Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Nerden başlasak, nasıl anlatsak? Kaç kişiydik o zaman, kaç kişi kaldık şimdi… sözleri vardır şarkıda. Bodrum’da geçmiş güzel günlerinin özlemiyle yazmış şair bu sözleri. Özlenenler ve özleyenler bitmez tükenmez şu hayatta. Herkesin özleyecek bir şeyi mutlaka vardır. Bugünolmayanın yarın mutlaka olur. Kimi zaman dillenir, hatta hayata haykırılır bir şarkı, bir şiir olarak. Kimi zamansa sessiz kalır düşüncelere sığınır. Ama kuruyup gitmez zamanla sulanmayan bir çiçek gibi, her an yeniden filizlenir arsız bir ot gibi kök salar günümüze ve yarınımıza. Çaresi yok gibi duruyor bu özlem olayının. Madem ki şart olmuş insana özlemek ve biz de birer insan evladıymışız, o zaman adam gibi bir şeyler bulalım kendimize özleyecek, kuru gürültü olmasın birçoğununki gibi. Öyle bir şey olsun ki, kavuşsakta bitmesin içimizdeki özlem. Bir doyumsuzluk olsun yanındayken yaşadığımız, hasret giderme değil. Başka özlemler aramak zorunda kalmayalım bu doyumsuzluğun sayesinde. Hatta sevgi ya da tutku bile diyemesinler hislerimize insanlar. İlk bakışta anlaşılsın bizimkinin doyumsuzluk olsuğu onun varlığında. Yokluğundaysa diğerlerinin yaşadığı gibi sadece özlem konsun adı. Bu özlenen şey bir kadın olsun istedi canım. Neden bilmem ama zaten özlem de kadınlara verilen bir isim zaten. Demek ki bu duyguyu yaşayan, onu vücunun tüm hücrelerinde hisseden ve kızına bu güzel ve anlamlı ismi koyan ilk kişi, ondan sonra onun yaptığını yapan ve kızlarına özlem diye hitap etmeyi seçen kişiler gibi bu anlamı taşıyanın ancak özlenebilecek birinde olmasını mantıklı bulmuşlar. Özlem isminde bir erkek düşünelim. Mutlaka vardır, bir sürü manyak var ortamda, çocuklarına ne isimler koyuyorlar, kızına Hakan diyen, oğluna Özlem neden demesin… Yazıya bak, nasıl başladı, nasıl gelişti. Ben bunun sonucundan korkmaya başladım ya, hadi bakalım! Bir kadın olsun istemiştim özlemimi. Şöyle en güzelinden, en mantıklısından, en beceriklisinden, en duygusalından, en seveceninden, en eninden işte. Her erkeğin isteyeceğinden değil ama! Her erkeğin saygı duyacağı türden bir kadın olsun bu kadın. Gelemem ben öyle herkesin gözünün olduğu birini özlemeye falan. O zaten diğer erkeklerle kesişim kümemde var olan bir kadın olur, iki hafta sonra sıkılır insan garsonun bile hizmet ederken cıvıklaşmaktan çekinmediği bir kadından.Amanın, evlerden ırak olsun. Ve sonra belki de ben bu özlemini duyduğum kadına kavuşayım ama yukarıda da sölediğim gibi, bitmesin ona olan özlemim. Ne kadar yakınında olursam olayım onu çok uzağımda algılayım. Avuçlarımın içinde çırpınan bir kuş olamasın, o hep uçuşsun ama bana yakın olsun. Gitmeyi bilsin ama geldiğinde çok geç kalmış olmasın. Onun bunun oyuncağı olmamış bir kadın olsun ama yaşanmışlığı ve tecrübeleriyle olgunluğu her hareket ve sözüne yerleşmiş olsun. İstekleri bir kez söylenenlerden olsun ama duymadığımda da tekrar etmekten gocunmasın. Konuşmadan anlasın, konuşmadan anlatsın ama ilgi manyağı olmasın. Olsun, olsun ve olsun… her şeyi olsun ama kimsenin olmasın, benim özlemim olsun, bu da ona yetsin!... Ben bunu özleyeceğim. Zaten özlediğim de buydu bu güne kadar için için ama başka şeyleri seçtim özlem diye, olcak şeyleri koydum onun yerine. Olacak şeyler de oldu tabii ki zamanla. Ne oldu peki? Kala kala tek kaldı işte benim kadın, özlemlerimin listesinde. İnanılmaz bir şekilde diğer yapay özlemlerim ya oldu yada başkalarının özlemleri haline geldiler ve özelliklerini yitirdiler. Belki bu kadın da başkalarının özlemlerinin arasındır ve özel değildir diyeceksin, al sana cevap sayın okur; ondan bir tane var, nasıl ki benden bir tane varsa. O tek olanı özlüyorum, hiç bitmeyecek bu biliyorum ama özlüyorum. Neden bunu seçtim kendime? Çünkü bir zamanlar özlemime kavuştum hissi sarmıştı bedenimi. Bir doyumsuzluk peydahlanmıştı bir kadına karşı içimde. Ne kadar çok zaman geçirsem de onunla, gittiğinde sanki hiç beraber olmamışcasına özlüyordum onu. Beraber olduğumuzda da sarılmalar falan dindirmiyordu içimdeki özlemi. Yok abi, ne yaparsak yapalım sanki hiç yani, doyumsuzluk işte. Hani sanki bir hayal gibi olur ya her şey, yaşayanlar bilir tabi bunu! İşte hayal gibiydi her şey ve zamanla bu hayal gerçekten bir hayal olma yolunda ilerledi. Sonunda da her şey tamamen bir hayal, ben de bir hayalperest oldum. O kadınsa, uzaklardaki bir tanıdık sima oluverdi bir anda. İsmi aynı kaldı, yüzü aynı kaldı, gülüşü aynı kaldı ama gözlerinde bir katil vardı artık. Çocuğumun katili! Etten ve kemikten değildi bu çocuk ama ben onunla varlığımı hissedebiliyordum. İçimde özenle büyüttüğüm o çocuk, bir baktım ki bir gece birinin elinden tutmuş giderken bana el sallıyor. Onu karanlığa doğru götüren elin sahibinin yüzünü göremedim ama o ben değildim. Sanırım beraber olduğum o kadının içindeki kadındı o. Ben o kadının varlığından hep rahatsız olmuştum zaten ama böyle bir cinayet işleyebileceğini tahmin edememiştim ve ondan koruma gereği duymamıştım çocuğumu. Şimdi başka bir çocuğum var ama ilk çocuğum gibi değil. Bu biraz daha sıkılgan, biraz daha başına buyruk, biraz daha kırıcı bir çocuk. Oyuna kendisi alınmazlarsa oyunu bozmakta bir sakınca görmeyen, daha fazla düşünen ve kurgulayan bir çocuk. Ben böyle yetiştirmiş olabilirim onu. Çünkü ilk çocuğum belki de kendini savunmaktansa susup özür dilemeyi tercih eden bir çocuktu. İlk çocuğum insanları kendisi gibi sanırdı ve bundan dolayı başına gelmyen kalmaz, hep ağlayan kendisi olurdu ama şikayetçi olmazdı bu durumdan. Başkalarını ağlatmaktansa, ağlamayı tercih ederdi çünkü. Pek bi safcaydı yani. Şu andaki çocuğumu da seviyorum ama, öyle şeker bir velet ki, hep kavgalar falan ediyor insanlarla, kırıyor döküyor ama gidiyor durup dururken umulmadık şekilde iyi davranışlar sergiliyor. Pardon bu sergiliyor biraz yanlış bir kelime oldu, çünkü yaptığı iyi şeylerden karekteri gereği utanıyor bu çocuk. Kötü değilde huysuz bir çocuk bu. Ne zaman ne yapacağı belli değil yani. Ama belli olan bir şeyi var, utandığı şeylerle utanmadığı şeyler benim hiç alışık olmadığım hatta çoğu insanın alışık olmadığı şeyler. Olsun ben onu seviyorum ve iyi ki var diyorum. O olmasaydı onun yerinde kazık kadar, sakalları falan çıkmış, yüzü kırışıklıklarla dolu bir adam olacaktı. İçimdeki olgun adam diyecektim ona ama onu hiç eğlenceli bulmuyorum. Onun hayatı sürekli çekilmez. Kendisi çekilse, arkadaşları çekilmez. Kendini bir halt zanneden, gülmeyi bilmeyen bir sürü dalamayla hayat geçer mi be! Ben aralarda bir yerlerde yaşamayı şeçiyorum ama çocuğuma daha yakın. Bir gün ikisinden de sıkılırsam içimdeki canavara parçalatcam onları, işte o zaman özlemi özlemekten vazgeçip, özgürlüğü özleyeceğim soğuk bir Pazar akşamı insanlar mutlulukla içkilerini yudumlayıp muhabbetlerini ederken, ben serin bir rüzgarın girdiği küçük ve parmaklıklarla manzarasının bölündüğü pencereden yıldızları görmeye çalışıyor ve bu günleri düşünüyor olacağım. Ben de bir zamanlar gecenin bu vakitlerinde keyfimce yaşar, elimdeki en önemli şeyin, yani özgürlüğün değerini anlamadan kendime başka değerler edinmeye çalışırdım diyeceğim. Sanırım en sonunda o içimdeki canavar beni de parçalayacak ve olay öylece bitecek. Ne insanların beni hatırlaması umrumda olacak, ne da geride bıraktıklarımın etkilenişleri. Ne fark eder ki, cümlesiyle başladım yaşamaya, ne fark etti ki cümlesiyle sürdürdüm yaşamımı, ne fark ediyor ki cümlesiyle bitirdim yaşamımı, yazacak bir kağıtta, üzerinde kırık bir kalem… İki milyon yıldır var insanoğlu dünyada ve bu zaman zarfında niceleri geldi geçti. Neler neler yaşandı ve bu yaşananlar hep aynı sonda buluştu, unutuldu. Unutulmasalar ne olacaktı ki, hatırlanmak, hatırlanana bir fayda sağlamaz ki, hatırlandığını algılamaz ki ölüler. Ben iki milyon yılın son çeyrek yüzyılında vardım. İlk çeyreğnde kim vardı, parmak kaldırsın? (ne diye başladı, ne diye bitti! Söylemiştim ama yazının raydan çıkmasından korktuğumu, neyse ki başka bir raya girebildi, dere tepe düz de gidebilirdi. Bu arada bir not düşüyorum buraya. Yarın öğrencilir hayatımın son günü. Biten bir şey var hayatımda ve normal olarak içimde bir burukluk var. Yılların ağız alışkanlığından kurtulmak zor olacak: “mesleğiniz”, “öğrenciyim”. Nah öğrencisin bundan sonra. Yarın öbür gün daha neler yitip gidecek, neler başlayacak bakalım. Hiç hoşlanmam ben böyle şeylerden. Kendimi bu dünyaya okumak için gönderilmiş sanmaya başlamıştım artık. Cart diye hadi git nereye gideceksen diyorlar. Böyle zevkli olmuyor ki, birisinin gitme demesi gerekmez mi?) MsK 02 Haziran 2004 23:52
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mudarkeş KANIK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |