf kazanmıştır. Gerçekte bütün savaşların galibi kahramanlık değil teknolojidir. İleride nükleer bir savaş çıksa ve insanlar birbirlerini yok etmiş olsalar, geleceğimiz olmayacak ve dünyanın ekolojik dengesi bozulacak demektir. Böyle bir olasılığı ortadan kaldırmayı, geleceğimizi bilen torunlarımızın torunları veya uzaylı dostlar kendilerine görev saymış olabilirler. Keşke böyle bir şey olmuş olsa değil mi? O zaman yaşantımız ve dünyanın geleceği garanti altında olurdu. Diyelim ki dünya patladı ve yok oldu. Geçmişten gelenler böyle olduğunu gördüler ve geri dönüp geleceği değiştirmeye karar verdiler ve değiştirdiler. Patlayan dünya ne olur? Değiştirmeye başladıkları anın bir an sonrası aynı kalır. Öyle ise patlayan dünya gene patlar mı? Ben şimdi yaşıyorum. Geçmişi tekrar yaşayamam. Peki geçmişteki dünyamız yok olmuş olsa ben nasıl bilebilirim? Yanıt: Bilemem. Geçmişimi nasıl biliyorsam gene öyle bilirim. Zaman geçtiği için yerimde durmuyorum. Ayrıca bir geçmiş yaşadığıma göre, patlamamış bir geçmişim var demektir. Biri gidip patlatmadığı sürece yerinde kalır. Gelecekte patlayan dünya ise patlama sonrası neler olur, yaşanırsa onu yaşar. Fakat zaman yolcuları tarafından gelecek değiştirilirse, zaman geçtikçe patlamanın – sonrası değil fakat – izleri silinir. Zaman geçtikçe sonrası da silinir. Patlamada ölen insanlar bunu bilemez. Patlama önlenirse ölmezler. Burada çok önemli bir soru çıkıyor önümüze: Maddenin sorgulanması. Zaman geçtikçe, zamanla birlikte madde yeni zamana transfer olur. Zamanda yolculukta madde, geçen zamana uygun olarak transfer olmaz; ya gerisinde kalır, ya ilerisine gider. Zaten bütün sorun da bundan çıkıyor. Bir düşünceye göre, bazı amerikan filmleri, insanları uzaylıların veya gelecekten gelen torunlarımızın varlığına alıştırmaya çalışmaktalar. Bu filmlerde zaman yolculukları, uzaylıların pek de kötü varlıklar olmadıkları bir kısmının aynen bizim gibi canlılar oldukları, bir kısmının ise insandan farklı özellikler taşıdığı anlatılıyor; günün birinde onlarla karşılaşırsak şok olmayalım diye. Belki de bu filmleri çevirenler yalnızca benim gibi düşünüyorlar. Bu konuyla ilgili olarak, şimdiye kadar gördüğüm filmlerden bir derleme yaptım. Bu filmler aynı zamanda, zamanda yolculuğun nasıl bir şey olduğunu da anlatmaya çalışıyor. Fakat bu filmlerde geçen bazı düşünceler, benim daha önce anlattığım akan ırmak veya bant kaydı örneklerine uymuyor. Bunları yorumlarıyla birlikte aktarmaya çalışacağım. Bana göre bu filmlerde, hem olabilecek hem de olamayacak şeyler var. Nimitz Film 1979 yılında çevrilmiş. Nimitz, filmde ve gerçek yaşantıda bir amerikan uçak gemisinin ve ikinci dünya savaşı sırasında görev yapmış bir amerikan amiralinin adı. Kirk Douglas bu geminin kaptanını, Martin Sheen sivil bir gözlemciyi oynuyor. Zamanda yolculuğu sağlayan şey, bilinmeyen bir doğa olayı. Fim özetle şöyle: Uçak gemisi Nimitz, bir limandan ayrılıp Pasifik okyanusunda, Hawai adası ve Pearl Harbour yakınlarında yol alırken, bilmedikleri ve anlayamadıkları girdap şeklinde bir hava olayına yakalanıyorlar. Gündüz vakti her yer kararıyor; fırtına gibi bir şey oluyor. Ortalık yeniden aydınlandığında ve herşey normale döndüğünde, kendilerini gene Pasifik okyanusunda fakat, Japonların Pearl Harbour baskınının bir gün öncesinde buluyorlar. Bunu radyo yayınlarından ve geminin iletişim araçlarından anlıyorlar. Bir takım olaylar olduktan sonra, radarda yaklaşan japon donanmasını görüyorlar ve kaptan savaşmaya karar veriyor. Jetler havalanıyor fakat, buna fırsat bulamadan girdaplı hava olayı yeniden oluyor ve kendi günlerine geri dönüyorlar; havada uçan jetleriyle birlikte. Uçak gemisi geçmişe gitmesine karşın, geçmişte olan, hiçbir olayı değiştiremeden geri dönüyor. Fakat oradayken yalnız onların bilebildiği, dış dünyanın haberdar olamadığı bazı şeyler yapabiliyorlar. 