İste, sana verilecektir; Ara, bulacaksındır; Çal ve kapı sana açılacaktır -İncil |
|
||||||||||
|
O gün avukatımla ilk görüşmemdi. Saat 10’daki randevuma tam zamanında gittim. Kapıyı açan güleryüzlü sekretere avukatla randevumun olduğunu söyledim. Sekreter beni içeriye davet ederek, avukata haber vermeye gitti. Bu arada güleryüzlü bir karşılaşmanın ne kadar ayrıcalıklı bir şey olduğunu düşündüm Buraya gelirken yaşadığım korkuları, utangaçlığımı ve kendime olan güvensizliğimi bir anda unutmuştum sanki. Güleryüzlü sekreter avukatın içeride beni beklediğini söylediğinde korkularımdan arınmaya çalışarak içeriye girdim. İçeri girdiğimde genç, güzel ve bakımlı bir kadınla karşılaştım. Avukat bana elini uzatarak isminin Bilge olduğunu söyledi. Ona ‘Merhaba, ben Deniz’ diye cevap verdiğimde bir an duraksadı ve önündeki dosyaya baktı. ‘Pardon tecavüz davası için gelmemiş miydiniz?’ ‘Evet’ ‘Ancak burada adınızın Fahrünisa olduğu yazıyor.’ ‘Evet. O benim resmi işlerde kullandığım isim. Annemin , babamın koyduğu ve nüfus cüzdanımda yazan isim. Ancak benim gerçek ismim ‘Deniz’. Avukatın kafası karışmış gibiydi. İnsanın gerçek ismi zaten nüfus cüzdanında yazan isim olmaz mıydı? O bunu düşünürken ben anlatmaya çoktan başlamıştım bile. ‘Ailemde doğan ilk kız çocuklarının hepsine Fahrünisa ismi konulur. Bu bir gelenektir. Neredeyse yarım asır önce yaşamış olan Fahrünisa Hanım anne tarafından akrabamız olur. Bu muhterem hanım zekasıyla, kültürüyle, çevresindeki insanların sorunlarını çözmesiyle herkesi kendine hayran bırakırmış. Güzelliği, destansı gülüşü de dillerde dolanırmış. O dönemde onun konağına girmek, onunla ahbap olmak ayrı bir ayrıcalıkmış. Ailede onu sevmeyen, hürmet etmeyen bir kişi bile yoktur. Ailemin Fahrünisa Hanım’a karşı sevgisi öyle büyüktür ki; evimizde onun anılmadığı bir günü bile hatırlamıyorum. İşte ailedeki kızların bu muhterem hanıma benzemesi için isimleri hep Fahrünisa konulur olmuş. Ben ailedeki on altıncı Fahrünisayım. Ama ben bu adı hiçbir zaman sevemedim. Sanki başka birinin kimliğine sıkıştırılmak isteniyordum. Bu isim emanetti benim için. Öyle hissediyordum. Çocukluğumda kötü bir şey yaptığımda büyüklerim, ‘adından da mı utanmıyorsun?’derlerdi. O zamanlar bu sözlere bir anlam veremezdim; ancak büyüdükçe bu sözü sorgulamaya başladım. Arkadaşlarımın ‘yaşından başından utan’ diyen annelerinden farklı olarak neden benim annem ‘adından utan’ diyordu? Bunu bir gün anneme sorduğumda; benim özel bir insanın adını taşıdığımı ve bütün ömrüm boyunca bu adı en iyi şekilde taşımam için herkesten daha dikkatli olmam gerektiğini söylemişti. ‘Fahrünisa Hanım gibi olmalısın’ diye de eklemişti. Neden tanımadığım bir insan gibi olmalıydım? Onun gibi olursam kendimi ne yapacaktım? Genç kızlığımın ilk yılları hep bu iki soruya yanıt aramakla geçti.’ ‘Sonra mı? Sonra isyan dönemi başladı ve bunu çatışma izledi. Üniversiteye girdiğimde insanların birbirlerine benzemediklerini hepsinin farklı yaşamlar sürdüğünü fark ettim. Bu fark öncelikle insanların dış görünümlerinde ortaya çıkıyordu. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarımda olduğu gibi tek tip giyinmiyordu insanlar. İstedikleri şeyi giyebiliyorlardı. İnsanları saç tellerinden ayaklarına kadar inceleyen hocalar yoktu. Bundan da önemlisi herkes düşüncelerini açıkça dile getirebiliyordu. Bu düşünceler tartışılıyordu; ama hiç kimse sen bu şekilde düşünemezsin diye tabular koymuyordu. Özgürlük vardı. Böylesi bir ortam kendime bile sormaya çekindiğim bazı soruların cevaplarını düşünmeye yöneltti beni. Neden benim hakkımdaki bütün kararları ailem veriyordu? Neden benim farklı bir kimlik yaratmaya çalışıyorlardı? Beni bu halimle sevemezler miydi? Her gece bunları düşünüyor ve bir çıkış yolu arıyordum. Bir gün ne olursa olsun bana yabancı olan bu adı değiştirmeye karar verdim. Çocukluğumda en çok oynadığım oyunlardan biri isim bulma oyunuydu. Aklıma gelen bütün isimleri bir kağıda yazar ve bu isimlerden hangisinin kişiliğimle, karakterimle uyuştuğunu bulmaya çalışırdım. İşte o günlerde keşfetmiştim Deniz ismini. Deniz insanı ferahlatan bir şeydi. Hem özgür bir ruhu simgeliyordu benim için. Benimse o günlerde en çok ihtiyaç duyduğum şey buydu. Arkadaşlarımın bana Deniz diye seslenen seslerini hayal ettim. Bunun düşünmek bile beni mutlu etti. Bu isim sadece bana ait olacaktı ve belki de bana ait olan tek şeydi. Bundan sonra tanıştığım insanlara adımın bu Deniz olduğunu söylemeye karar verdim. Arkadaşlarımdan da artık beni bu adla çağırmalarını istedim. Önce garipsediler;ama ısrarımı anlayınca zamanla alışmaya başladılar. Aileme bu konuda bir şey söylememiştim. Her gün söylemek için hazırlanıyordum; ama tepkilerinden korktuğum için bir türlü cesaret edemiyordum.’ ‘Bir gece cesaretimi toplamayı başardım.Artık söylemeliydim. Hayatta cesur olmak gerekiyordu. Hem bu yalnız beni ilgilendirirdi. O adı taşıyacak olan, o adla yaşayacak olan bendim. Bunu artık kabul etmeliydiler; ama etmediler. Aileme bunu söylediğimde kıyametler koptu. Onların kızı böyle bir saygısızlığı nasıl yapabilirdi? Ona bir armağan olarak sunulmuş bu özel ismi değiştirmeye nasıl cürret edebilirdi? Düpedüz saygısızlıktı bu. Annemin bu sözlerinin ardından ‘KEŞKE SENİ DOĞURMASAYDIM’ diyen sesini duydum. Sonra mı? Sonra bayılmışım.’ Avukat şaşkındı. Deniz’in anlattığı olayların tecavüzle hiçbir ilgisi yoktu. Herhalde geveze ve her şeyini anlatmaya meraklı bir kız diye düşündü. Böylelerine çok rastlamıştı meslek hayatı boyunca. Tecavüze uğramış birinin ruh durumunu da göz önünde bulundurarak biraz daha sabretmeye karar verdi. Nasıl olsa biraz sonra esas konuyu anlatmaya başlardı. Anlatmaya devam ettim. ‘Bu bana yapılan ilk haksızlıktı. İlkokul öğretmenim bana ikinci büyük haksızlığı yapan insan oldu. Daha önce de söyledim ben kendine uzak bir çocuktum. Neler yapıp yapamayacağımın farkında değildim; çünkü benden hep ben de olanlardan farklı şeyler beklenmişti. Bu yüzden kendime güvenemiyordum, tanımıyordum kendimi. Okulda başarısızdım bu yüzden. Öğretmenim bir soru sorduğunda bildiğim bir şeyi bile söyleyemiyordum. Oysa ki her gün evde deliler gibi çalışıyor, ödevlerimi eksiksiz yapıyordum. Kendime olan güvensizliğim öğretmenimin her cevaplayamadığım soruda beni azarlamasıyla, onca çocuğun içinde bana bağırmasıyla daha da artıyordu. Bu olaylar okuldan korkmama ve kaçmama neden oluyordu. Geceleri yatağımda yatarken Allah’ a sabah olmaması için yalvarırdım; ama hiçbir şey değişmez, her gecenin sonunda sabah olurdu.’ ‘Bir gün öğretmenim beni yanına çağırdı ve bana bir konu vererek bunu sınıfta arkadaşlarıma anlatmamı istediğini ve bunu başaramazsam beni sınıfta bırakmak zorunda kalacağını söyledi. O gün okuldan eve dönerken düşüp bir yerlerimi kırmak veya bir arabanın altında kalmak için çok uğraştım; ama olmadı. İçime kapanık bir çocuk olduğum için anneme ve babama bir şey anlatmazdım. Onlar hiç bilmediler okulda yaşadıklarımı.’ ‘Her neyse.O gece annemlere belli etmeden saatlerce ağladım odamda. Yapamazdım böyle bir şeyi. Bu yük benim küçücük bedenim ve küçücük kalbim için çok ağırdı. Yine de hıçkırıklara boğularak anlatacağım konuya hazırlandım ve unutmamak için defalarca okudum. Sabah şiş gözlerimle okulun yolunu tuttum. Sıramda otururken kalbimin nasıl attığını anlatamam size. Öğretmenimin boş koridorda yankılanan topuk seslerini duyduğumda titremeye başladım.’ Tak Tak Tak Tak Tak Tak O günden sonra ne zaman topuk sesi duysam, o olay gözümün önünde canlanır. ‘Öğretmenim sanki saatlerce süren bir yürüyüşün ardından sınıfa girdi ve bugün ki konuyu benim anlatacağımı söyleyerek, beni tahtaya çağırdı.Söylenenleri duyuyordum. Biri sürekli Fahrünisa, Fahrünisa diye bağırıyordu; ancak hiçbir tepki veremiyordum. Bir hayal gibi uzaklardan geliyordu ses. Sesin şiddeti giderek artıyordu. O gün duyduğum son şey ‘bu seni kendine getirir’ cümlesiyle beraber yüzüme inen tokatın sesiydi.Sonra mı? Sonra bayılmışım.’ ‘Size anlatmak istediğim üçüncü olaysa genç kızlığıma dayanır.’ Avukat birden sözümü kesti. ‘Bakın sizi anlıyorum.Çok kötü günler yaşıyor olmalısınız; ancak bir an önce tecavüz olayını anlatırsanız çok sevinirim. Sizin savunmanızı yapabilmem için bu anlattıklarınız belki yararlı olabilir; ancak esas konuyu anlatmazsanız bunların hiçbir anlamı kalmaz.’ ‘Bunları dinlemelisiniz. Dinlemelisiniz ki bana yardım edebilesiniz. Size şimdi saçma gelen bu şeyler duruşma sırasında size en çok lazım olacak bilgilerdir’ diye cevap verdim. Avukat çaresizce başını sallayarak dinlemeye devam etti. Genç kızın anlattıkları hüzünlendirmişti onu. Belki de ona acıdığı için dinlemeyi sürdürdü.Şu anda kendini bir avukattan çok bir psikolog gibi hissediyordu. ‘Çocukluğumdaki içime kapanıklığım ve kendime güvensizliğim genç kızlığımda da hayatımı karartmaya devam etti. Herkesten her şeyden uzak bir genç kızlık geçirdim. İnsanlardan kaçıyordum. Ben kaçtıkça onlar da uzaklaşıyorlardı benden.’ ‘Bir gün her şeyimi anlatabileceğim ve onunlayken hiç sıkılmayacağım bir dost edindim. Bu bir defterdi. Yaşadığım tüm kırgınlıkları, çaresizlikleri, gördüğüm tüm yanlışları yazabileceğim bir defter… Geceleri uzun uzun yazıyordum. Yazarken kendimi yalnızca kendimi anlattığımı fark ettim. Yazdıkça kendime yaklaşıyordum. Barışıyordum kendimle. Bu yüzden elimde olsa yirmi dört saatimi yazarak geçirebilirdim. Her şeyimi yazdığım defterimi kimsenin okumaması için kimsenin aklına gelmeyecek yerlere saklıyordum. Ta ki o güne dek…’ ‘Bir gün okuldan eve döndüğümde evimizin önünde kalabalık bir çocuk grubunun oturduğunu gördüm. Aralarında erkek kardeşimin de olduğunu fark edince ona doğru yürümeye başladım. Yanlarına yaklaştığımda erkek kardeşimin elinde bir kitap tuttuğunu gördüm. Önce çizgi roman veya dergi okuduklarını sandım; ama yanlarına iyice yaklaşınca kendi yazdığım cümlelerin kulağımda çınladığını duydum. Sonra mı? Sonra yine bayılmışım.’ Avukat dalıp gitmişti. Beni dinlemiyordu artık. Gözleri buğulu bir şekilde bakıyordu. ‘İyi misiniz?’ diye sordum. Birden irkildi. ‘ Evet, evet iyiyim. Siz anlatırken kendi çocukluğum, gençliğim aklıma geldi ve anlattıklarınız beni çok etkiledi. Her ne kadar konumuzun dışında olsalar da’ dedi imalı imalı. Daha fazla konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. ‘Sonra üniversite yıllarım dedim buruk bir tebessümle. Üniversiteye girdiğim ilk günlerdeki şaşkınlığımı anlattım size. O kadar farklı bir ortamdı ki…Benim de içinde bulunduğum itaatkarların bulunduğu bir yer değildi. O beni yıllarca boğan okullardan, öğretmenlerden, kuralcı insanların dünyasından uzaklaşmıştım bir anda. Farklı bir dünyaya adım atmıştım. Cesaretlendim, kendimi daha güçlü hissetmeye başladım bir anda. Buradaysam, bu insanlar kadar özgür olmayı hak ediyorsam bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm.’ ‘Bugüne kadar düşünmekten korktuğum her şeyi düşünmeye ve bunları dile getirmeye başladım. Anlattığım gibi, önce bir yük gibi taşıdığım ismimi değiştirdim. Sonra özgürlükle, birey olmakla ilgili kitaplar okumaya başladım. Okuduklarımı, düşündüklerimi öncelikle yakın bulduğum birkaç kişiye anlatmaya cesaret edebiliyordum. Bu bile benim için büyük bir adımdı. Söylediklerimin beğeniyle karşılandığını fark edince daha da cesaretlendim. Düşüncelerini özgürce açıklayan özgür ve genç bir üniversite öğrencisi olup çıkmıştım.’ ‘Bazı şeylerin farkına varmam, birçok şeye karşı gelmem ailemin hiç hoşuna gitmiyordu. Üniversiteye gitmemden ve özgür birey olma çabamdan adeta rahatsızlık duyuyorlardı. Bense hayata ilk kez aktif olarak katılmanın ve hergün yeni bir şeyler öğrenmenin heyecanı içindeydim. Dostlarım olmuştu. Onlara güveniyordum. Artık her şeyimi onlarla paylaşıyordum. Üniversitenin benim yaşamımın mucizesi olduğuna inanıyordum.’ ‘Artık üniversite son sınıfa gelmiştim. Üniversiteyi bitirmek için bir ödev sunmamız gerekiyordu. Herkes istediği konuyu yapmakta serbestti. Benim seçtiğim konu ise; ‘Modernleşme Tarihi’ydi. Bu ödev için günlerce uyumamış, bu konuda elime ne geçerse okumuştum. Sonunda ödevimi bitirmiştim ve ödevim en iyi hazırlanmış ödevlerden biri olarak seçilmişti. Okulun bitmesine az bir süre kalmıştı. Birgün ödevi sunduğum hocamın odasına giderek, ondan bir konu hakkında bilgi almak istedim. Tam kapıyı çalmak üzereydim ki; içeriden tanıdık bir sesin adımı telaffuz ettiğini duydum. Bu en yakın arkadaşımın sesiydi ve kelimesi kelimesine şunları söylüyordu: Hocam, bilmenizi isterim ki Fahrünisa’nın ödevini ben hazırladım. Hem onunkini hem de kendiminkini yapmaktan geceler boyunca uyuyamadım. Biliyorum böyle bir şey yapmam yanlıştı; ama ona çok acıdım. Sorunlu bir insan o. Çevresindeki herkesle sorunlar yaşıyor. Bir de okuldan mezun olamazsa, daha çok sorunla mücadele etmek zorunda kalacaktı. Göz göre göre bunu yaşamasına izin veremezdim. Ancak, vicdanım bunu sizinle paylaşmam gerektiğini söylüyordu. Sizin gibi birini kandırmaya içim el vermedi. Bu anlattıklarımdan Fahrünisa’nın haberi olmamasını rica edeceğim sizden. Onu incitmek istemiyorum.’ ‘Tüm bu konuşmaların ardından hocamın bir şeyler söylüyordu; ama hiçbir şey duymuyordum artık. Bu duyduklarımın anlamı neydi algılayamıyordum.Donakaldım.Sonra mı?’ Avukat burada hemen söze girdi. ‘Sonra bayılmışsınız!’ dedi bilgiç bir edayla. ‘Hayır! Bu sefer bayılmadım. Her yerim titriyordu; ancak o kadar darbeden sonra güçlü olmaya alışmalıydım. Bana en yakın olanlardan yediğim darbelerin yanında bu hiçbir şeydi. O an kulaklarımın, gözlerimin, dışarıyla iletişimimi sağlayacak hiçbir duyu organımın olmamasını istedim. İnsanların yalanlarına, ihanetlerine, saygısızlıklarına katlanamıyordum. Bir insan nasıl bu kadar kolay yalan söyleyebilirdi, nasıl böylesine kandırabilirdi insanları aklım almıyordu. Ben bunları düşünürken, kapı açıldı ve onunla göz göze geldik. Ne diyeceğimi bilemez bir haldeydim. Kızgınlık ve nefret her yanımı sarmıştı. O ise hiçbir şey olmamış gibi gayet soğukkanlı ve cüretkar bir biçimde bakıyordu bana. Bu beni daha da sinirlendiriyordu. Kendimi toparlamaya çalışarak ‘Sen çok zavallı bir insansın,masum bir insanı kötüleyecek ve gerçeklerden habersiz birini saf yerine koyacak kadar düşkünsün’ dedim ve oradan ayrıldım.’ ‘İşte size anlatacaklarım bu kadar!’ Avukat şaşırmıştı. Kızın tecavüz olayını anlatmaktan kaçındığı için bunları anlattığını düşünüyordu. ‘Sizi anlıyorum.Duygusal bir dönem yaşıyorsunuz, bu acı olayların aklınıza gelmesi çok normal.Ancak başınıza gelen tecavüz olayını anlatmazsanız size yardım edemem.’ ‘Tecavüz olayları’ diye düzelttim. Avukat tekrar şaşırdı. ‘Nasıl? Birden çok tecavüze mi uğradınız?’ ‘Evet, defalarca.’ Avukat bana inanıp inanmamakta kararsız kaldı. ‘Peki, farklı zamanlarda farklı kişiler tarafından mı gerçekleştirildi bu olaylar?’ ‘Farklı zamanlarda, farklı birçok insan tarafından farklı biçimlerde gerçekleştirilmiş tecavüz olaylarıydı yaşadıklarım.’ ‘Bu olayları biraz anlatabilir misiniz?’ ‘Bakın ben bu olayların çoğunu size açıkladım.Beni en çok inciten insanları açıkladım size.Ruhuma, özel hayatıma, kişiliğime, düşüncelerime tecavüz eden tüm insanlardan davacıyım.Onların cezalarını çekmelerini istiyorum.’ Avukat donakalmıştı. Duyduklarına inanamama sırası ona gelmişti bu kez. ‘Yani siz tecavüz derken tüm bu olayları mı kastediyordunuz? Anlattığınız olaylardaki insanlara mı dava açmak istiyorsunuz?’ ‘Evet.Onlardan ve bana tecavüz eden herkesten davacıyım. Annemden, babamdan, kardeşimden, öğretmenimden,dostlarımdan ve diğerlerinden… Onlar benim olan her şeyi elimden aldılar, her şeyimi kendilerininmiş gibi hoyratça kullandılar. Anlıyor musunuz beni? Ben öç almak için hep bugünü bekledim. Bu sözleri söylerken ağlamaya başlamıştım.’ Kadın, hayatının en inanılmaz görüşmesini yapıyordu. Ne diyeceğini şaşırmıştı. ‘Bakın böyle bir şey imkansız. Bunların hiçbiri ispatlanabilir şeyler değil. Hem öyle olsa da kardeşinize günlüğünüzü okudu diye, öğretmeninize size tokat attı diye ya da arkadaşınıza yalan söyledi diye dava açamazınız. Bunların hepsi yıllar önce gerçekleşmiş olan ve herkesin başına gelebilecek sıradan olaylar. Hele hele annenize ve babanıza sizin kararlarınıza saygı göstermedikleri için dava açmanız ve bu davayı kazanmanız imkansız.’ Ağlamam daha da şiddetlenmişti. ‘Peki, ama neden? diye bağırdım. Neden kimse bana yapılan saygısızlıklara, kişisel hayatıma yapılan müdahalelere karşı koyamıyor? Tecavüzün suç olduğu bir ülkede neden bana yapılan tecavüzler cezasız kalıyor?’ Kadın telaşlanmaya başlamıştı.Hastaneyi arayıp aramama konusunda kararsızdı. Karşısında oturan genç kızın ne yapacağını artık kestiremiyordu. ‘Bakın sizi çok iyi anlıyorum.Hayatta birçok acıyla karşılaşmışsınız. Sizinle aynı acıları çeken binlerce insan var. Ancak size acı çektiren bu insanları kanunun cezalandırmasını beklemeyin. Onları hem Tanrı hem de birgün hesaplaşmayı akıl edecekleri vicdanları cezalandıracaktır.’ Bu sözler beni biraz yatıştırmıştı. Vicdanlarıyla hesaplaşmaları, kendi kendilerini cezalandırmaları…Bu mümkün müydü?Bunu sağlayabilir miydim? Yapacak bir şey kalmamıştı. Benimkisi bir hayaldi zaten. Bireysel yaşama, özgür düşüncelere, özel olan her şeye saygısını yitirmiş bir toplumda ruh, düşünce ve kişilik tecavüzcülerini cezalandırmalarını bekliyordum. Hayal değildi bu, düpedüz saçmalıktı. Başımı kaldırdığımda avukatın tedirgin bakışlarıyla karşılaştım. Zaten boş yere yeterince zamanını almıştım. Artık gitmeliydim. Ayağa kalktım, kadının elini sıkarak teşekkür ettim ve odadan çıktım. Tecavüzcülerin vicdanları olur mu diye düşünerek eve doğru yürümeye başladım. Eve vardığımda artık bir karar vermiş olmanın rahatlığı içindeydim. Tecavüzcülerimle son kez ilişki kuracaktım. Son kez…Elime bir kağıt ve kalem alarak yazmaya başladım. Bu onların vicdanlarına seslenişimdi. Siz bana en yakın olan insanlar! Size sesleniyorum. Hayatım boyunca sizi sevmeyi ne çok istedim; ama bunu hep engellediniz.Sizinle arama kurallardan, değer yargılarından, korkulardan ve saygısızlıklardan oluşan bir duvar ördünüz. Yüreğimin sığamayacağı kadar küçük bir yere hapsettiniz beni. Hayatla tanışmamı, verdiğim kararların arkasında durmamı, düşüncelerimi söylememi engellediniz. Yalancı, çıkarcı,iki yüzlü insanları diğerlerinden ayırt edemedim. Bu yüzden hep yenildim..Her darbede ayağım tökezledi ve yere yığıldım. Anne, baba, kardeş, öğretmen, dost…Hepiniz bu sonu hazırlamak için bir şeyler yaptınız. Size anne-m, baba-m ya da öğretmen-im diyemiyorum.Çünkü hiçbir zaman benim olmadınız. ANNE-BABA Fahrünisa Hanım değilim ben. Yıllar öncesinde yaşamış olan ve hiç görmediğim bir kadına benzemeye çalışmanın zorluğunu hiçbir zaman düşünemediniz. Farklı bir benliğe, beyne, ruha sahip olması beklenen zavallı ruhumun neler çektiğini anlayamadınız. Ben de anlatmadım; çünkü anlatsam da anlamazdınız. Ben artık Fahrünisa Hanım’a çok yakın olacağım.Ona söylememi istediğiniz bir şey var mı? ÖĞRETMEN Çocukları hayata hazırlamakla, onlara yeni şeyler öğretmekle yükümlü olan öğretmen! Siz her şeye korku dolu gözlerle bakmama neden oldunuz. Bana hergün onca çocuğun içimde hakaretler yağdırmak ve zaten paramparça olmuş yüreğimi biraz daha parçalamak, bana yardım etmekten daha kolaydı değil mi? Okula gelmemek için döktüğüm gözyaşlarımı, küçücük ellerimi açarak sabah olmaması için dua edişlerimi ve size bakan korku dolu gözlerimi hiç görmediniz. Bana attığınız tokatla bu sonu belki de en çok siz hazırladınız. KARDEŞ Bana en çok destek olması gereken insan! Biliyorum farklıydık. Sen herkes için her zaman önemliydin. Mutluydun. Annen ve baban senin fikirlerine önem verirlerdi. Sen ne istersen yapılırdı. Öğretmenin seni severdi. Anlaşabildiğin arkadaşların vardı. Daha ne isterdin ki? Ha, Bir de ablan vardı.Tüm bilinmezlerini, bilinmemesi gerekenlerini bütün arkadaşlarına açıkladığın ablan! Kendi ruhunu ve beynini tanımaya çalışırken kalbini paramparça ettiğin ablan! Bak işte! Şimdi kendime değil sana yazıyorum. Arkadaşlarınla birlikte okuman ve sonra da katıla katıla gülmen için bu mektubu sana yazıyorum. DOST Benim hayatta hiç dostum olmadı. Bu yüzden dost nedir, nasıl bir şeydir bilmem. Sadece sıkılmadan konuşabileceğim, beni gerçekten dinleyen ve seven birinin hayalini kurardım hep.İşte bu hayali sen sandım. Meğerse, sen de, dost dedikleri şeyi bulmak da gerçekten hayalmiş. Sana sormak istediğim tek şey sadece şu; ‘İnsan olmayandan dost olur mu?’ İşte hepsi bu… Şimdi kendi kendinizi yargılamanızı ya da savunmanızı istiyorum sizden. Ne olmalı cezanız? Ruh Tecavüzcüleri Beyin Tecavüzcüleri Özel hayat Tecavüzleri Ne olmalı cezanız? Bir genç kızın katili olduğunuzu düşünmek sızlatır mı vicdanınızı?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ASLI, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |