Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu |
|
||||||||||
|
Biz 70\'li yılların genç kuşaklarıydık. Rus mahkumu Azerilerdik. Biz kendimize resmen Türk diyemiyorduk. Biz resmen Azerbaycanlıydık. Diğerleri Özbek\'ti, Tatar\'dı, Kazak\'tı, Kırgız\'dı Türkmen\'di... Bereket versin ki komşu Ermeniler bize hep Türk derlerdi. 30-40\'lı yılların siyasi literatürünü okurken o dönemin "Türk İşçi Tiyatrosu", "Türkçe Gazete" türünden kurum, kuruluş adları ve istilahlardaki "Türk" ve "Türkçe" kelimelerinin üzerine yoldız işareti atılarak sayfa altında "Azerbaycan", "Azerbaycanca", "Azerbaycanlı" açıklamasını görüyorduk. Genç kafalarımız karışıyordu. Biz Seni heç görmemiştik, göremezdik te. Gözlerimizde tüterdin. Biz demirperde ülkesinde oturuyorduk. Seni görmek için okul tatillerinde Nahçıvana gitmek gerekiyordu. Orada sınıra yakın köylerde TRT çıkıyordu. O sırada tek bir kanal vardı ve Sn. Jülide Gülizar hanımefendi hem haberleri sunuyor, hem açık oturumları yönetiyordu. Nasıl zevk alırdık canlı Türkçeden! Krallar ve Kaptanlar dizisine nasıl meftunduk. Milli Kurtulış Savaşı konulu filimleri nasıl da severdik! Zeki Müren, Mediha Şen Sancakoğlu, Bedia Akartürk, Nuri Sesigüzel gibi üstadların, Türk sahnesinin Emel Sayın, Barış Manço, Ajda Pekkan, Sezen Aksu gibi yeni yıldızlarının şarkılarına doymazdık. Bize kalırsa Senin hiç noksanın yoktu! Dört Dörtlüktün! Üç tarafın denizdi! Denizlerin temizdi! Çöl de ne, çorak da ne, boydan boya ormandın. Yar nedir, yaren nedir, bizim Leylamız Sendin! Biz sana tutkunduk! Fakat Nahçivan sefaları kısa olurdu. Okul başlıyordu. Bereket versin ki radio vardı. Gece saat 2 den sonra parazitler yavaşlıyor, yayınlar çıkıyordu. Orda bir Gecenin İçinden programı vardı, bir Bengül Erdamar vardı. Hasretimiz avutan türküler, şarkılar vardı. Baku ye gelen her Türk bizim için en aziz insandı. Onu görmek, sesini duymak bize yetiyordu. Sovyet Türklerinin Nazım Hikmet sevgisi Nazımın sanatından, şairliğinden daha çok onun Türklüğüneydi! Bu böylece biline! O dönemde KGB özellikle Azerbaycanda yaygınlaşan Türklük sevgisine karşı savaş veriyordu. Türkofiller avlanıyordu, sorgulanıyordu. Türk kelimesi yasaklanıyordu! Fakat KGB kalbimize, yüreğimize inemiyordu! Oradaki Türk kalesini yıkamıyordu! Biz ateşli Türkçülerdik, KGB ise ateşin üstüne körükle gidiyordu. 1977 yılında Moskova Üniversitesinin son sınıfına geçmiştim. Erkek öğrencileri kampa almışlardı. 4 hafta boyunca askeri dersler gördüğümüzden kampta 2 aylık askeri eğitimden sonra teğmen rütbesi alacak ve yedek subay olacaktık. Bir tanesi NATO Orduları adlanıyordu. Adından ve soyadından Rus olduğu, fakat çehresinden Rus olmadığı anlaşılan bir binbaşı hoca ders sırasında Türk Ordusunu öve öve bitiremiyordu. Sonra onu hristiyanlaşmış Tatar olduğunu öğrendim. Son gün askeri ant töreni yapıldı. Tören gereği her kes elindeki kağıttan ant metnini yüksek sesle, fakat ağır ağır okuyurdu. Metin tümüyle politik ve ideolojikti. "Ben Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin vatandaşı...kutsal Sovyet topraklarına karşı düşman saldırıları vuku bulursa..." falan filan. 3-5 milliyetçi Azeri genci olarak SSCB ve Sovyet kelimelerinden sonra yavaşça Turan dedik. Duyulmadı. İlk kez 1980 de Türkiyeye geldim. 26 yaşındaydım. Türkiyeye bayıldım! Sovyet propagandasının Geri Kalmış Türkiye tezini göremedim. Geç saatlere kadar İstanbulu dolaşıyordum. Bu memleket benimdi fakat bunu söylemek yasaktı! Ankarada unutamadığım bir olay oldu. Kızılayda dolaşıyorduk. Arkadaşlarımızdan birisi:" Uçakta kulaklarım batmış, iyi duyamıyorum. Acaba burada herkes Türkçe mi konuşuyor?" diye sordu. "Tabii o ne söz?" dedim. "Yani Rusça, Ermenice konuşulmuyor, değil mi?" "Yok canım, sen de nereden çıkarıyorsun, burası Türkiye!" "Ama orası da bizim Azerbaycan" Sustuk. Tam bu sırada karşıdan bir generalin geldiğini gördük. Arkadaşım ""Şimdi o Paşa Türk müdür?" deyince generale yaklaştım, kendimi tanıtıp arkadaşımın kuşkusunu dile getirdim. Türk paşası çok duygulandı, bizim de gözlerimiz doldu. Sovyetlerin sıkı döviz politikası yüzünden eşe dosta gözel hediyeler almak mümkün değildi. Bazı dostlara plak, mendil, sigara, hatta kibrit getirmiştim. Bir arkadaşımı 1991 de Türkiyeye uğurlamak için evine gittiğimde bana bir kutu kibrit gösterdi: "On seneden beri bunu saklıyorum, Türkiyenin kokusunu alıyorum" dedi. ÜnlÜ Azeri yazarı Abbas Abdullah 80 li yılların sonunda bana bir olay anlatmıştı: "Türkiyeden döndükten sonra köyümüze gitmiştim. Her kes bana hacdan gelmişim gibi davranıyordu. Türkiyeyi, Ankarayı, İstanbulu, soruyordu. Akşam köyün yaşlıları beni ziyarete geldiler. "Anlat, bize Türkiyeyi anlat" dediler. Anlatmaya başladım. Kani olmadılar. Çoluk çocuğu dışarı çıkardıktan sonra "Şimdi rahat rahat, güzel güzel anlat, Osmanlıyı, Türkü anlat" dediler. Anlattıkça sevinçten ağlıyorlardı". Yıllar geçti. Yollar açıldı. Çokları Türkiyeye gitti, hasret giderdi. Fakat bazı gerçekler de su yüzüne çıktı. Aman Allahım, ülkede ne çok sorun varmış! Eğitim, sağlık, su, yol, trafik, fakirlik, işsizlik sorunu, Kıbrıs, Avrupa Birliği, Yunan sorunu, Bulgar, Ermeni sorunu, bilmem ki, Irak sorunu, PKK sorunu. Üstüne üstlük, siyaset sorunu, mafya, banka, döviz sorunu, Meclis sorunu, 5+5 sorunu... kardeşim bu kadar sorun mu olur? Ama biz Türkiyeyi büyük mü büyük, sorunsuz mu sorunsuz biliyorduk. Bu da ne? Bu ne biçim iş? Arkasından bizim dolandırıcı, gözüpek, sorumsuz bazı tüccarlarımız Türkün sırtından geçinmeğe çalıştılar. Saf insanları kandırdılar, dükkanlardan veresiye mal alarak, itimattan yararlanıp kasaları soyarak kayıplara karıştılar. Cebinde 100 dolarla Baküye gelen ve kendisine iş adamı süsü veren üçkağıtçı Türk "kapitalistleri" burada yapmadık rezalet bırakmadılar, şunu bunu dolandırdılar, Türke olan hayranlık ve sevgiyi kötüye kullandılar. Bizim rüşvetçi memurlar da onları soğan gibi soydular. Sonuçta "Sizinkiler bizimkiler, senin paran benim param" kavgası düştü. Oysa bizler sizin hasretinizle, sizler bizim özlemimizle tutuşup yanmıyormuyduk? Biz bir millet iki devlet değil miyiz? Eheyyy Türkçü kardeşler! Olup bitenlere münferit olaylar deyip geçmeyelim! Zaten içte ve dışta bazı odaklar, Türkü sevmeyenler, Türkofoblar bu münferit olayları yaygınlaştırmak istiyorlar. Uyanık olalım! Eheyy Büyük Türkiye! 14 milyon kilometre karelik Türk toprakları üzerinde oturan 250 milyonluk Türk boyları gözünü Sana dikmiş umudunu Sana bağlamış! Sen Türklüğün nüvesisin! Yüksel büyü ve yücel! Bir milletken bölündük bölük bölük Türkiye! Nasıl olduk bu kadar küçük küçük Türkiye! Omuzunda bilsene ne ağır yük Türkiye, Sevdalıyız biz sana Büyük Büyük Türkiye! Sözlerimi seneler önce yazmış olduğum Tanrı Türkü Korusun adlı şiirimden bir parça ile bitirmek istiyorum. Ne yoruldu ne yattı, / Mucizeler yarattı, /Çağlar açıp kapattı /Tanrı Türki Korusun Benzemez her ulusa / İngilize ya Rusa Çine,/ Araba, Farsa, /Tanrı Türkü Korusun! Kim Tanımaz Bunları? / Atillanın Hunları, / Gelmeyecek Sonları! / Tanrı Türkü Korusun! Amin! *Ramiz Asker, Azerbaycan Jurnalistler Birliği Genel Sekreteridir. Bu makale, kendisinin izniyle yayınlanmaktadır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Can Macit, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |