"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
yaptığım seyahatin de etkisi vardı. İstanbul’un o yıllardaki muhteşem güzelliğini ancak bizim kuşağa yakın olanlar bilir. Hele o boğazı yok muydu? Boğazın laciverdini sarmalayan yeşilin her tonuyla ormanlar adeta boğazın sularıyla kucaklaşıyorlardı. Karaköy’deki İzmirliler kahvehanesinde bir hemşehrim ile tanışmıştım. O da benim gibi Girit kökenli bir ailenin oğluydu. Bir gün “hadi Sarıyer’e gidelim” demişti. Otobüse binip Sarıyer’e gittik. Sarıyer’in muhteşem güzelliği karşısında ismine ne kadar ters bir yer diye düşünmüştüm. Zira o Sarıyer’de yeşilin her tonundan başka hiçbir renk yoktu. Arkadaşıma buranın adının yeşil yer olması gerekirdi. Sarıyer yakışmamış demiştim. O gezimizde belleğimde en çok yer eden ise yol boyunca sağlı sollu sıralanmış tulumbalarıydı. Suyu buzu aratmayan, koluna dokunur dokunmaz ağzından gürül gürül su akan tulumbaları hiç unutamam. Şimdilerde o yeşil yerde sadece beton yığınları var. O yıllar devrin başbakanı hiçbir şehircilik uzmanına danışmadan aklına esen yerlerde yol genişletme çalışmaları yaptırıyordu. Asırlık çınar ağaçları muhteşem güzelliklerine rağmen acımasızca kesilip yok ediliyorlardı. Genişletilen caddelerde tarihi eserler bile nasılsa bizde çok zihniyetiyle bilinçsizce yıkılıp yok ediliyorlardı. Tarihi Beyazıt meydanı yıllarca yaz boz tahtasına dönmüşlerdi. Kırk santim indirin. Olmadı on santim yükseltin emirleriyle kazıldı dolduruldu. İnsan eliyle yok edilen onca güzelliğin yanında yok olan bir de İstanbul efendiliği vardı. Birinin kibarlığından, efendiliğinden söz edilirken, adam İstanbul efendisi gibi derlerdi. Böyle bir İstanbul efendisiyle askeri birliğimizdeki ağa çocuğunun eniştesinin mezun olduğu üniversitenin mezuniyet törenine daveti sayesinde olmuştu. Yanımda oturan bey efendiyle laflamaya başlamıştık. Oğlu mezun olanlardan biriymiş. Oğullarından söz ederken bana öyle bir ders verdi ki, yaşadığım sürece unutamam. Oğullarım sinemaya giderlerken sıkı sıkı tembihlerim. Aman çocuklarım, yediğiniz kabuklu çerezlerin kabuklarını sakın yere atmayın. Cebinize koyun, uygun bir yerde cebinizde biriktirdiğiniz kabukları çöp bidonuna atın. Nedenine gelince sinema salonunun temizlik görevlisi, temizlik yaparken hay bu kabukları buraya atanın anasını .... demesin diye. İstanbul’un sokak ve caddelerindeki kirliliği gördükçe hep o beyefendiyi anımsarım. Bir de temizlik imandandır söylemine inat her türlü pisliği sokağa saçanları gördükçe soruyorum. Hani o eski İstanbul’un efendileri nerede? Ne oldu onlara? Üzüm üzüme bakarak kararır derler. Onlar da İstanbul’a kirliliği taşıyanlara mı uydu? Yıllardır hep aynı şeyi sorarım. Eğer İstanbul eski dokusuyla aynen korunsaydı. Konut açığı uydu kentlerle kapatılsaydı ve Marmara sahilleri montaj sanayisine değil de turizme tahsis edilseydi ne olurdu? Bence dünyanın en gözde konferanslar ve toplantılar şehri olurdu. Ayrıca müthiş bir turizm merkezi olurdu. Turizmin getirisiyle her türlü kalkınma hamlelerini hiçbir ülkeye avuç açmadan başarırdık. Olanlar oldu. Kaçan fırsatların ardından göz yaşı dökmenin hiçbir yararı olmaz. Bari bundan sonra hata yapılmasın. Elde kalan turizme elverişli tüm yerleri en iyi şekilde koruyup değerlendirelim. Turizmin kalkınması için kaliteli ulaşım gerekir. Bodrum’u Bodrum yapan Mavi Turlarıdır. Marmara’nın sahilleri de Bodrum sahilleri kadar güzelliklerle dolu. Kim bu güzelliklerle kucaklaşmaz istemez ki? Bunun nedeni de bölgemizin Mavi Yolculuk için gereken teknelerden yoksun oluşu. Bodrum’da, Marmaris’te, Güllük’te ve Datça’da Mavi Yolculuğa çıkan yüzlerce tekne var. Hepsi de güzel iş yapıyorlar. Foça’da da bu tür turlar yapılmaktadır. Bölgemizde neden iş yapmasın? Turizme sadece yatırım yapmak yetmez. Turist her şeyden çok temizliğe büyük önem verir. Hele hele tuvaletlerin temizliği en başta gelir. Foça’da katıldığım Yerel Gündem 21 toplantısında şu sözlerim yüzünden tüm gözler üzerime çevrilmişti. Çevremde yok edilmesi çok kolay olan çirkinlikleri gördükçe kahroluyorum. Birbirimizden utanmıyorsak bari beldemizi gezmeğe gelen yabancılardan utanalım. Bu söylemim bir hayli etkili olmuştu. Bir süre sokak ve caddeler eskisine göre çok daha temiz olmuştu. Sonrası mı? Yine eskisi gibi eski hamam eski tas. Hele Çevre Bakanlığının koyduğu geri dönüşüm konteniyerlerine kavun kabuğu atanları gördükten sonra pes demekten başka umarım kalmadı. Temizlik konusunda her kes üzerine düşeni yapmalı ki, temiz bir ortamda yaşamayı başara bilelim. Özcan Nevres ozcannevres@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |