..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Bilimsel > Uzaybilim > Mehmet Sinan Gür




22 Temmuz 2001
Görünen Madde Kuramı  
Dünyalı Olmak

Mehmet Sinan Gür


'Dünyalı Olmak'tan bir pasaj, yıldızlar üzerine pek düşünülmemiş bir konu. Bilimsel verilere göre burada söylediklerimin doğru olması gerekir. Ancak benim konuyu buraya aktarmaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Doğruluğunu kanıtlayamam.


:IEAB:
ÖNSÖZ

Bu kitap bilimsel bir kitap değildir fakat bilime dayanmaktadır. İçinde bilimsel ve bilim karşıtı düşünceler, birbiriyle çelişen fikirler bulacaksınız. Bu kitabın yazarı olarak bunların içinden beğenmediğim, ya da aklıma yatmayan fikirleri eleyebilirdim. Fakat yapmadım. Hepsini olduğu gibi bıraktım. İnsan beyninin doğru gibi görünen varsayımlardan yola çıkarak nerelere ulaşabileceğini göstermek için; bir de bu çelişen fikirler arasında hangisinin doğru olduğunu bulabilmek, ya da bu fikirler içinde doğru bir düşünce olup olmadığı konusunu diğer araştırmacılar gözünde de tartışmaya açabilmek için yaptım bunu. Öyle ya, hiçbiri de doğru olmayabilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Doğrunun her karşıtı yanlıştır. Fakat yanlışın her karşıtı doğru değildir. Bu yüzden, en azından iki çelişen düşüncenin ikisi de doğru olamaz. Onun için, fikirlerden illa ki birini doğru olarak görmemelisiniz. Karar sizin ve bilimin.

Bu kitabı yazarken istedim ki, insanlar ne düşüncede olurlarsa olsunlar, çevrelerinde gelişen olaylara, kişilere biraz daha geniş bakabilsinler. Akıllarına yatmayan bir düşünceyi duydukları zaman hemen parlamasınlar ve onu reddetmeden önce iki defa düşünsünler.

Ayrıca bu kitapta, düşüncenin anlaşılır olması için de çaba gösterdim. Başka yerlerde baktığınızda, içinden çıkılmaz gibi görünen konuları, anladığım şekilde ve başkalarının da anlayabileceği şekilde toparlamaya çalıştım. Umarım başarmışımdır.


GÖRÜNEN MADDE KURAMI

Bilim adamlarının söylediği her söz doğru olmayabilir. Kitabın başındaki bilimin ilerlemesi ile ilgili söylediğim sözleri hatırlayın lütfen. Bu bölümü o gözle okumanızı dilerim.

Görelilik kuramına göre uzayda iki noktayı birleştiren en kısa çizgi bir eğridir. Işık ışınları bu kuralın dışında değildir. Lisede geometri derslerinde, bize böyle en kısa çizgi bir doğrudur diye öğretmişlerdi. O lisede kaldı. Uzayda ışık ışınları düzgün doğrusal bir şekilde yayılmıyor. Işığı bile bırakmayan kara deliklerin bulunduğu bir ortamda, kütlelerin çekimine uğrayarak bükülüyor. Bunun böyle olduğunu, güneşin arkasında kalan, normalde görmemiz mümkün olmayan yıldızları görmekle anlıyoruz.

Yıldızlardan yayılan ışınlar, - Güneş de bir yıldız olduğuna göre – güneşten yayılan ışınlar, güneşin büktüğü gibi, başka yıldızlar tarafından bükülmeye uğruyorlar. Herhangi bir kaynaktan yayılan bir ışık ışınının bükülmeye uğramasının, ya da başka bir deyişle bükülme açısının az ya da çok oluşu, ışığı büken yıldızın büyüklüğü ile değil kütlesi ile ilişkilidir. Genellikle büyüklüğü fazla olan yıldızın (veya gezegenin) kütlesi, dolayısıyla çekim gücü de fazladır. Güneşten yüz kat büyük yıldızların, kara deliklerin varlığı biliniyor. Öyle ise bu yıldızlar ve kara delikler ışığı güneşe göre daha çok bükerler. Öyle ki ışının yönünü 180 derece (çıktığı kaynağa doğru) hatta daha fazla çevirebilirler.

Bir yıldız, uzayda her yöne doğru ışık yayar.

Bu ışınlardan biri, birkaçı, birçoğu, ya da hepsi bükülmeye uğrayabilir. Bir kaçı da bükülmeyebilir.

Bu yıldızdan yayılan ışınların bir kısmı dünyaya düşer. Çünkü yıldızlar dünyadan görünürler. Biz bu yıldızdan yayılan – tek ışık ışını olarak- hem bükülmüş ışını hem de bükülmemiş ışını görebiliriz. Çünkü ışınlar dünyaya ulaşana kadar birçok kütlenin yanından geçmişlerdir.

Öyleyse aynı bir yıldızı birden fazla sayıda görüyoruz demektir. Uzayda bir noktada gördüğümüz bir yıldızın ışığı, bize başka bir noktadan, hatta birkaç noktadan ulaşıyor olabilir.

Bundan şöyle bir sonuç çıkıyor. Yıldızlar gözümüze ve teleskoplarımıza göründükleri kadar çok değillerdir. Gördüğümüzü sandığımız şey gerçekte bir göz yanılması. Bir yıldızın uzayda birden çok görüntüsü var. Bunların yalnız biri gerçek, diğerleri görünendir. Yıldız bir madde olduğuna göre, evrende olduğunu sandığımız bir kısım madde, orada olmadığı halde yalnızca görünen, eski deyişle zahiri maddedir.

Güneş dışında bize en yakın yıldız 4 ışık yılı uzaklıktadır. Demek ki yakınımızda böyle bir durum söz konusu olamaz. Çünkü ışınları bükecek kütle yoktur. Bundan başka ışığın göründüğü her yerden şüphe edebilirsiniz. Teleskoplar henüz çok gelişmemişken bir tane yıldızmış gibi görünen bir ışık kaynağının, daha sonra yeni teleskoplarla bakıldığında üç yıldızdan oluştuğu anlaşılmış. Bu tam da benim söylediğim gibi bir durumdur. Görünen (zahiri) yıldızlar Güneş’te olduğu gibi gerçek bir yıldızın hemen yanında görünürler.

Aynı bir yıldızın birkaç görüntüsünün ışıklarının gözümüze ulaşma süreleri arasında fark olacaktır. Aynı yıldızın ışınları oldukları halde sanki biri diğerinden daha yaşlıymış ya da daha uzaktaymış gibi görünecek ve aynı yıldızın görüntüsü olduklarını belli etmeyeceklerdir. Bu yüzden dünyadan aynı yaşta ve aynı uzaklıkta görülen iki rastgele yıldız görüntüsünden biri gerçeği biri sahtesi olamaz. Ancak ikisi de görünen olabilir. Bu durumda bu iki görüntü iki su damlası gibi birbirine benzeyeceklerdir. Işınları tesadüfen farklı yollardan benzer biçimlerde bükülmelere uğrayıp birbirine yakın veya tam olarak aynı zamanlarda üzerimize yönelmişlerdir. Gökadalar da kütle olduklarına göre aynı durumlar uzayın derinlikleri ve gökadalar için de geçerli olabilir.

Bilim adamları varlığından emin oldukları halde, bugüne kadar uzayda kara delik gözleyememişler. Gözlenseydi bile bu yalnızca yerinin tespit edilmesi şeklinde olurdu. Bir kara delik, çevresindeki bütün görüntüyü büker. Işınların bir kısmını yutar, bir kısmını uzaktan geçtiği için yutamaz yalnızca yönünü değiştirir.

Bilim adamları arasında bir tartışma var. Evrendeki maddeler homojen olarak mı dağılmıştır, heterojen mi? Kimi bilim adamına göre homojen olarak dağılmıştır. Bunu dünyaya düşen radyo dalgalarına bakarak iddia ediyorlar. Radyo dalgaları dünyamıza, uzak evrenin her yönünden aynı özelliklerde ulaşıyorlar. Diğer taraftan yakın evrende maddelerin dağılımında bir eşitlik gözlenmiyor. Bazı bölgeler çok tenha, bazı bölgeler çok yoğun görünüyor.

Bir yıldızın ışını, ışın büken bir yıldızın her yönüne gelir. Büken yıldız ışınları büker ve daha geniş bir alana yayar. Bu nedenle ışının gücü azalır. Biz bu ışınların yalnız doğrultusunda olduğumuz ışını görebiliriz. Bükülen yıldızın ışığı büken yıldızın ışığı ile birlikte yan yana görülür. Aynı güneş ve arkasındaki yıldızlara olduğu gibi. Bu ışınlar gider, başka bir yıldız tarafından bükülmeye uğrayabilirler. Böylece ışıkları birlikte görülen yıldızların sayısı çoğalır ve bir yıldız demeti oluşur.

Uzayın tenha bir bölgesi tenhadır. Ama yoğun bir bölgesi olduğundan daha yoğun görünür. Görünen madde etkisi uzayın kütle bakımından yoğun olan bölgelerinde daha çok görülecektir. Örneğin gökadaların merkezinde, zaten yoğun olan yıldızlar bu nedenle daha da yoğun görüneceklerdir. Gökadamız bir disk biçimindedir. Merkezi kalın ve şişkindir bir gökadamızı göğe bakınca kesitten görürüz. Samanyolu olarak isimlendirdiğimiz gökadamızın orta bölgesi de böyle bir bölgedir. En çok yıldız burada toplanmıştır. Yıldızlar o kadar yoğundur ki birini diğerinden ayırmak zorlaşır. Uzayda ‘Büyük duvar’ denen bir bölge vardır. Burada gökadalar diğer yerlere göre daha yoğundur. Buradan alınan görüntülerde de böyle bir durum olabilir. Bu durumdan başka bir sonuç daha çıkıyor. Evren gerçekte göründüğünden daha homojen olabilir.

Fakat aynı verilerden yola çıkarak tam tersi bir sonuç da elde edebiliriz. Bir yıldızın ışınları, ışın büken bir yıldızın veya bir kara deliğin yakınından geçme durumuna göre farklı yönlere bükülürler. Çünkü daha önce söylediğim gibi ışın büken yıldıza yakın olan ışık ışını daha fazla, uzak olan ışık ışını daha az bükülmeye uğrayacaktır. Bu nedenle nasıl gerçek bir yıldız uzayın her yönünden görünürse, onunla ışını bükülen bir yıldız da uzayın her yerinden görünür. Işınların toplanarak bir demet oluşturduklarını anımsayalım ve bunu biraz daha ileri bir düşünceye taşıyalım. Işın büken yıldızın gerisinden, bütün evren bükülmüş olarak görünür.
(Biz gene bu ışınlardan doğrultusunda olduğumuz ışınları görürüz.)

Bükülen ışınların bir kısmı tekrar bükülecek; uzaya aynı şekilde yayılacaklardır. Bu işlem tekrar tekrar olacaktır. Ta ki ışığın artık bir etkisi kalmayıncaya ve radyo dalgalarına dönüşünceye kadar. Bu da bize gerçekte olmayan bir homojen görüntü sağlar. Uzak evrenin neresine bakarsak bakalım, her yer aynı elemanlardan oluşmuş gibi görünür.

Beyaz kağıda bir çizgi çizince, kağıdın özelliğini ve homojenliğini bozmuş oluruz. Çizgi kağıt üzerinde açık seçik görünür. Çizgi çizmeye devam Çizgiler çizildikçe kağıtta şekiller oluşmaya başlar. Kağıdı çizmeğe devam edelim ve artık karalamaya başlayalım. Kağıt tek tek çizilen çizgilerden kararmaya başlar, oluşan şekiller karanın içinde yok olur. Devem edersek bütün kağıdı kapkara yapabiliriz. Bir zaman sonra, kağıt beyaz homojenliğini once bir kargaşaya (heterojenlik) sonra siyah bir homojenliğe terk eder.

Bu işlemi siyah renkli bir kağıt üzerine beyaz renkli bir kalemle çizgiler çizerek de yapabilirdik. O zaman siyah yerine beyaz renkli bir kağıt elde ederdik. Çizgileri ışık ışınları, kağıdı evren olarak düşünecek olursak evrenin başına kağıda olan şeyin geldiğini daha iyi anlarız. Bütün evren bükülen ışık ışınları ile doludur. Ancak ışınlar her bükülmeden sonra biraz daha dağıldıkları için etkileri zayıflar, sonunda kaybolurlar. Gene de bir süre daha radyo dalgaları olarak yayılmaya ve bükülmeye devam ederler. Sonuç olarak diyebilirim ki evren, gerçekte algılandığı kadar homojen değildir.

Yakın evren heterojen olarak görünür, uzak evren radyo dalgaları yardımıyla homojen olarak algılanır (görünmez). Evrenin homojen mi heterojen mi olduğu büyük patlama kuramını yakından ilgilendiriyor. Homojense kuram doğru, heterojense yanlışmış. Bilim adamları öyle söylüyor. Kuramı savunanlar yakın evrenin heterojen olmasını önemsemiyorlar. Bunu şöyle savunuyorlar. Çölde kum denizine yakından bakarsanız, taneler arasındaki farklılığı açık seçik görürsünüz; ama biraz uzaktan bakarsanız hiçbir farklılık göremezsiniz. Her yer aynıdır.

Hiçbir yıldız, bize göre arkasında kalan uzay boşluğunu gerçek olarak görmemize izin vermez. Çünkü üzerine gelen, yakınından geçen bütün ışık ışınlarını büker ve uzaya dağıtır. Aynı bir yıldızın gerçek ve görünen görüntülerini tespit etmek mümkün olsa, bu yıldızın geçirdiği ve geçireceği evreler tespit edilebilir, dahası gözlenebilirdi. Çünkü bir yıldız ışını gerçek değilse, kendisinin bize göre bir zaman önceki durumunu gösteriyor demektir.

Aslında bilim adamları buna benzer bir nedenle evren hakkında bu kadar çok bilgi edinebilmişlerdir. Evrenin bir yönünde incelenen yıldızlar arasına uzaklık girdikçe, zaman farkı da girmekte ve evrenin başlangıcına gidilmektedir. Bu 200 yıllık çınar ağaçlarının gelişmesini bir günde anlamak gibi bir şeye benziyor. O gün, farklı yaşlarda çınar ağaçları tek tek alıp incelerseniz, 200 yıl süren gelişme hakkında bir fikriniz olur. Bu fikri alabilmek için 200 yıl yaşamanız gerekmez.

Bir ışın birkaç yada birçok kez büküldükten sonra kaynağına geri dönebilir. Ancak bu ışın binlerce, milyonlarca, hatta milyarlarca yıl önce yayılmış olacaktır. Bu süre ışın büken yıldızların birbirlerine ve ışını bükülen yıldıza olan uzaklıklarına bağlıdır. Işını bükülen yıldız pekala güneşimiz olabilir. Güneşin ışınları uzayda yayıldıktan sonra, dönüp dolaşıp dünyaya düşüyor olabilir. Güneşin yüzbin yıl, bir milyar yıl önceki durumunu tahmin etmekten çok gözlemek mümkün olabilir. Gezegenler ışıma yapmadıkları ve kendi yıldızlarının ışığında boğuldukları için kolay gözlenemiyorlar. Bu yüzden böyle bir şey olabilse bile dünyamızı göremezdik. Ama güneş gözlenebilirdi. Hatta uzayın değişik yönlerinden birden fazla aşaması, geçirdiği farklı evreler gözlenebilirdi.

Güneş ışını bir yıldız tarafından bükülüyorsa, güneşin ışınını büküp bize döndüren bu yıldız bize 50bin ışık yılı uzaktaysa, güneş bize yüzbin ışık yılı uzakta bir yıldız olarak görünecek, bize gelen ışın da o kadar eski olacaktır. Bu ışın kendini büken yıldızın ışığıyla birlikte görünecektir.

Bilim adamları uzayı dinliyor. Evrende acaba bizden başka akıllı canlılar var mı diye. Radyo dalgaları için de geri dönüş söz konusudur. Dünyadan uzaya gönderilen bir radyo dalgası, günün birinde dönüp dolaşıp dünyaya geri dönebilir. Eğer bu etkinin farkında olmazsak ileride (belki de çok ileride) uzaydan bir sinyal aldığımızı düşünebiliriz. 20bin yıl sonra dünya yerinde durursa eğer, torunlarımız bizim sinyallerimizi alabilirler. Yani aslında dünyanın ilerideki evrelerine (ne yardımı olacaksa) bugünden mesaj gönderebiliriz. Bunun tersini düşünelim. Dünyada 4,6 milyar yıl içinde bizden önce bir uygarlık olduysa, onlar da aynı şeyi düşünmüş olabilirler. Bundan bir zaman önce, bir kazı sırasında, binlerce yıl önceki toprak katmanları arasında fosilleşmiş (yani özelliklerini yitirmiş, şekli kalmış) bir cıvata bulundu. İncelemeye değer.

BERBER AYNASI ETKİSİ

Küçük dükkanlarda, diyelim kasap dükkanlarında ya da pastanelerde dükkan büyük görünsün diye bir – iki duvar ayna ile kaplanır. Dükkan dardır ama, aynalar dükkanı olduğundan en az iki kat daha geniş gösterir. Bazı berber dükkanlarında, karşılıklı iki duvara birden, boydan boya geniş aynalar yerleştirilir. Siz iki aynanın ortasında durursanız, görüntünüz bir öndeki aynada bir arkadaki aynada yansır. Aynaların yansıtma kalitesine bağlı olarak görüntünüz çok sayıda yansımaya devam eder. Dükkan müthiş bir derinlik kazanır. Ancak her yansımadan sonra ışığın bir kısmı ayna tarafından yutulacağından görüntü yavaş yavaş bozulmaya uğrar. Bu yansıma işlemi bitene kadar devam eder. Yansımaların ne zaman bittiğini tam kestiremezsiniz.

Ben çocukken hoş bir oyuncağım vardı. Bu, iç yüzeyleri ayna olan bir üçgen prizma idi. İki üçgen kenarından biri kapalı, biri açıktı. Açık kenarından içine bakılırdı. Böyle bir şey şimdi de vardır herhalde. Prizmanın içine küçük renkli kağıt parçaları atıp baktığımızda rengarenk bir cümbüşle ve hemen hemen dükkan örneğine benzer bir durumla karşılaşırız. Kağıtlar bir başlarına çok düzensiz oldukları halde, aynaların etkisiyle bizim gördüğümüz görüntü çok düzenli olur. Aynalı prizmayı biraz çevirirseniz, kağıt parçaların yerleri değişir, yani yeni bir şekil oluşur. Fakat bu da bir düzendir. Ayrıca bütün hacim bir üçgen prizmanın içi olduğu halde, sanki çok geniş bir alana bakıyormuş hissine kapılırız.

İstanbul’da, İstiklal Caddesinde, Megavizyon girişinin vitrinlerinde ayna ve TV ekranlarıyla bir süsleme yapılmış; bilmiyorum, gördünüz mü. Dört TV ekranı yan yana getirilmiş, çevresi açılı olarak dört ayna ile sınırlanmış. Öyle bir etki elde edilmiş ki dikkatli bakmazsanız eğer, karşınızda ekranlardan oluşmuş bir küre var sanıyorsunuz.

Bazı lunaparklarda aynalı odalar vardır. Aynaların ortasında durup nereye bakarsanız bakın kendinizi görürsünüz. Oda içinde yerinizi değiştirin, görüntüler değişmez. Çünkü bir ayna sizi başka bir aynadan mutlaka görmektedir. Böyle bir yerde hangi görüntünün nereden yansıdığını kestirmek çok zordur.

Son bir örnek vereyim. Bazen yolda yürürken dükkan vitrinlerinin birinde, 90 derece açıyla yerleştirilmiş iki ayna ve iki aynanın ortasında görüntünüzün yarısını görürsünüz. Ne kadar yürürseniz yürüyün, aynaların görüş alanından çıkmadıkça görüntünüz değişmez.

Acaba kütlelerin ışığı bükebilme yeteneği yukarıdaki örneklere benzer bir etki mi yapıyor? Büyük patlama kuramına göre evren homojendir. Evrende nerede olursanız olun, göreceğiniz görüntü aynıdır. Evren çok düzenlidir; herşey çok düzenli olarak yayılmıştır. Fakat yakın evrenin söylendiği gibi çok düzenli olmadığını biliyoruz. Bu düzensiz evren üç prizmanın ortasında kalan alan veya berber dükkanının içi olsun.

Eğer evrende ışınlar oradan oraya bükülüp duruyorlarsa, prizmadaki renkli kağıtlar gibi veya berber dükkanındaki gibi çok düzenli bir görüntü oluşturmaları kaçınılmazdır. Çünkü herhangi bir karışıklık defalarca tekrarlandığı zaman yerini düzene bırakır. Karışıklığı değiştirsek bile sonuç değişmez. Yerimizi değiştirseydik aynı şey olacaktı. Yani bu gökadada değil, 10 milyon ışık yılı uzakta bir gökadada olsaydık, gördüğümüz, algıladığımız şey aynı olacaktı. Bu sonuç, berber aynası etkisi evren için geçerli ise, çıkardığım birinci sonuç. Çıkardığım ikinci sonuç çok daha çarpıcı: Evren algılandığı kadar büyük olmayabilir.

Gerçek evren, düzensiz olan ve içinde bulunduğumuz, şu anda evren olarak bildiğimiz şeye göre çok küçük olan bir bölgedir; bu bölge – ya da gerçek evren – dışında kalan her şey yalnızca görüntüden ibaret olabilir. Buna göre büyük patlama diye bir olay olmamıştır.

Fakat bu düşünce, kendi içinde çelişkiyi de birlikte taşıyor. Diyelim ki böyle ve gerçek evren yalnız düzensiz, küçük bir bölge. Ayna etkisini yapacak şey maddedir. Düzensiz (yakın) evrende ise bazı bölgelerin neredeyse boş olduğunu biliyoruz. Öyle olsaydı, o yönde evrende bir derinlik sağlanamazdı. Maddenin yalnızca yoğun olduğu yönde bir derinlik sağlanırdı. Bu da tüm çevremizde algılama sınırları eşit olmayan, yamuk yumuk garip bir durum yaratırdı. Halbuki çevremizdeki algılama sınırları aynıdır. O da 20 milyar ışık yılıdır.

Büyük duvardaki en uzak gökada 500 milyon ışık yılı uzaklıktadır. Böylece düzensiz evrenin dünya merkez olmak üzere, en az 1 milyar ışık yılı çapında bir küre olduğu anlaşılıyor. Bu çaplı bir kürede büyük duvar dışında diğer bölgelerde de az da olsa, gökadalar vardır şüphesiz. Berber aynası etkisi için bu kadar madde, 40 milyar ışık yılı çapında bir algılama için yeterli olur mu olmaz mı bilemiyorum.

Bildiğim bir şey varsa, merkez dünya olmak üzere algıladığımız evrenin bir küre biçiminde olması. Çevremizde algılama farklılığı olsaydı bu hemen anlaşılırdı. Peki biz evrenin merkezinde miyiz? Böyle bir şeyin olamayacağını da biliyorum. Ama her yönden aynı uzaklıktan sinyal alınıyorsa bu ne anlama gelir?

1.     Evren berber aynası etkisiyle kendini tekrar etmektedir.
Yerimiz evrende başka bir yerde olsaydı, bize bükülerek ulaşan bazı ışınlar kısalacak, bazıları uzayacaktı. Yani uzaklık olarak değişen bir şey olmayacaktı. Bu yüzden kendimizi hep evrenin ortasında sanacaktık.
2.     Evrenin yapısı nedeniyle, durduğumuz her nokta, nereye ve ne yöne gidersek gidelim bulunduğumuz noktaya hep aynı uzaklıktadır. Bu dünyada nerede olursak olalım, dünya yüzünde en uzak noktanın 20bin km den uzak olmamasına benzer.
3.     Evren algılandığından daha büyüktür. Evrenin sonundan sinyaller henüz dünyamıza ulaşmamıştır. Daha ötesi var olabilir.
4.     Evren algılandığından daha büyüktür ama evrenin, ışık ve radyo dalgalarının yapısı nedeniyle daha uzaktan sinyal alabilmek mümkün olamamaktadır.

Biz bükülmüş olarak da olsa 20 milyar ışık yılı uzaktan sinyaller algılayabiliyorsak, aynı uzaklıktan bükülmeye uğramadan dümdüze yakın bir şekilde gelen sinyalleri de algılayabiliriz. Çevremizde algılayabildiğimiz küre daha da büyük olabilir. Biz yalnızca onu henüz algılayamamışızdır. Eğer böyle henüz algılanmamış yerler varsa, zaman içinde algılamamız gerekir. Işınlar henüz dünyaya ulaşmamıştır; yoldadır. Bu durumda zaman içinde daha uzaktan sinyal alabilmemiz gerekir. Yani algıladığımız evrenin genişlemesi gerekir. Bunu anlamak için insan ömrü yeterli olmaz. Olsa bile algılayamamamız için başka nedenler var. Belki evrenin yapısı ışığı ve radyo dalgalarını yayınlandığı gibi bir güçle evrenin her yönüne yayılmasını engelliyor. Bu nedenle bir yerden sonra ışık ışınları kesiliyor. Daha sonra radyo dalgaları da kesiliyor. Hesabımıza katılmamış bir şey daha var. Maddelerin sıcaklığı. Eksi 273 derece mutlak sıfırdır. Bu ısının daha altına düşülemez. Dünyaya ulaşan radyo dalgalarının ısısı eksi 270 derecedir. Fakat belki bu da ışın yoldayken evrendeki maddeler tarafından soğuruluyordur.

Evrenin büyüklüğü 20 milyar ışık yılı olsa, daha uzağı olmasa bile biz bükülmeler nedeniyle daha uzaktan geliyormuş gibi ışınlar algılayabiliriz. Bu ışınlar aslında, merkez dünya olmak üzere, algılayabildiğimiz evren küresi içinde kalan fakat bükülmeye uğramış ışınlar olur. Ancak algılayamıyoruz. Her şey o noktada kesiliyor. Evren orada bitti durumu dışında şartlarımız nedir? Evrenin yapısı, ışınların henüz yolda olması, her şart altında evreni bir küre biçiminde algılıyorsak dahası var, yani algılayabildiğimizden daha ötede evren devam ediyor demektir.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Eğrilen Işık
Gönderen: Arda Güler / izmir
28 Kasım 2003
Görelilik kuramına göre uzayda iki noktayı birleştiren en kısa çizgi bir eğridir. Işık ışınları bu kuralın dışında değildir. Lisede geometri derslerinde, bize böyle en kısa çizgi bir doğrudur diye öğretmişlerdi. O lisede kaldı. Uzayda ışık ışınları düzgün doğrusal bir şekilde yayılmıyor. Işığı bile bırakmayan kara deliklerin bulunduğu bir ortamda, kütlelerin çekimine uğrayarak bükülüyor. Bunun böyle olduğunu, güneşin arkasında kalan, normalde görmemiz mümkün olmayan yıldızları görmekle anlıyoruz. demişsiniz. Ancak bir sorum olacak. Güneşin arkasında kalan yıldızları bugüne kadar kim ve nasıl gözlemiş? Böyle birşey mümkünmü?




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın uzaybilim kümesinde bulunan diğer yazıları...
Görünen Madde Görüntülendi

Yazarın bilimsel ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Film - Zamanda Yolculuk ve Filmleri
Dört Güç
de - Ja - Vu - Yeni Nesil Zamanda Yolculuk Filmi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.