1979 un iki süper jet uçağı, iki japon pırpır uçağı ile karşılaşıyor ve onları düşürüyor. Japon pilotlar UFO görmüş gibi oluyorlar. Onlara göre en gelişmiş teknolojiyle yapılmış pervaneli uçakların içinde düz uçuştayken, yanlarından bir dakikada beş kez geçebilen, pervaneleri olmayan, kanatları hızına göre katlanıp şekil değiştiren roket atabilen bu şey başka ne olabilir ki? Tarihi değiştirmemek gerekir düşüncesi ile, japonlar tarafından teknesi parçalanan bir amerikan senatörü ve sekreterini bir adaya bırakmak istiyorlar. Ama aksilikler bitmiyor; birkaç gemi personeli ölüyor; bir helikopter parçalanıyor; gemiyle gelen bir asker senatörün sekreteri ile bir adada kalıyor ve gemiye dönemiyor. Sekreter bayanın köpeği ise gemide kalıyor.Uçak gemisi ikinci kez girdap içine girip gününe ve çıktığı limana geri döndüğü zaman, limanda zengin ve yaşlı bir karı koca çiftin gemiyi beklediğini görüyoruz. Kadın gemiden inen köpeği kucaklıyor. Bu karı koca, Pasifik adasında kalan kadın ve erkek değil miymiş? Kadın köpeğinin gemiyle geleceğini bildiği için limanda bekliyormuş. Yorum: Zamanda yolculuk yapılabileceği varsayımına rağmen, böyle bir köpek bulma olayının gerçekleşmesi ilk seferde olanaksızdır. Çünkü ilk sefer için, geminin gitmiş olduğu geçmiş, kendilerinin yaşamış oldukları geçmiş değildir. Onların o değişikliklerden hiçbir şekilde haberleri olamaz. O zaman, yaşanmış ve kayıt edilmiş olan zaman bandının veya ırmağının gerilerde kalmış bir aralığıdır. O aralığın değişmesiyle kendi yaşamış oldukları geçmiş değişmez. Fakat değişiklik olduktan sonra, ırmak 1979 yılına kadar aktıysa, işte o zaman bu olay olabilir. Geminin ikinci bir sefer yapabilmesi için aradan 37 yıl geçmesi gerekirdi. Yaşlı karı koca limanda bekliyor durumda olduklarına göre bu 37 yıl geçmiştir. Ayrıca birinci seferi ve köpeklerinin gemide olacağını biliyorlar. Gemidekilerin tarihi değiştirmemiş olma iddiasına rağmen, bal gibi tarihi değiştirmişlerdir. Çünkü 1979 yılında, gemi limandan ayrılmadan önce, adada sekreterle kalan askerden, biri yaşlı olmak üzere iki tane vardı. Aynı zaman dilimi içinde bir kişiden iki tane olması, zaman yolculuğu yaşayan biri için olasıdır. İki aynı kişiden yaşlı olanı, genç olanın bütün yaşamını, ne iş yaptığını, nerede oturduğunu, biliyordu. Onunla hiç temas kurmadıysa ve onu yolculuk konusunda uyarmadıysa, kendi kendine büyük ayıp etmiş demektir. Filmin yaklaşımlarını düşününce, benim anladığım zaman modeline çok iyi uyduğunu görüyorum. Filmin kuruluşundaki tek yanlışlık, bu zaman yolculuğunun normal yaşamımızdaki olaylarda olduğu gibi, yalnız bir kez, bir anda olabileceği, bir daha da değişmeyeceği varsayımını kabul etmesi. Halbuki, böyle bir görüşe girişince, bakış açısının da daha geniş olması gerekirdi. Bu olay, senaryoyu yazan kişinin dediği gibi olsaydı neler olurdu? Diyelim ki Savaşı önlemek ya da kazanmak için japon baskınına müdahale ettiler ve o an için Pearl Harbour baskını olmadı. Zamanlarına 37 yıl geçmeden kendi zamanlarına dönebilmiş olsalardı, hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu göreceklerdi. Yani kendi zamanlarında baskın yapılmış olarak bilinecek, adada bıraktıkları asker ve sekreter de limanda onları bekliyor olmayacaktı. (Üçüncü türle) Yakın İlişkiler (Close Encounters with the third kind) Sinema ustası Stephen Spielberg’in bir filmi. Oyuncu Richard Dreyfuss. Zamanda yolculuğu sağlayan şey bir uçan daire. Film özetle şöyle: Dünya dışından gelen canlılar, insanlarla bağlantı kurmak istiyorlar. Daha önce (?) geçmişe gitmişler oradan bazı amerikan pilotlarını uçan daireye almışlar. Bunun gibi insan aklının alamayacağı bir takım işler yaptıktan sonra, bazı insanlara telepati yoluyla nerede bulunacaklarını bildiriyorlar. İlişki kurulanlardan biri olan kahramanımız da, ailesiyle bozuşmak pahasına ve binbir güçlükle buluşma yerine gidiyor. Amerikan ordusunun da bu işten haberi var; orada müzikle anlaşılacak bir düzen kuruluyor. Uzaylılar orada birçok insan içinden kahramanımızı seçiyorlar; alıp götürüyorlar. Filmi zamanda yolculuk bakımından incelersek, bakalım neler olmuş. Uzaylılar kahramanımızı götürürken, daha önceki zamanlarda topladıkları insanları da indiriyorlar. Bunların içinde, ikinci dünya savaşından pilotlar var. Uçan daireden inerken, yetkili birine künyelerini okuyorlar. Şaşkın ve ne olup bittiğini anlamamış durumdalar. Bu pilotlar, uçakları ile birlikte savaş sırasında kaybolmuşlar. Zamanında kayıtlara öyle geçmiş. Böyle bir durum olabilir. Önceki filmde köpeğin başına gelenler, pilotların ve uçaklarının başına gelmiş. Zaman yolculuğu yapmasını bilen akıllı canlılar onları almışlar; zamanlarının ilerisine taşımışlar. Ama onları kendi zamanlarına bırakmamakla biraz ayıp etmişler; çünkü bu durumda pilotlar yakınlarını ya bir daha göremeyecekler veya ihtiyarlamış olarak görecekler. Yakınları da bu yüzden üzülmüşlerdir; çünkü filmin başında uçakları bulunmuştu ve pilot kabinlerinde eş ve çocuklarının fotoğrafları vardı. Nedense uzaylılar pilotları zamanlarına bırakmıyorlar; bize göstermek için herhalde. Bu film de öncekinde olduğu gibi, bu olayların yaşanabilmesi için, pilotların uçan daireye bindikten sonra dünyada 50 yılın geçmiş olması gerekir. Yoksa pilotların kaybolduğu kayıtlara geçemezdi. Kozmos Bu bir film değil; bilimsel bir dizi. Bu dizinin konusu zamanda yolculuk ve görelilik kuramı. Yıllar önce Ankara’da Kavaklıdere’deki Türk – Amerikan Kültür Derneğinde izlemiştim. Üzerinden çok zaman geçti. O günden bugüne yeni buluşlar yapıldı; yeni kuramlar üretildi ama, bence bilimde, bilinenlerin tanıtılmasında bir kilometre taşı olarak yerini koruyor. Bu dizinin değindiği en önemli konu, yaşadığımız geçmişimizin her anı için bir ben olduğu idi. Diyelim ki dün bir film izledim. Bu filmi izlemiş olan ben, dünkü zaman dilim içinde filmi izlemeğe devam ediyor. Yani, şu anda, dün bir film izlemiş (veya izlemekte olan) olan bir ben var. Yıllar önce öğrenci olan bir ben, hala okulu bitirmeye çalışıyor. Zamanda yolculuk yapar da geçmişe dönersem, orada başka bir işle meşgul olan kendimi bulacağım. Bu dizinin değindiği bir başka konu, uzayda üç boyutun ötesinde, algılayamadığımız başka boyutların olduğu idi. Biz üç boyutlu olduğumuz için ve başka da bir boyut bilmediğimiz için, üçten fazla olan diğer boyutları algılayamıyormuşuz. Bunun içinde şöyle bir örnek verdi: İki boyutlular dünyası olsaydı, iki boyutlu olanlar üçüncü boyutu algılayamazlardı. Üç boyutlu maddelerle ilişkisi ise, üç boyutlu maddenin ancak iki boyuta giren bölümü ile olabilirdi. Bir elma üç boyutludur. Üç boyutlu olan elmayı kesip iki boyutlu olan bir kağıt üzerine bastırırsanız, elmanın kağıt üzerinde bir izi çıkar. Dünya bir kağıt ise eğer, orada yalnızca elmanın kağıda çıkan izi algılanabilir. Terminator I Arnold Schwarzenegger başrolde. Güzel bilim – kurgu filmlerinden biri. Zamanda yolculuğu sağlayan şey, canlı olmayan hiçbir şeyi geçirmeyen ve geri dönüşü olmayan bir zaman kapısı. Film özetle şöyle: Dünyanın yaşanmış geleceğinden üzeri canlı dokuyla kaplı bir robot ve bir insan gelir. Duygusuz robot (Arnold Schwarzenegger) bir kadının peşindedir. İnsan da o kadını kurtarma çabası içindedir. Film kadını öldürme ve hayatta tutma mücadelesi ile geçer. Bu insanla robotun geldiği zamanda, yani gelecekte, robotlar insanlara başkaldırmış, insan soyunu yok etmek için savaşmaya başlamışlar. İnsanlar da ilk şoku üzerlerinden attıktan sonra kendilerini savunmaya başlamışlar. İnsanların lideri çok iyi bir savaşçı olduğu için, zamanla insanlar robotlara karşı başarı sağlamaya başlamışlar. Henüz doğmamış olan liderin annesi işte bu kadındır. Robotun amacı, kadını öldürmek, böylece liderin doğuşunu engellemek. Kadın ölürse lider doğmayacak ve insanlar robotlara karşı büyük bir darbe yiyeceklerdir. Kovalamaca başlar. Bir ara kadın gelecekten gelen adamla bir gece geçirir ve kadın hamile kalır. Kovalamacanın sonunda adam ölür ama robot da yok olur. Filmin sonunda kadın doğacak olan çocuğuna, yani geleceğin liderine zamanı geldiğinde babasını göndermesini, aksi takdirde doğamayacağını bildiren bir mektup yazar. Yorum: Üzerinde canlı dokular bulunan robotun (cyborg, sibernetik organizma) gelip kadının ve dünyanın geleceğini değiştirme çabası ve adamın karşı koyması çok normal. Burada gelecek bilerek değiştirilmeye çalışılıyor. Çünkü bu mümkündür. Fakat burada gerçekleşmesi mümkün olmayan bir kısır döngü var. Liderin babası, onun kendi zamanından bir kişi. Bu olamaz; çünkü gelecekten geçmişe gitmek ve yaşananları değiştirebilmek için, olayların en az bir kez yaşanmış olması gerekir. Gelecek, birinci yaşanışında henüz bir geleceği olmadığı için oradan kimse gelemez. Liderin babası onun kendi zamanından biri olamaz. Çünkü o zamana gelindiğinde henüz geriye kimse gitmemişken kendisi oradadır. Yani babası annesinin zamanından biri olmuştur bile. Gelecekten birinin geçmişe dönüp bir kadını hamile bırakması mümkündür. Fakat doğacak olan çocuk yeni bir çocuktur annesi geleceği yaşamış olduğu halde, kendisi yaşamamıştır. Yani bu çocuk kadının ileride lider olacak olan çocuğu olamaz. Ancak kadının başka bir çocuğu olabilir. Lider belki de o çocuk olur. Kadının başka çocuğu olmazsa, lider gene hiç doğmayabilir. Bu noktada kadın ölmese de zaman ırmağında su bulandırılmıştır ve gelecek değişmiştir artık. Zaman önceden yaşandığı gibi, zaman bandına kaydedildiği gibi olamaz. Yani robot amacına ulaşmış olur. Fakat bu durum gelecekte yaşamakta olanları etkilemez. Onlar bunu bilmezler. Gelecekteki olayların değişmesi için yaşandığı kadar sürenin geçmesi gerekir. Burada da zaman düşünülürken hatta onu değiştirmeyi planlarken bir aynı anlılık olacağı yanılgısına düşülüyor. Sanki iki zaman aynı anda, farklı boyutlarda yaşanıyormuş gibi düşünülüyor. İnsanların zamanda yolculuğu da bu iki boyut arasında, sanki Ankara’dan İstanbul’a yolculuk yapıyormuş gibi ele alınıyor. Terminator II Arnold Schwarzenegger gene başrolde, gene aynı yapıda bir cyborg, ancak bu kez insanların hizmetinde. Zamanda yolculuğu sağlayan şey de aynı özelliklerde. Bu kez bir robot daha gelişmiş bir robota karşı. Konusu özetle şöyle: Kadın (Sarah Connors) çocuğunu doğurur. Kadını öldüremediklerini - nasıl anladılarsa - anlayan robotlar, daha ileri bir zamandan daha gelişmiş bir robotu (sıvı metal) geçmişe gönderirler. Peşinden de iyi robot gelir. (Nasılsa yolculuklar tam dengi dengine geliyor. Gelmese film olmazdı) Lider olacak çocuk 10 – 11 yaşlarına gelmiş, devlet tarafından bir aileye evlatlık olarak verilmiştir. Çünkü annesi de deli diye akıl hastanesine konmuş, azılı hasta muamelesi görmektedir. Kötü robot bu kez kadının yerine çocuğun peşine düşer ama başarılı olamaz. Bu arada önceki robottan arta kalan bir kol ve bir chip özel bir yerde korunmakta, bunlar örnek alınarak bir robot yapılmaya çalışılmaktadır. Lider olacak çocuğun annesi, akıl hastanesinden iyi robotun yardımıyla kurtulur ve bu kez kendisi geleceği değiştirmek ister. Kol ve chip üzerinde çalışan araştırmacıyı öldürmeye kalkar ancak adama kıyamaz. Sonra herkes hep birlikte gidip kol ve chip’i yok ederler. İyi robot, insanlara kol ve chip üzerine yeni bir ipucu bırakmamak için, kendi kendini de yok eder. Yorum: Burada da birinci filmde olduğu gibi bir kısır döngü yaşanıyor. Bir robot kolunun taklit edilebilmesi için önce yapılabilmesi gerekir. Burada kısır döngü, öncekine göre daha belirgin bir şekilde görünüyor. İnsanlar bu kol ve chip’i örnek olarak kullanacaklarsa, gelecek gene değiştirilmiş demektir. Çünkü bu kol ve chip bulunduğu (icat anlamında) zamana değil, biraz daha önceki zamana dönmüş oluyor. O sırada henüz bilinmediği için üzerinde çalışan kişiler için bir örnek oluşturuyor. Kol ve chip’in gelmesiyle, uzak gelecek, yani robot savaşlarının yapıldığı gelecek değil, (çünkü nasıl olsa robotlar icat edilecek) yakın gelecek, yani robotların icat edildiği gelecek, biraz öne alınmış oluyor. Uzak geleceği değiştirmek için kol ve chip’in ortadan kalkması yetmiyordu. Nitekim bunu bilen araştırmacı bütün çalışmalarını yok etti. Daha sonra da öldü. Böylece gelecek iyice değişmiş oldu. İyi robotun kendini yok etmesi robotların icat edilmesini değil, zamanından önce icat edilmesini engelledi, o kadar. Fakat bu durum gelecek zamanda yapılacak olan savaşları durdurmadı. Üstelik o zamanda yaşayanların bu olaylardan hiç haberleri olmadı. Filmin akışı içinde, kahramanlarımız bir gece yolculuğu yaparlarken, Sarah Connors (kadın kahraman), yola bakıp kendi kendine mırıldandı: “Zaman, gece aldığımız yol gibidir. Onu kat ettikçe, tarih olur.” Bu iki filmde, gelecekten gelen varlıklara sanki başka bir ülkeden gelmiş kişiler gibi davranılıyor. Örneğin, birinci filmde robot telefon fihristine bakarak kadının yerini buluyor. Birinci filmle ikincisi arasında, çocuğun yaşı kadar, yani 11 – 12 yıllık bir süre farkı var. Çocuk doğuyor ve büyüyor. Gelecek ve bugün öyle eşzamanlı gidiyor ki, bu süre gelecekte de geçmiş; yeni robotlar yapılmış, yeni teknolojiler kullanılmış, savaşın biçimi değişmiş, insanlar yeniden robotları kullanmaya başlamışlar. Halbuki kişiler, robotlar yer değil “zaman” değiştiriyorlar. Tam olarak geçen zamana denk gelen zamana dönmek gibi bir zorunluluk yok ki. Aynı robotlar bir önceki filmdeki zamana dönebilirlerdi. İkişer ikişer saf tutup savaşabilirlerdi. Ayrıca iyi robotu gönderen insanların haber alma teşkilatı çok iyi gibi görünüyor. Çünkü makinaların kötü robotu hangi yıl, gün ve saate gönderileceğini öğrenip kendi adamlarını ve robotlarını o yıl, gün ve saate gönderiyorlar. Burada gene bir çelişki var. İnsanların bu kadar iyi haber alabilme olanakları varsa, iyi robotu 10 gün, 1 ay öncesine gönderebilir, ve daha iyi tedbir alabilirlerdi. Aynı güne göndermeleri gerekmezdi. Gerçekte olsaydı böyle olurdu. Zaman Çizgisi Oyuncu: Kris Kristofferson. Çok ilginç bir film. Tamamını izleyemedim ama yeterli mesajı aldım. Zaman yolculuğunu sağlayan şey bir kapı. Dünyanın geleceğinden gelip zaman değiştirmek isteyen insanlar, bir kontrol kulesinden telsizle zaman kapısının açılmasını istiyorlar. Kapı belirince onlar da zaman değiştiriyorlar. Zaman yolcuları dünyanın geleceğinden geliyor. Konusu şöyle: Gelecekte, canlılığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanlar, bu durumdan kurtulmaya çalışıyorlar. Bunun için geçmişten insan ithal etmeyi düşünüyorlar. Fakat bunu yaparken geçmişi ve yaşananları değiştirmemek zorundalar. Çünkü geçmişin değiştirilmesi bulundukları zamanda paradoksa yol açıyor. Bu da yok olma sürecini hızlandırıyor. Gelecekte yaşayan insanlar bu sorunu çözmek için ilginç bir yöntem buluyorlar. İthal edecekleri insanları – müdahale etmezlerse – kazalarda ölecek olan insanlardan seçiyorlar. Kazalar içinde de en elverişli olanı uçak kazaları olarak görüyorlar. Kaza olmadan önce insanları geleceğe götürüp, kendi zamanlarında onlara ikinci bir yaşam şansı tanıyorlar. Yerlerine de manken bırakıyorlar. (Kendilerinin zamanın ucunda olduklarını sanıyorlar. Olmasalar aynı mantıkla, ondan sonraki zaman için paradoks olacak.) Fakat olaylar istedikleri gibi gelişmiyor. Hostes kılığına girmiş bir ileri zaman dünyalı, bayıltıcı ve – ne yazık ki – patlayıcı özelliği olan silahını, bir kurtarma eylemi sırasında uçağın içinde düşürüyor. Bu silah, önce kazadan sağ kurtulması gereken bir çocuğun, sonra da başkalarının eline geçiyor. Silah kazayla patlıyor ve ölmemesi gereken insanlar ölüyor. Böylece doğması gerekenler doğmayacağı için ve onlarla ilgili bir sürü nedenle, gelecek değişmiş oluyor. Gelecek paradoks depremlerine kurban gidiyor ve dünyanın sonu geliyor. Yorum: Film ilginç ama zamanda yolculuk olayının iyice suyu çıkmış durumda. Bu filmde de önceki filmlerde olduğu gibi eş zamanlılık sürüyor. Hostes cep telefonuyla (bu film gösterildiğinde cep telefonları yoktu) zaman kapısı istiyor. Bunu bir tarafa bırakalım. Benim düşünceme göre filmdeki gibi geçmiş değiştirildiği için gelecekte bir paradoks depremi denen şey olmaz. Çünkü akan ırmak görüşüne göre, geçmişin değiştirilmesinden gelecekte yaşayanların hiç haberi olmaz. Onlar geçmişin her zaman bildikleri gibi olduğunu düşünürler ve geçmişte olacak olan değişiklikler onların yaşantısını etkilemez. Ayrıca hostes silahını düşürdüğü zaman onu bırakıp gitmek zorunda değildi. Geçmişte biraz daha geriye dönüp silahı alabilir ve hatasını düzeltebilirdi. Tabi o zaman da film olmazdı. Bu film de geçmişin değiştirilemeyeceğini, fırsat kaçınca bir daha yakalanamayacağını düşünen kişilerin çevirdiği bir film. Burada hoş olan şey, ölecek olan insanlara başka bir zamanda yeni bir yaşam şansı vermek. Zamanda yolculuk mümkünse, bu da mümkündür. Maymunlar Cehennemi Oyuncu: Charlton Haeston ve konuşabilen akıllı maymunlar. Zaman yolculuğunu sağlayan şey, bir uzay gemisi. İnsanlar bu kez, bilmeden dünyanın geleceğine gidiyorlar. Film özetle şöyle: Bir uzay gemisi, bir gezegene mecburi iniş yapıyor. Gezegende, akıllı maymunlar birkaç gruba ayrılmışlar; ilkel uygarlıklar kurmuşlar. Burada konuşmasını bilmeyen insanlar var ve bunlar maymunlara köle olmuşlar; kilit altında tutuluyorlar. Sağ kalan kahramanımız astronot, birçok badire atlattıktan sonra, bir deniz kıyısında, şu anda New York’ta bulunan hürriyet heykelinin parçalanmış kalıntılarıyla karşılaşıyor. İndiği gezegenin dünya olduğunu, insanların uygarlığı yok ettiklerini anlıyor; insanlara lanetler yağdırıyor, sövüp sayıyor. Daha sonra maymunların biraz daha medeni ve akıllı olanları ile işbirliği yapıyor. Yorum: Zamanda yolculuk bakımından, doğru bir yaklaşımı var. Fakat uzayda nasıl kaybolmuşlarsa, indikleri gezegenin dünya olduğunu anlamıyorlar. Yaklaşırken kara biçimlerini de mi göremediler? Demek ki dünya tanınmayacak kadar değişmiş. Evrimin bu kadar ilerleyebilmesi için dünyanın bu hale gelmesi için ne kadar bir süre geçmiş olabilir? Binlerce ve binlerce yıl mı? Yüzbinlerce yıl mı? Milyonlarca yıl mı? İnsanın 1,8 milyon yıldır dünya üzerinde göründüğünü ve bugün ilk insanların izlerini alabildiğimizi düşünecek olursak, daha az bir süre geçmiş olmaması gerekir. Çünkü bu durumda eski (yani şimdiki) uygarlıktan daha fazla iz kalırdı. Kala kala parçalanmış bir hürriyet heykeli kalmış. Diğer taraftan, bu heykel tamamiyle ortadan kaybolmadan kalabilmiş. Öyle ise milyar yıl kadar uzun bir süre de geçmemiş. Hatta bu süreyi daha da indirebilirim. Dinozor fosilleri 65 milyon yıl öncesinden kaldığına göre, geçen süre bundan daha kısa olmalı. Yoksa en azından bozulurdu. Bu heykelin yüzü, ayan beyan sağlam bir şekilde duruyordu. Binlerce yıl öncesinden kalma kral mezar taşları, toprağa gömülü ise, bozulmadan durabiliyorlar. Değilse, hızlı sayılabilecek bir bozulmaya uğruyorlar. Bu durumu düşünürsek sürenin daha da kısa olması gerekir. Fakat bu durumda, bu kadar kısa sürede, insanların ve maymunların nasıl böyle evrim geçirebildiklerini ve dünyanın nasıl tanınmayacak kadar değiştiğini açıklamak çok zor. Sonuç olarak bu da yalnızca bir film olmuş. Böyle bir şeyin gerçekten olması olanaksız. Bu filmin devamı niteliğinde birkaç film daha çevrildi ve gösterildi. Maymunlar Cehenneminden Kaçış, Maymunlar Cehennemine Dönüş vs. Bunların bir tanesinde maymunların nasıl akıllı maymun oldukları anlatılıyor. Bu filmde akıllı maymunlar geçmişe dönüyorlar. Yavruları orada büyüyor ve akıllı maymun oluyor. Burada da aynı terminator I - II de olduğu gibi bir kısır döngü var. Akıllı maymun geçmişe dönüyor ve kendi kendisini yaratıyor. Böyle bir şey mümkün olamaz. Maymunun geleceği yaşayabilmesi için önce bir geçmişinin olması gerekir. Yani kendini yaratmadan önce evrimle, mutasyonla bir şekilde ortaya çıkmış olması gerekir. Yoksa bu şekilde olursa, aynı mantıktan giderek: “İnsanlık çok ilerledi; zamanda yolculuk yaptı; kendi kendini yarattı ve bugünkü uygarlığı kurdu.“ diyebiliriz. Ama bu olmaz. Peggy Sue Evleniyor Oyuncu: Kathlene Turner. Zamanda yolculuk aracı, bir yatak! Konusu şöyle: Kocasından, yaşamından hoşnut olmayan ve boşanmayı düşünen bir kadın, (Peggy Sue) yatağında yatarken birdenbire kendisini evlenmeden önceki zamanda buluyor. Öğrenci olduğu ve naylon çorabın olmadığı bir zaman. Birkaç hoş olaydan sonra, Peggy evlendiğini bildiği kişiyle, herşeye rağmen ve bile bile – ona göre – yeniden evleniyor. Sonra kendisini gerçek zamanında buluyor ve eskisine göre daha mutlu hissediyor; sıkıntıları diniyor. Yorum: Zamanda bedenin değil de bilincin yolculuk yapması tamamı ile fantezi. Çünkü çevresindekiler ona eski Peggy olarak davranıyorlar ve yadırgamıyorlar. Yani yalnız bilinci zaman değiştiriyor ve geçmiş zamandaki bedenine giriyor. Peki o zamanki bedeninin bilncine ne oluyor? Belli değil. Bilinç daha sonra gerçek zamanına dönüyor. Herhangi bir kesinti yok. Umarım eski zamandaki bilinci de bedenine geri gelmiştir. Fakat öyle olsa bile bu bilinçte bir kesinti söz konusu. Çünkü, gelecekteki bilincinin bir süre için bedenine hakim olması nedeniyle, kendisi o sürede tatil yapmış durumda bulunuyor. Bedenine hakim olduktan sonra, “Ner’deyim ben?” diyerek korkuyla uyanmış, dahası kendisini bir adamla evli olarak bulmuştur. Kimbilir, belki hoşuna gitmiştir. J Yarın Dündür Oyuncular: William Shatner (Kaptan Kirk), Leonard Nimoy (Mr. Spock) ve Atılgan mürettebatı. Bir uzay yolu macerası. Zaman yolculuğu nedeni, bir şok dalgası. Konusu şöyle: Uzayda oluşan bir şok dalgası nedeniyle, Atılgan uzay gemisi bütün mürettebatıyla birlikte, bu uzay yolu filmlerinin çevrildiği zamana gidiyor. Dünyanın tam tepesinde, amerikan semalarında şok dalgasını atlatıp gözlerini açıyorlar. Araç arızalandığı için hemen dünyadan uzaklaşamıyorlar. Bu sırada bir amerikan jet pilotu Atılganı görüyor. Merkezine rapor ediyor ve tam onlara ateş edecekken, pilotu öldürmemek için Atılgana ışınlamak zorunda kalıyorlar. Sonra pilotun rapor ettiği kayıtları silmek istiyorlar. Ama gene işler istedikleri gibi gitmiyor. Dünyaya inip kayıtları silerken, onları gören güvenlik görevlisini de almak zorunda kalıyorlar. Pilot ve güvenlik görevlisi atılganda kalsa, gelecek değişmiş olacak. Onlardan doğacak olan çocuklar doğmayacak. Bunu yapmak istemiyorlar. Bıraksalar görülmüş oldukları bilinecek. Bu sırada Mr. Spock imdada yetişiyor. Uzayda uğradıkları şokun nasıl olduğunu anlıyor ve aynısını kontrollü olarak kendisi yaptırabiliyor. Önce görüldükleri zamanın öncesine dönüyorlar. Pilotu jet kabinine, güvenlikçiyi de görülmeden önceki zamana, üstelik eski bedenlerinin içine bırakıyorlar. Zaman o zaman olduğu için hiçbiri gördüklerine dair bir şey hatırlamıyor. (?) Bütün kayıtlar siliniyor. Atılgan da yaptıkları zaman yolculuğu keşfi sayesinde, ilerideki kendi zamanına dönebiliyor. (Back to the future; geleceğe dönüş) Yorum: Bu filmde üç kez zaman yolculuğu yapılıyor. Önce yanlışlıkla zamanda yolculuk yapıyorlar. Sonra Atılgana aldıkları iki kişi için zamanda yolculuk yapıp onları kendi bedenlerine ışınlıyorlar. Sonunda da kendi zamanlarına gidiyorlar. Bu kez, yolculuğun bir yerine kadar bedenler var. Ama bir yerden sonra bedenler değil, yalnız bilinç yolculuk yapıyor. Hatta bilinç de yolculuk yapmıyor; bir şey hatırlamayacağı için yok oluyor. Yani adamlar tamamen yok oluyorlar. Böyle bir yolculuk gerçekten olabilseydi, - mantıklı olanı - adamları Atılgana aldıktan sonraki bir zamana geri göndermek olurdu. Yoksa pilot kabininde, birinci pilot atılgana ışınlanana kadar iki pilot üst üste binerlerdi. Güvenlikçi de ışınlanacağı zamana kadar geçen süre içinde kendisinin bir kopyasını görüp ikinci bir şok yaşardı. Bu adamlar öncekilerin ilerideki zamanda devamı oldukları için, öncekiler atılgana ışınlanınca kendilerinden gene birer tane kalırdı. Böylece sorun kalmazdı. Yaşadıklarını hatırlamamalarını sağlamak ise olanaksızdı. Ancak bir şey söylememeleri konusunda onları ikna edebilirlerdi. Yaşanan ve değişen zaman parçasını ise hiçbir zaman silemezlerdi. Geleceğe Dönüş I – II – III Oyuncular: Michael J. Fox ve deli profesör rolünde Christopher Lloyd. Yönetmen: Stephen Spielberg. Zamanda yolculuk aracı, değiştirilmiş bir otomobil. Zamanda yolculuk filmlerinin en eğlenceli, kapsamlı ve bir o kadar da uçuk olanı. Üç filmlik bir dizi. Birinci filmin özeti: Bir deli profesör, zamanda yolculuk yapabilen bir makine icat ediyor. Bununla kahramanlarımız 1955 yılına yolculuk yapıyorlar ve istemeden zamanın akışını değiştiriyorlar. Bu durumda genç kahramanımızın doğmaması ve varlığının yok olması olasılığı beliriyor. Birçok karışıklıktan sonra hatalarını düzeltiyorlar ve herşey yerli yerine oturuyor. İkinci filmin özeti: Bu kez geçmişe değil geleceğe gidiyorlar. O zaman olacak olan bir karışıklığı ve olmasını istemedikleri bir şeyi önlüyorlar. Burada kahramanımız ve sevgilisi geleceklerini görüyorlar. Yaşlanmış olarak kendilerini de görüyorlar. Fakat diğer filmlerde olduğu gibi, işler gene istedikleri gibi gitmiyor. Kötü bir adam, onlara sezdirmeden zaman makinesine girip onlarla birlikte geçmişe gidiyor. 50 yıllık spor yarışmalarının sonuçlarını bildiren bir kitabı, (Almanak) geçmişte kendi gençliğine veriyor. Genç kötü adam böylece zengin oluyor. Bütün gelecek değişiyor. Bunun üzerine tekrar geçmişe, 1955 yılına dönüyorlar. Orada birinci filmde geçmişe gitmiş olan kendileriyle karşılaşıyorlar. Deli profesörün en eskisi de orada. Bunlar birbirlerine yardım ediyorlar. Tam herşey düzelecekken araç gene bozuluyor. Profesörlerden bir tanesi (en sonuncusu), yanlışlıkla 1800 lü yıllara gidiyor. Gittiği anda, postaneden bir adam gelip kahramanımıza, 90 yıldır postanede duran bir mektup veriyor. Mektup profesörden. Gelip onu kurtarmasını istiyor. Üçüncü filmin özeti: Kahramanımız profesörün bir mağaraya sakladığı bozuk zaman makinesi ile 1800 lü yıllara gidiyor. Profesörü tam kurtaracakken bu kez profesör kurtulmak istemiyor; çünkü birine aşık oluyor ve o zamanda kalıyor. Filmin sonunda kahramanımız zamanına döndükten sonra makine parçalanıyor; artık zamanda yolculuk yapma olasılığı kalmıyor. Orada kız arkadaşını buluyor. Tam bu sırada profesör kendi yaptığı trene benzer yeni zaman makinesi ile gelip kahramanımızı ziyaret ediyor. Bakıyoruz, evlenmiş, çocukları olmuş. Mutlu son. Yorum: Bu filmlerde de geçmişin değiştirilmesiyle geleceğin anında değişeceği teması işleniyor. Böyle bir şeyin olamayacağını söylemiştim. Ama bu filmde bir konu doğru olarak işleniyor. İnsanlar zaman değiştirdiklerinde, değiştirdikleri zamanda kendileri ile karşılaşıyorlar. Hem geçmişte hem de gelecek zamanda. Bir ara, profesörden aynı anda üç tane birden oluyor. Zaman yolculuğu gerçek olursa böyle bir olay da olabilir. Fakat hiçbir zaman, geçmiş değişti diye aynı anda bugün değişmez. Bu günün değişmesi için, değişen zaman aralığı ne kadarsa o kadar sürenin geçmesi gerekir. Yani profesör 1800 lü yıllara gider gitmez ondan mektup gelemez. Filmdeki kötü adam eline almanak geçti ve bütün yarışları bildi diye gelecek hemen değişemez. Ancak yavaş yavaş değişir; zaman geçtikçe. Üçüncü ve son film deli profesörün iki sevgiliye bir mesajıyla bitiyor: “Gelecek henüz yazılmadı. Onu yazmak ve iyi yaşamak, tamamiyle sizin elinizde.” Oniki Maymun Oyuncu: Bruce Willis. Zaman yolculuğu aracı, yer altında bir laboratuarda bir bölüm. Biraz terminatördeki aracın işleyişine benziyor. Ancak çıplak yolculuk yapılıyor ve geleceğe dönüşteki gibi yanlış zamanlara gidilebiliyor. Filmin konusu şöyle: 1997 yılında, laboratuarda üretilen bir virüs türü, deli bir adam yüzünden dünyaya yayılıyor ve beş milyar insan ölüyor. Sağ kalanlar yaşamlarını sürdürebilmek için yer altına giriyorlar. Zaman geçiyor; teknoloji ilerliyor; zamanda yolculuk makinesini icat ediyorlar ama virüsle başa çıkamıyorlar. Virüsün nasıl yayıldığını öğrenmek ve mümkünse yayılmasını önlemek için geçmişe, bir mahkum olan kahramanımızı gönderiyorlar. Ancak hiçbir şey yapamıyorlar. O sırada 12 maymun denen bir terör örgütü var. Çözümü orada arıyorlar ama çok büyük hata yapıyorlar. Filmin son sahnesinde kahramanımızın çocukluk hali, bilmeden kendi vuruluşunu ve ölüşünü izliyor. Kahramanımızın ilkinde 1996 yılına gitmesi gerekirken, yanlışlıkla 1990 ve 1917 yıllarına, birinci dünya savaşının ortasına gidiyor; orada vuruluyor Çıplak halde fotoğrafları 1996 da, gazetelerde çıkıyor. Tekrar zamanına dönüyor. Hatayı düzeltiyorlar; yeniden gönderiyorlar. Orada, daha önce gönderilenler ve geri dönmek istemeyenler var. Bizimki geri geliyor, gidiyor geliyor; bayağı yoğun bir trafik var. Yorum: Bu filmde de aynı yanlışlıklar yineleniyor. Kısır döngü bu filmde de var. Kahramanın küçüklüğü gelecekten gelmiş olan kendi büyüklüğünün ölümünü görebilir. Fakat kahramanımız daha o ana gitmeden önce, zaman zaman küçük çocuğun gözlerinden kendi ölümünü anımsıyor. Bunun olabilmesi için, çocukluğundan itibaren geleceğin kahramanın geçmişe dönüş süresine kadar iki kez yaşanmış olması gerekir ki kendini anımsayabilsin. Çocuğun o anı gördükten sonra o yaşa kadar büyümesi ve o kadar sürenin geçmesi gerekir. Belki de öyle olmuştur ama filmde buna ilişkin bir mesaj yok. O güne göre (1996) gelecekte yaşayan kişiler, geçmişte olan herşeyi bilebilecekleri halde bir şey yapamıyorlar. Geçmiş ve gelecek değiştirilemiyor. Terminator II de, ahşap bir masaya kazınmış ‘no fate’ (kader değil) diye bir söz vardı ve bu söz doğruydu. Yani gelecek ve geçmiş her zaman aynı şekilde yaşanmak zorunda değildir. Geçmişe gönderilen kişiler, artık yeni zamanda yaşamaya başlarlar. Bu kişinin yaşadığı ve edindiği bütün deneyimin, o zamana göre gelecekte yaşamakta olan kişilerin bilgisi içine girebilmesi için, ya o kadar sürenin geçmesi, ya da gönderdikleri kişiyi kendi zamanlarına geri almaları gerekir. Onun ne yaptığını başka türlü bilemezler. Eğer gönderdikleri kişi ölüp de geri gelemezse veya ölüsü gelirse, bir aksilik var demektir. Bu bilgiye göre de önlemlerini alabilirler. Gelecek zamanın da gelecek zamanı var. Bu deneyim bir kez yaşandıktan sonra, deneyimi yaşayanlar yaşamayanlara yardım edebilirler. Hataları değiştirebilir, düzeltebilirler. Çünkü ‘no fate’, yani kader değil. Eski ve kötü olan kayıt silinir, yerine yenisi ve iyisi kaydedilir. Bu filmde ‘Kassandra Sendromu’ denen bir hastalıktan söz ediliyor. Bu hastalık, olacak kötü şeyleri anlayıp, bir şey yapamamanın çaresizliği içinde kıvranmak olarak tanımlanabilir. Bu, kanser olan bir kişinin öleceğini bilmesi, arızalanıp düşmek üzere olan bir uçağın içine olmak gibi bir şey. Ben gelecek hakkında o kadar karamsar değilim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |