..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Herşeye imgelem karar verir. -Pascal
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Merve Yıldırım




25 Ağustos 2003
Bir Hata Bir Hayat  
Merve Yıldırım
Hayatımızda nelerin önemli ve öncelikli olduğuna, özen gerektirdiğine dikkat etmez ve irademizin elimizden kayıp gitmesine izin verirsek, kimbilir, bir gün hayatımız da elimizden kayıp gidebilir.


:BDFE:
Yer yer dökülmeye yüz tutmuş koya renk dış cephe boyası ve sanki günışığı içeri girebilsin diye değil giremesin diye yapılmış minicik pencereleriyle dışarıdan bile insanın ruhunu sıkan adliye binasından elleri paltosunun ceplerinde ağır adımlarla çıkan adam bir süre sonra durdu, başını hafifçe geri çevirerek sanki binaya değil de on dakika önce iki satırlık bir mahkeme kararıyla yıkılıp giden evliliğine ve kaybolan geçmişine bakıyormuş gibi uzun uzun dalıp gitti o küçük pencerelere. Engelleyemediği bir duygu baskınıyla birden gözlerinin dolduğunu hissetti ama ellerinde dosyalar ya da evrak çantalarıyla binaya girip çıkan insanların oluşturduğu yoğun sayılabilecek bir trafiğin ortasında gözyaşlarını özgür bırakmayı erkeklik gururuna yediremediğinden üst üste birkaç kez yutkunup başını önüne eğdi ve binanın girişini kaldırıma bağlayan üç-beş merdiveni gücünün son damlalarını kullanıyormuş gibi ayaklarını sürüyerek indi. Kendisini öylesine yalnız ve öylesine gereksiz hissediyordu ki hiçbir yere gitmek ve hiçbir şey yapmak gelmiyordu içinden. Yürümek bile. Kaldırımın kenarında öylece oturmanın çok dikkat çekeceği bir caddede yürüyor olmasaydı oracığa çöker kalırdı herhalde. Birbirini santimlik aralarla takip eden yığınla aracın oluşturduğu ucu başı görünmeyen selin ve çok önemli bir toplantıya yetişecekmiş gibi ciddi ve kararlı adımlarla yanından geçip gidenlerin farkında bile değildi. Karşıdan babası gelse tanımayacak haldeydi.

Tam yirmi sene beş buçuk ay önce, bulutların üzerinde uçma duygusunu yaşayarak nikah defterine attığı imza ile başlayan evliliği, az önce o soğuk mahkeme odasında hakimin tok sesiyle okuduğu boşanma kararıyla sona ermiş ve onu yerin dibine geçmiş gibi bir ruh hali içinde bırakmıştı.

Anlık zevkler ve anlık hatalar ne kadar yıkıcı olabiliyor ve nasıl da yüz seksen derece döndürebiliyordu insanın gittiği yönü. Daha birkaç ay önce, yolunun adliyeye düşeceğine hiçbir zaman inanamayacağı mutlu bir evliliğin ve kurulu saat gibi tıkır tıkır işleyen bir hayatın keyfini yaşıyordu. Sonra…

Sonra bir gün ofisinin kapısı çalındı ve içeriye önce eski bir dostu olduğunu iddia eden bir hanımın kendisiyle görüşmek istediğini söyleyen sekreteri, ardından da bej gömlek ile açık yeşil etek ceket takım giymiş, kısacık siyah saçlı, koyu mavi gözlü ve hafif makyajlı bir kadın girmiş ve yasemin kokuları saçarak masaya doğru ilerlemişti. Kadının çekici olmadığını söylemek açık bir gerçeği düpedüz inkar etmek olurdu elbet ama parmağında yüzük taşıyan bir erkeğin de bu konuda belli sınırları olmalıydı. Adamın da vardı, en azından o güne kadar. Zaten ne olduysa o günden sonra olmuş, adam büyülenmiş gibi, görünmeyen bir iple o kadına bağlanmış da nereye çekerse oraya gidiyormuş gibi hayatının ve duygularının kontrolünü kaybetmişti. Kadın hesapta, işindeki başarısını üçüncü şahıslardan duyduğu adama bir teklif getirmek için büroya gelmişti. Randevulu filan değildi. Kendine aşırı güveni bu tür formalitelerle uğraşmasına engel oluyor ve gittiği her yerde kendini bir şekilde içeri kabul ettireceği inancıyla iş görüşmelerine genellikle habersiz gidiyordu. O gün adamın ofisine de öylece çıkagelmiş, randevusuz ziyaretçi kabul etmek istemeyen sekretere de adamın çok eski bir arkadaşı olduğunu, yıllardır görüşmediğini, içeri birden girerek onu şaşırtmak istediğini ve adını verirse sürprizin bozulacağını söylemişti. Bu küçük oyunla adamın yanına girmeyi başaran kadın içeride masanın önündeki koltuklardan birine oturmuş ve ne amaçla orada bulunduğunu anlattıktan sonra elindeki dosyalar üzerinde adamla konuşmuştu. Kadının hem sesinde, hem konuşma tarzında hem de genel havasında öyle bir çekim gücü vardı ki o güne kadar, karısına ihanet etmek bir yana, hoş bir kadına alıcı gözle bakmayı bile aklından geçirmemiş olan adam sanki kadının bedeninden çıkıp kendisine uzanmış gizli ve güçlü bir el tarafından kıskıvrak yakalanmış gibi yavaşça kadına doğru çekildiğini hissediyordu. İş ilişkilerinde detaya inme ortamı olarak ofislerin kısıtlayıcı havasından hoşlanmadığını ve bu dosya ile ilgili konuları daha rahat bir yerde konuşmak istediğini söyleyerek kendisini öğle yemeğine davet eden kadına evet diyen ses onun sesi değildi sanki.

Aradan yarım saat geçmemişti ki şık bir restoranın, dışarıdaki renk renk çiçeklere bakan cam kenarı masalarından birinde yemeklerini yiyorlardı. Buranın et yemeklerini ve özel salatasını çok beğendiğini söyleyen kadın adamı son model siyah arabasının sürücü yanındaki koltuğuna oturttuğu gibi doğrudan buraya getirmişti. Yemeğin sonuna yaklaştıklarında kadın hala iş ya da anlaşma konusunda tek laf etmemişti. Adam birkaç kez sözü oraya getirmeye çalıştı ama kadının iş konuşmaya hiç niyeti yoktu. Adama şimdilik bunları düşünmemesini, yakın zamanda kendisini tekrar arayıp bunu konuşacağını söyledi. Bu arada adamın aklına takılan bir şey olursa kendisini arayıp sorabilmesi için de ona ulaşabileceği bütün telefonların yazılı olduğu ve kadın kadar çekici bir kartvizit uzattı.

Adam o gün bütün öğleden sonrayı, akşamı ve geceyi karışan aklını toparlamaya çalışmakla geçirdi. Ne oluyordu ona böyle? Karısına aşık olduğu yirmi iki sene öncesinin o güzel bahar gününden bu yana kendisini hiç böyle garip hissetmemişti. Dikkatini başka şeylere vermeye çalıştıkça kadının mavi gözleri gözünün önünde daha netleşiyordu. O yasemin kokusu da burnunun içinde takılıp kalmıştı sanki. Karısı da adamdaki garipliği fark etmiş ancak ona sorduğu sorulara karşılık işlerde biraz sorun olduğu için keyfinin yerinde olmadığı cevabıyla yetinerek üzerine gitmemişti.

Adamın ertesi gün yaptığı ilk iş kadını arayıp dosya ile ilgili ne zaman görüşebileceklerini sormak olmuştu. İçinde kadınla tekrar görüşmek için inanılmaz bir istek duyuyordu. Topu topu birkaç saat gördüğü ve hakkında çok az şey bildiği bir kadına karşı içinde kıpırdanan bu garip şeylere, hele ki onu hayalinde canlandırınca bile kalp atışlarının hızlanmasına bir anlam veremiyor, bir taraftan kırkından sonraki bu liseli genç heyecanları için kendine kızarken diğer taraftan da kadınla tekrar bir araya gelince nasıl konuşacağını planlamaktan kendini alamıyordu. Kadın bu kez dışarıda bir yerleri önermek yerine ofise geleceğini söylemişti. Bu kez gerçekten iş konuşulacaktı anlaşılan.

Kısa süre sonra sekreteri telefonda dünkü bayanın geldiğini söyledi ve birkaç saniye içinde de kadın aynı koltuktaki yerini almıştı bile. Bu kez gözlerine uygun masmavi bir takım vardı üzerinde ama etek dünküne göre biraz kısaydı. Adamın tahmin ettiği gibi detaylar konuşuldu ve geriye sadece anlaşmanın imzalanması kaldığında kadın o gece yemeğe çıkarak bu güzel işbirliğini kutlamak istediğini söyledi. Adam önce reddetmek istedi. İradesine hakim olamazsa evliliğini tehlikeye atacak hatalar yapmaktan korkuyordu. Bir an duraksadıktan sonra, çok özel haller dışında akşam yemeklerini evde eşiyle yemeği tercih ettiğini söylemek üzere ağzını açarken, kadın gelecek olumsuz cevabın önüne set çekmek isteyen kararlı bir ses tonuyla itiraz kabul etmediğini, rezervasyonu bile çoktan yaptırdığını ve adamla restoranda buluşmak istediğini söyleyerek, hanımları reddetmenin kibar erkeklere yakışan bir davranış olmadığını da ekledi. Bunun tersine bir şeyler söylemek isteyen adamın ağzından şaşkınlıkla anlamsız birkaç kelime çıkarken kadın çoktan yerinden kalkmış ve akşama görüşürüz diyerek çıkıp gitmişti.

İşte o akşam adamın yaşadığına bin kez pişman olduğu ve hayatından silip atmak için her şeyini verebileceği bir akşamdı. Kadınla restoranda buluştu ve bu kez onu açık sarı, kolsuz ve mini bir elbisenin içinde, yine aynı yasemin kokusuyla buldu. Yemek öncesi aperatif içki almasına hiç gerek yoktu çünkü o andan itibaren başının döndüğünü, kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi çarptığını ve kanın damarlarında son sürat aktığını hissetti. Hemen çıkıp gitmekle masaya oturmak arasında bir saniye tereddüt ettikten sonra kendini tamamen duygularının komutasına bıraktı. Bütün iradesi kadınla tokalaştığı anda bedeninden akıp bir yerlerde kaybolmuştu sanki. Yemekte iş dışında bir yığın konu konuşuldu. Daha doğrusu kadın anlattı durdu, adam da ara sıra tek tük cümlelerle söze karıştı, zaten düşüncelerini toplayıp da mantıklı bir şeyler söyleyecek hali yoktu. Bir taraftan otomatik bir şekilde yemeğini yerken diğer taraftan kadının masanın üzerinden görünen bedenini santim santim inceledi. Birini kahverengi taşlı altın bir yüzüğün süslediği piyanist parmakları gibi zarif parmaklar, sağ kolda ince bir bileklik ve sol kolda kalitesi uzaktan bile belli olan şık bir saat, boyunda bilekliğin takımı kolye, kulaklarında yüzüğün takımı küpeler, kalanı ise Yunan tanrıçası heykellerinden biri canlanmış da gelip masaya oturmuş izlenimi veren mükemmel hatlı bir kadın bedeni. Adamın zamanın büyük bölümünü dudaklara bakarak geçirmesine neden olan kıpkırmızı ruj da kadının güzelliğine son damgayı vurur gibiydi.

Yemeğin sonunda kadın araba kullanmak istemediğini söyleyerek adamdan kendi arabasıyla onu eve bırakmasını istedi. Yemeğin harika olduğu ve güzel bir akşam geçtiği şeklindeki konuşmalarla tüketilen birkaç kilometre yolun ardından kadının evinin kapısına geldiler. Adam kadının kendisini davet edeceğinden emindi ve yukarı çıkarsa olabilecek şeylerden korkuyordu. Hayatında bir kez olsun karısını incitecek bir şey yapmamıştı ama son iki gündür bu kadın yüzünden aklı ve duyguları arasında bin kez gidip gelmiş ve her seferinde duygularına yenik düşmüştü. Öğle yemeğine çıkarken, sabah telefon ederken, restorana giderken ve restoranda masaya otururken… Eğer dün o öğle yemeğine hiç çıkılmasaydı, bugün, şimdi, şu anda arabada ve kadının yanında oturuyor olmak yerine evinde ve karısının yanında televizyon izliyor olur muydu? Bunun cevabını asla bilemeyecekti. Bu arada kulağına ev, içki, kahve gibi birtakım kelimeler çalındı. Kadın arabanın kapısını hafif aralamış, adamı evine içki ya da kahve içmeye davet ediyordu. Adam aklı ve duyguları arasında birkaç kez daha gidip geldikten sonra yine duygu evinin kapısında takılıp kaldı. Nasıl arabadan indiğini, merdivenleri çıktığını, kadının evine girdiğini ve kendini bir koltuğa attığını hatırlamıyordu. Kadın gece boyu yeterince içildiği için kahve yapmayı daha uygun görmüş, iki zarif fincana hazırladığı kahveleri alarak adamın yanına gelmişti. Adam kahvesini almak üzere kadına yönelince birden yüzünün kızardığını hissetti. Kadın üzerinde gece mavisi saten bir sabahlık ve elinde kahvelerin olduğu gümüş bir tepsiyle karşısında duruyordu. Adam ellerinin titremesine elinden geldiğince hakim olmaya çalışarak fincanı aldı ve yanındaki sehpaya koydu. Daha sonra bir an bile gözünü ayırmadan kadına çivilenip kaldı. Kadın karşısındaki koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı, normalde dizinin hemen üzerinde biten ama kadının otururken özellikle yukarı çektiği sabahlığın altından bir çift bronz bacak gecenin sürprizi gibi çıkmıştı ortaya. Adam ve kadın bir taraftan kahveleri içip diğer taraftan birbirlerine kısa ama anlamlı bakışlar atarak birkaç dakika geçirdi. Daha sonra kadın kalktı adamın ellerinden tutarak kendine çekti ve gayet emin hareketlerle ona sarılarak yavaş yavaş koridorun ucundaki yatak odasına götürdü. Adam ne itiraz edebildi, ne de eve gitmesi gerektiğini söyleyebildi. Programlanmış bir bebek gibi kadını takip etti yalnızca.

Yaklaşık bir saat sonra kadın adamı elde etmiş olmanın verdiği zafer sarhoşluğu içinde, dudaklarında bir gülümsemeyle uyuyakaldı. Adam o anda sanki birden kendine gelmiş gibi saatine baktı ve müthiş bir panik içinde kalkıp giyindi. Neler olmuştu, daha doğrusu nelerin olmasına izin vermişti böyle? Ya evi, karısı? Saat gece yarısını geçiyordu ve kadıncağız meraktan çıldırmış olmalıydı.

Adam kendini arabasına attığı gibi bir an önce evine varmak için tüm gücüyle gaza bastı. Bir taraftan da eve gidip karısıyla karşılaşınca neler söyleyeceğini planlıyordu. Allah kahretsin, bunca yıldır hayatlarına girememiş yalanlar şimdi adamın kafasında birbiri ardına diziliyordu. İş yemeği? Arkadaşlarla kaçamak? Çok önemli bir proje için ofiste takılıp kalma? Off, ne yapacaktı şimdi?

Sonunda eve vardı ve daha anahtarlarını kilide sokmasıyla kapının açılması bir oldu. Karısı bütün geceyi meraktan deli olarak geçirmiş, geç saatlere kadar dışarıda kalma gibi bir alışkanlığı olmayan kocasının nerede olabileceği ve başına neler gelmiş olabileceği üzerine çeşit çeşit senaryolar yazarak kendini yiyip bitirmişti. Zaten kulağı sürekli kapıda olduğundan gecenin sessizliğinde asansörün sesini ve anahtarların şıkırtısını duymuş ve hemen kapıyı açmıştı.

Karısı hiçbir şey soramadan konuşmaya başlamanın en iyi ikna taktiği olduğunu düşünen adam hemen arkadaşlarının onu almaya ofise geldiği, onun ise karısına haber vermek istemesine karşın telefon görüşmesini yolda da yapabileceğini söylemeleri sonucunda apar topar çıktığı ve sonra da sohbete dalıp unuttuğu yalanını uydurdu. Karısı önemsenmemekten hiç hoşlanmadıysa da adamın gizli bir şey yapacağından ve kendisine karşı da yalana başvuracağından şüphelenmediği için bir süre sonra sakinleşti. Ve olay kapandı.

En azından o gecelik.

Sonraki birkaç günü adam kendine küfürler ederek ve yalanının ortaya çıkmaması için dualar ederek geçirdi. Meselenin açıldığı gibi kapanması gerekiyordu. Bu yüzden bir daha onunla görüşmeyecek, hele o anlaşmayı kesinlikle imzalamayacaktı. Kadının ise adamla ilgili planları daha bitmemişti. Onu bir gecelik ele geçirmiş olması yeterli değildi. Tamamen elde etmeliydi. Adama kafayı takmıştı çünkü adam kırkını aşkın yaşına rağmen hiç dökülmemiş hatta ak bile düşmemiş kumral saçları ve çimen yeşili gözleriyle yakışıklıydı. İyi bir işadamıydı ve çok itibarlıydı. Her kadının kolunda olmak isteyeceği biri olmasının yanı sıra onunla girilecek her tür iş de meyve verirdi. Ama kadın adamın yanlış kişiyle evli olduğunu düşünüyordu. Ona kendi gibi tuttuğunu koparan bir eş lazımdı ve kadın da bu eşin kendisi olması gerektiğini düşünüyordu. Adamın varlığını ve adını bir yıl kadar önce öğrenmiş, birkaç yerde resimlerini görünce fiziğine ve bazı insanlardan onun başarı hikayelerini dinleyince de aklına hayran kalmış, sonra da onu bir şekilde elde etmeyi kafasına koymuştu. Adamın kanına girmişti ama bir taraftan da karısını saf dışı bırakmak gerekiyordu.

Bir gün, aşkta ve savaşta her şey mubahtır diyerek, adamın evine telefon açtı ve karısına sanki gayet doğal ve günlük bir olaydan söz ediyormuş gibi kocasının sevgilisi olduğunu ve onunla sık sık görüştüklerini söyleyerek, inanmıyorsa o malum gece nerede olduğunu kocasına tekrar sormasını ama bu kez doğruyu söylemesinde ısrar etmesini tavsiye etti. Karısı önce bütün bunların kötü bir şaka olduğunu düşünüp kadına bağırmaya başladı ama kadın adamın o gün üzerinde olan gömleği, kravatı ve takım elbiseyi de kelimesi kelimesine söyleyince, karısı elinde ahizeyle öylece kalakaldı.

Bütün ev, bütün dünya birden üzerine çökmüş gibiydi kadının. Kendinden bile fazla güvendiği kocası onu aldatıyor muydu yani? Bir taraftan bunun mümkün olamayacağını kendi kendine söylüyor, diğer taraftan da kahverengi çizgili takım elbise, bej gömlek ve kahverengi-sarı kravat sözleri beyninin içinde dolanıp duruyordu. Uyduruyor olsa, tümünü de tutturamazdı ki…

Akşama kadar bunları düşünüp durarak bekleyemezdi. Hemen bir taksiye atlayıp adamın ofisine gitti ve içeri rüzgar gibi girerek doğruca adamın karşısına dikildi. Kocasının tek kelime etmesine fırsat vermeden telefon hikayesini baştan sona anlattı. Son kelimenin ardından da ellerini masaya dayayıp adama eğilerek gözlerinin içine baktı ve bütün bunların doğru olup olmadığını sordu. Kadının gözlerinde aşkı, nefreti, kıskançlığı ve öfkeyi anlatan öyle bir ifade vardı ki, adam sadece susup başını ellerinin arasına almak ve önündeki kağıtlara görmeden bakmakla yetindi.

Karısı çok gururlu bir kadındı ve bir ihanetin öyle tek gecelik ilişki ya da geçici heves gibi kılıflar altında hoş görülebilir boyutlara indirilmesini son derece saçma bulurdu. Bir kere yapan her zaman yapabilirdi ve güven bir kez sarsıldı mı evlilik artık evlilik olmaktan çıkar ve öylesine bir beraberliğe ya da çocukların hatırına yürütülen bir oyuna dönüşürdü. Adamla kadının çocuğu da olmamıştı ve adam bal gibi biliyordu ki karısı hiçbir mazeret kabul etmeyecek ve onu affetmeyecekti. Evliliği işte o anda bitmişti.

Karısının aklı karmakarışıktı, daha düne kadar böyle bir şeyi rüyasında görse inanmazdı ama işte şimdi gerçek tüm çıplaklığı ve korkunçluğuyla karşısında duruyordu. Kadının telefonda kendinden emin konuşmaları, kocasının tek bir söz söyleyemeden öylece kalması… Düşündükçe aklını kaybedecek gibi oluyordu kadın. Kocasını seviyordu, çok seviyordu ama bundan sonra ona her bakışında, her dokunuşunda aklına bu olanlar gelecek ve kocasına bir daha asla eskiden olduğu gibi sevginin yanında saygıyla bakamayacaktı. Kalbinin bir ucu bir daha dönmemek üzere kopup gitmişti sanki.

Takip eden günlerde karı koca arasında neredeyse elle tutulacak kadar yoğun bir gerginlik vardı. Bu arada “o kadın” da boş durmuyor, hem adamın peşinde dolanıyor hem de evi arayarak karısına artık onu istemeyen bir adamla aynı çatı altında durmakta neden ısrar ettiğini soruyordu. Adam ofisin telefon numarasını değiştirmekten kadını terslemeye ve hatta kovmaya kadar birçok yöntem denemişti ama kadın gurursuz bir aşık gibi kapıdan kovulsa bacadan girerek adamın hayatındaki varlığını koruyordu. Karısı artık çalan telefonu açmaya korkuyordu çünkü kadının aşağılayıcı konuşmalarından bıkmıştı. Kocasından soğuduğu yetmiyormuş gibi bir de bu kadınla muhatap olmak istemiyordu ve sonunda boşanmaya ve ikisini de kendi hallerine bırakmaya karar verdi. Hiç kolay bir karar değildi bu elbette ama eşine olan saygısını kaybetmişti bir kez ve hiçbir şey olmamış gibi yaşantısına devam ederse adamın bu hataya yarın tekrar düşmeyeceğini kim garanti edebilirdi.

Boşanma davası açıldı. Adam karısının kararlı halini gördüğü ve zaten yaptığı bir anlık hata yüzünden onun gözünde suçlu olduğunu bildiği için hiç zorluk çıkarmadı. Ve yirmi yıllık evlilik bitiverdi.

Adliye binasından çıkan adam kafasında dönüp duran düşüncelerle kaldırımda yürümeye devam ediyordu. Birden ayaklarının onu ofisine götürdüğünü fark etti. Ofise gitmek istemiyordu aslında, hele ki bu ruh hali içinde. Ama nereye gidebilirdi ki? Bir evi yoktu artık. Ortada kalakalmış kimsesiz bir adam gibiydi. Ani bir kararla, bir süre buralardan uzaklaşmak istedi. Adını son dakikada koyacağı bir yere gidecek ve birkaç gün kendini dinleyerek bundan sonra ne yapacağına karar verecekti. Yanına tek bir eşya almadan ilk gördüğü taksiye atlayıp havaalanına gitmesini söyledi. İç hatlar binasında taksiden inince içeri girdi, panoda bir saat sonra bir İzmir uçağı olduğunu gördü. Uçak biletini aldı ve bir kafede oturup sert bir kahve içti.

Hayatının geri kalanını İzmir’de bir Çin restoranı işleterek geçireceğini ve buralara da uzun bir süre dönmeyeceğini o sıralarda tahmin bile edemezdi.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk ve romantizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Küçük Bir Sevda Masalı
Bazı aşklar kavgayla büyür
Denizkızı ve Şövalye

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir kafe macerası
Adını siz koyun

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Garip Şiir [Şiir]
Hoşgeldin Bebek! [Şiir]
Öldürdüler Güvercini [Şiir]
Hayat dediğin nedir ki... [Şiir]
Anti - Alkolik Şiir [Şiir]
Hasret şiiri [Şiir]
Dosta çağrı [Şiir]
Yoksa aşık mı oluyorum.. [Şiir]
Devir Değişti Dostum [Şiir]
Hadi canım sen de [Şiir]


Merve Yıldırım kimdir?

Kendini bile bileli aklına gelen her konuda irili ifaklı kağıt parçalarına, defterlere ve bilgisayar ekranına yazıp durmuş bir amatör.

Etkilendiği Yazarlar:
Hayat...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Merve Yıldırım, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.